“Tevhidi Sosyal Düşünce”

21. Yüzyıl Türkiye'si İçin Milli Eğitim Felsefesi ve Milli Eğitim Politika Zihniyeti

 

J. Fridman'm küreselleşmenin dünya piyasalarının işbirliğinin artmasında ısrar edeceğini söylemiştir. Bu ısrarın sermaye, finans ve ticarette derinleşeceğinden söz ederek(Bauma 2001:13) bütün­leşmiş tek tipleşmiş bir dünyanın varlığından bahsedilerek farklılık­lardan ziyade Batı medeniyet değerleri merkezli bir bütünleşmeden yakın zamanlara kadar söz edilmiştir.

Günümüzde ise, dünya üzerindeki toplumların birbirlerinden farklı sosyo-kültürel özelliklerine bağlı olarak toplumdan topluma değişmekte olduğu görüşü daha güçlü söz edilmeye başlanılmıştır(BiIgiseven 1992 a: 16). Bu noktada toplumların birbirlerine kar­şı benzerlikler ve. farklılıklar olduğu görülmektedir. Dünyanın fark­lılıkların daha çok vurgulanır olduğu bir noktaya doğru gidilmekte olduğu söylenebilir. Eğitim bağlamında ise bu durum, modern top­lumların kendi içerisinde dahi farklılıklar içermektedir. Kaldı ki medeniyet farklılığı olan toplumlarda bu, daha yüksek düzeylerde olduğu belirtilir. Bu konuda Braudel medeniyet kavramının önemi ve onu oluşturan unsurların toplumdan topluma farklılıklar göste­receğine dikkat çekmektedir. Bu bağlam da Braudel medeniyeti coğrafi bölgeler, ekonomiler, düşünce yapıların etkisine bağlı olarak ele aImaktadır(MeIIeuish 2000:110).

Bu konuda toplumlar, kültürler, medeniyetler, siyasi birlikler dünya tarihinin aktörleri olarak her bir devlet(devletler), toplum­lardan farklı olarak etkileyeceği varsayılır. Braudel,

Bir toplumun hızla gelişebilmesi için öncelikle kendi kültürel köklerine uygun bir eğitim zihniyeti taşıyarak bunu eğitim metodo­lojisi, tek tip bir dünyanın ne yansıtması ihtiyacı bulunmaktadır. Eğitim zihniyeti ve onun takip etmiş olduğu eğitim metodu bu nok­tada takiltçi mi?, özgün mü? olup olmadığı toplum açısından son derece önem taşımaktadır.

Türkiye içinde bulunmuş olduğumuz zaman diliminde vesayet kültüründen hızla uzaklaşarak yeni bir takım sosyal, siyasal, kültü­rel açılım imkânlarına kavuşur görünmektedir. Yeni Türkiye kav­ramının sıkça kullanıldığı bu dönemde bir yapısal bir zihniyet deği­şimi "yeni"nin ana temasını oluşturmaktadır. Bu yeni durumu önce­sine göre yapısal olarak dönüştürebilmesi için öncelikle eğitim ku­rumunun, Türk toplumunun sosyo-kültürel özelliklerini özgün sos­yal bilim anlayışına göre değerlendiren bir noktadan ele almasının gerekliliği oratay çıkmaktadır. Bu "yeni" metodik bakışın eğitim için sorması gereken temel soruları bulunması gerekmektedir. Buna göre;

Nasıl Bir Eğitim Zihniyeti,

Nasıl Bir Eğitim Yöntem Tercihi,

Nasıl Bir İnsan İnşaası

sorularına öncelikle cevap verebilmek esasında "Yeni" döneminin ana çatısını oluşturmak anlamına gelmekte olduğu söylenebilir. Çünkü toplumumuzun tarihsel, kültürel dinamikleri bize "yeni inşa hareketlerinin" öncelikle eğitimin milli ve manevi bütünselliğin­den hareketle oluşturulduğu görülmüştür. Bundan dolayı Türk top­lumunun ait olduğu medeniyetinin oluşturucu ilk evrensel hitabı "oku" (eğitim) olmuştur.

Türk toplumunun sosyal bünye kurucu özelliğinin eğitimden başlamasının öneminin ortaya çıkmasına bağlı olarak "nasıl bir eğitim anlayışını benimseme" öncelikli ve temel sorunu oluştur­maktadır. Bu noktada yukarıda anılan sorulara cevap verebilmek için öncelikle Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze değin gelmiş olan eğitim zihniyetinin ve onun nasıl bir insan tipini inşa etmiş olduğunu ortaya konulması gerekmektedir. Bu eğitim anlayışının Türkiye'nin, iç ve dış dünyadaki durumunu, kurumlarını ve insan-toplum-devlet ilişkisini nasıl etkilediği anlaşıldıktan sonra gelinen nokta yeterli görülmeyip sorunlu bulunuyor ise bu sonucu oluştu­ran temel öncüllerden uzaklaşılmalıdır. Bunun yerine yeni dönemde başarıyı sağlayacak yeni bir eğitim zihniyeti ile yeni bir modele geçilmesinin çalışması gereklilik taşımaktadır.

Bu noktadan hareketle de, "Yeni Türkiye" için "olması ge­reken eğitim" modelinin ve "Yeni İnsan" tipinin oluşturulma­sına ihtiyaç ve onun nasıl ortaya çıkarılması yöntemini bu in­celemede ele alarak konu bütüncül bir bakıştan hareketle çö­zümlenmek istenmektedir.

 

1- EĞİTİM NEDİR, EĞİTİM TANIMINA NASIL BAKMALI

Eğitim, bir toplumda belirli amaçlar için fertlerin davranışlarının değiştirilmesi ve geliştirilmesi için kurallar bulma, ilkeler tespit etme ve teknikler geliştirmeden hareketle toplumun yaşama tarzı­nın belirlenmesindeki zihniyetini, kültürün gelecek kuşaklara sağlı olarak aktarılmasındaki temel rolünden dolayı toplumun; Milli ve manevi konulara karşı hassasiyetini, Sosyo-ekonomik ve sosyo­kültürel kalkınmasını, İdeal insan ve onun şahsiyetinin inşası gibi bir toplumun varlığının temel varoluş ilkelerini koruyan, geliştiren ve onu geleceğe hazırlamada dinamik bir fonksiyon taşır(Ergün 1992:18).

Böylece eğitim;

Bir toplumun sosyal mirası zenginleştirecek ve fizik dünyayı de­ğiştirebilme özelliği taşıyan fertlere yetenekteki bireylere mevcut bilgi birikimini aktarmak için bilgi nakli yolu ile ve insandan insana meydana gelen etkileşimler olarak belirtilir. Daha geniş bir ifade ile eğitim, milletin ruhunu inşa eden bir mahiyete sahiptir(Topçu 1998:27).

Bütün bu unsurların bir toplum açısından başarılı olarak uygu­lanabilmesi için öncelikle o toplumun kültür ve zihniyet dünyasına uygun "ithalci olmayan/özgün/milli+manevi bütünsellik taşıyan" yani "birlikçi/bütüncül" bir eğitim paradigmasının var olması ve bunun da uygulanması, bu konuda temel önem taşımaktadır.

Bu amaca gerçekleştirme adına benimsenen eğitimin yöntem(metod) tespitine bağlı olarak bu ilkeler bağlamında toplumun" ideal insan inşası" nın oluşturulması söz konusu olunabilir.

Buna göre bir toplum için hayati önem taşıyan unsurun o toplu­mun ideal insanını yetiştirmek olduğundan, bunun sağlanabilmesi-nin yolu da öncelikle toplumun milli eğitim kurumunun;

i- kendi kültür sistemine karşı özüne güven duyan, gelişmelere hemen cevap verici bir esneklik ve yenileşmeci dinamik zihniyet taşıyan, ithalci eğitim politikalarına karşı, son derece hassas ve özgün kültür bilgisinden hareket eden bir eğitim metodolojisine,

ii- Bütüncül zihniyete sahip bu şahsiyet oluşumu ve bilgi eklem-leşmesini sağlayabilmiş öğretmene,

iii- Buna uygun yönetici zihniyetinin oluşması,

iv- Bütün bunları bir kamusal organizasyon içinde "eşgüdümü"nü sağlayabilecek dinamik "bir eğitim kurumuna" ihtiyaç duyulmaktadır.

Cumhuriyet döneminin başlangıcından itibaren Türk modern­leşmesini gerçekleştirme adına Türkiye'de eğitim, zihniyet itibariy­le bir kültür devrimi yaparak Batı pozitivist paradigması ve onun liberal-kapitalist tipolojisinin benimsenmesine yol açılmış olup "ruh kültürünün" Türk okul isteminden uzaklaştığı söylenebilir(Topçu 1998:39). Yani eğitim, kültür devrimi ve zihniyet iç içe kavram­lar olarak görülmelidir. Böylece içinde bulunduğumuz zaman diliminde de çöküş sürecine girmiş bulunan Batı medeniyetinin, dayatmaya çalıştığı salt akıl ve pozitivist bilimin liberal-kapitalist pragmatis ve oportunis eğitim anlayışının olmazsa olmaz olduğu "toplumsal illüzyon"cu kültür-zihniyet merkezli eğitim metodu ve bunu besleyen "bağımlı, markacı, sekülerist, egosantrik düşünebi­len bir Türk insanı yetiştiren" politikaların, yaklaşık 80-90 yıldır Türk eğitim anlayışının "Batı"ya göre uygulamada kalması sağlan­mıştır. Bu durum ise yenilikçi sosyal düşünce üretmede, ekonomide ve kültürel, siyasal, bürokratik, teknolojik toplum katmalarında emperyalizme bağlı, oldukça düşük ölçekli bir özellik içerisinde bulunan "insan ve toplum" tipinin ortaya çıkması ve bunun sürdü­rülebilirliği sağlanabilmiştir.

Yapısal bir değişim sürecine girmiş "Yeni Türkiye"'nin hem içerde hem de uluslararası alanda öncesine göre başarı sağlayabil­mesi için "öncelikle ve ivedilikle" kendi milli+manevi bütünlüğün­den hareket edebilen, yeni, 21.yüzyıl insan-toplum ve teknoloji ol­gusunu dikkate alan "birlikçi/bütüncül" özgün eğitim paradigması­nı geliştirmek zarureti içerisinde bulunmaktadır.

Çünkü İslam medeniyetinde "ilimin kapısı" olan bildirilen Hz. Ali(KV)'nin "çocuklarınızı onların yaşayacağı çağa göre yetişti­rin" ifadesiyle, eğitimin milli ve manevi değerler bütünlüğü-ne(özgünlüğüne), çağ kavramına ve eğitimin metodolojisinin bugünden geleceği yönetecek olanlara göre inşa edilmesine dikkat çekmesi gibi anlamların içerdiği söylenebilir. Buna göre söz konusu "metodlu düşünme" ilkesine dayalı yeni insan inşaası ilkesi(Topçu 1998:78), yerli değerlerden düşünen bilim adamları ve yöneticiler için ihmal edilemez bir önem ve değere sahip olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü metodolojik düşünme geleneği "düz­gün ve mantıklı gibi görünmeyen olayları düzene koymayı amaç­lar" (Passig 2011:19). Bundan dolayı yeni eğitim sisteminin milli ve manevi bütünlükçü çerçeve ile metodlu düşünme arasındaki ilişki­nin oluşturulmasına bağlı olarak "yeni insan inşası" önem taşımak­tadır.

Bütüncül metodlu düşünme-yeni insan inşaa ilişkisi, Türk milli eğitimi açısından özellikle yeni ufuk ve imkânların açıldığı 21.yüzyıl sürecinde gerekli görüldüğü söylenebilir. Bu konuda bir yandan milli eğitim teşkilatının başta milli vasfını pek de içermeyen eğitim anlayış ve yöntemi sorunu bu yeni ufka cevap verebilecek nitelikte gözükmemekte olduğu söylenebilir. Çünkü pozitivist eğitim anlayı­şına göre kurgulanmış bir milli eğitimde, Türk toplumunun gerçek yapısıyla "milliyetçilik ve ruh dava ve ideallerine karşı"bir bakışın gelişmesine bağlı olarak İslama karşı bir bakışın bulunduğu belirtilir(Topçu 1998:152). Bu durumun, 21.yüzyıl içinde yeni fırsatların karşısına çıktığı Türkiye için oldukça olumsuzluk teşkil etmektedir. Oysa David Passig ise "Türkiye'nin 21. yüzyıl tarihinin, kültüründe önemli bir yer tutacağınm"belirterek, Türkiye'nin"100 yıllık bir uykudan sonra doğal görevine geri döneceğini, bölgede büyük kuv­vetlerin dengelemesi gereken bir süper güç haline geleceğini açıkça gösteriyor"..." Türkiye kanında akan süper güç olma hissini yeniden yaşayacaktır"(Passig 2011: 15-16) diyerek, yeni dönemin bu lider Türkiye konumuna göre bir milli manevi bütüncül bakışa yönelik bir eğitim metodolojisi ve onun çıktısı olarak ideal kültürel zihniye­te sahip yeni insan tipinin oluşması gerekliliği ortaya çıkmaktadır.

Günümüzde bir toplumun ilerlemesi, kalkınması ve hatta dün­yada diğer toplumlar arasında varlığını devam ettirebilmesi için "aydın toplum" olma zorunluluğu bulunduğundan bunu da sağlayan başlıca unsur olarak eğitim gösterilmektedir.

Bundan dolayı yaşadığımız sanayi ötesi toplum sürecinde dahi ileri teknoloji, dünyanın bir köy haline gelmesi gibi etkilere rağmen eğitim, dünya toplumlarında, adetler, ahlak anlayışları, gelenekler, teknik seviye, ekonomik ve dini yaşam vs.birbirlerinden farklılık taşımalarına bağlı olarak toplumdan topluma değişmekte olduğu görülmektedir(Ergün 1992:30).Böylece eğitimin bu sosyo-kültürel farklılığa bağlı olarak ortaya çıkardığı farklı şahsiyetleri inşa etme yönünü, toplum yöneticileri ve aydınlarının hafife alınmaması gere­ken bir varoluş konusunu oluşturduğu söylenebilir. Çünkü modern Batı, modernleşme, çağdaşlaşma gibi ilkelerle Batı dışı toplumlara özellikle İkinci Dünya savaşından sonrasında, kendi pozitivist sos­yal bilim anlayışı ve onun eğitim paradigmasını dayatmıştır. Bu dayatmanın da aydınlanman, liberal-kapitalist maddeci akıl inşası­nı gerçekleştirmesi yoluyla dünya toplumlarının düşünce yapısını ve insan tipolojisinin inşasını tankla, topla, tüfekle değil bizzat eği­tim faktörü ile oluşturduğu ve aydın bağımlılaştırmasmı bu yolla sağladığı belirtilebilinir. Bundan dolayı çağımızda globalleş­me/küreselleşme izahlarıyla toplumların ve insanların "tek tip" düşünce üzerinde yoğunlaştırması projesine karşı, her toplumun kültürel izafilikten den dolayı farklılıklar taşıdığına dayalı görüşten hareketle (Şimşek 2008: 94); milli ve manevi bütünlüğü gelişti­ren "milli karakter, milli şahsiyeti oluşturan sosyo-kültürel merkezli şahsiyet inşasını ortaya çıkarabilmek için Türki­ye'nin artık özgün eğitim sistemini oluşturması zaruret taşı­maktadır.

Sosyoloji biliminde toplumu oluşturan temel kurumlar her top­lumsal yapıda zorunlu olarak bulunur görüşü hâkimdir. Buna göre toplumlar, kurumlar yolu ile kendi varlıklarını kültürel varlıklarını ve "birlikçi/bütüncül" kimliklerini sürdürmektedirler. Toplumsal yapıdaki bu kurumların aynı zamanda; sosyal davranışları, milli şahsiyet tipini, toplumdaki fertlerin kimlik bilincini, toplumun idea­list değerlerinin yeni nesile aktarılmasını, üretim hayatının ahlak-toplum etkileşim yönünü ve din-toplum-insan ilişkilerinin gelişimi üzerinde doğrudan tesir oluştururlar.

Türk toplumunun "geneli tarafından kabul edilen ortak kavram­lar olan" değerler merkezli zihniyet dönüşümüne (Tarhan 2011:20), "bir sistem dahilinde" ve entegre düşünüş ile nereden ve nasıl baş­lanacağına dair açıklamaların, pozitivizme bağlı olarak tümevarıma ya da tek bir faktörlü (bilimsel olarak kabul edilen) unsur ile açıkla­nabilir. Ancak o zamanda tek faktörlü açıklamalar, bu kurumların sistemsel bütüncül etkisinin görülmesinin üstünü kapatabilmekte­dir. Bu kapatış ise yeni özgün eğitim paradigmasının oluşmasını engelleyici bir gerçekliği ortaya çıkarmaktadır. Buna göre bu sosyo­lojik kurumların, Türkiye'deki milli ve manevi bütünlüğün sağlan­masında "toplam etki yapıcı" gücü ve rolü üzerine vurgunun neredeyse "hiç" düzeyinde bulunmaktadır.

Bu nokta yani sosyal kurumlar yoluyla eğitimde yeni şahsiyet oluşturucu paradigmaların inşası, sadece eğitim bilimlerinin konu­su olarak görülmemelidir. Yeni bir paradigmanı işlerliği için öz­gün Türk toplum yapı değerlerinin oluşturan kurumların bir­birleriyle karşılıklı etkileşimlerinin bütünselliğinden hareket­le eğitim ele alınması gereklilik taşımaktadır. Bunun sağlanma­sına bağlı olarak ancak bundan sonrasında bu kurumlar arası etki­nin ortak sonucunun eğitim ile olan iç ilişkisine geçilmelidir. Böyle­ce bu noktadan sonra ancak eğitim bilimlerinin tekniklerine başvu­rulmasının "birlikçi/bütüncül" bir eğitim paradigması oluşturma­da başarılı olunacağı söylenebilir. Fakat bu yeni eğitim paradigma­sını oluşturma adına konu eğitimdir deyip sadece eğitim bilimleri­nin teknik yönü ile meseleye öncelikle yaklaşılması durumunda da, sosyal kurumların toplum üzerindeki "entegre etkisi" gözden kaçı­rılmış olacağından, o zaman da ancak ve ancak her ne kadar iyi ni­yetli olunsa dahi pozitivizmin felsefi düşüncesinin ürettiği bakış açısından bilgi üretilmeye başlanma durumuna düşülebilme ihtima­li kuvvetle oluşabilir ki bu da; "milli ve manevi bütüncüllüğü sağ­layabilen yeni bir eğitim paradigmasının meydana çıkmasının önünü tıkayabilir.

 

1.1. TEMEL TOPLUMSAL KURUMLARIN EĞİTİM İLE OLAN İLİŞKİSİ

Sosyoloji bilimi açısından bir toplumsal yapıyı oluşturan temel kurumlar bulunur. Sosyal ilişkiler bu temel kurumların birbirleri ile etkileşimi çerçevesinde oluşur. Bu yönden bir toplu hayatında ku­rumların zihniyet içeriği, o toplumdaki sosyal etkileşimi, sosyal düşünüş biçimini ve bütün bunların sonucunda toplumu ileriye götürecek ideal insanı yani o toplumun "Büyük İnsanını" [http:// www.ozgunsosyaldusunce.com) inşa ederek, toplum o anı ve geleceği üzerinde inkâr edilemez hayati bir söz sahipliği bulunmaktadır. Konun bu kadar önemli olmasına rağmen, Türkiye'de özellikle böy­lesi sosyal konuları toplumlann birbirlerinden farklılıkları-nı(izafiliklerini) ortaya koyan kurumsal faktör merkezli analiz etme özelliğinden kaçınılması oldukça düşündürücü ve manidar bulun­malıdır. Çünkü bu yöntemden bakıldığında sosyal bilimlerin her toplum için özgünlük taşıdığı gerçeği bilimsel bir uygulama kazan­mış olacaktır. Bu durumda ise Batı liberal- kapitalist pozitivist mo-dernleşmeci bilgi ve düşünüşün Batı dışı bütün toplumları Batı de­ğerleri çerçevesinde "tek tipleştirme" yönteminden uzaklaşılmış, bütüncül "integral" bir eğitim karakterini oluşturmak mümkün olu-nabilecektir(Ülken 2001:94). Bu da Batı emperyalizminin artık eği­tim ve sosyal düşünce yolu ile dünya ölçeğinde gerçekleşmesinin önünü tıkamış olacaktır. Böylece milli ve manevi bütünsellikten hareket eden "şahsiyetli insan" inşası ve Batı'ya bağımlılıktan uzaklaştırıcı Türk-îslam sosyal düşünce sistemini gerçekleşmesi ve buna dayalı ekonomik, siyasal, kültürel ve eğitim konulan başta olmak üzere gelişme sağlanabilecektir. Başta Batı paradigmasının eğitim zihniyeti ve sosyal düşünce metoduna bağlı kalış ise bütün bu alanlarda ve böylece topyekûn gelişmenin önünün önemli ölçü­de tıkanmasının sağlanması anlamına gelmekte olduğu söylenebilir. Bundan dolayı günümüz koşullarında yeniden topyekûn toplumsal gelişmenin sağlanabilmesi için sosyolojik kurumsal yönteminin izafilik özelliğinden bakarak, Türk-İslam eğitim paradigmasının yeni dönemde oluşmasına aşikâr bir katkı yapabileceği düşünül­mektedir.

Toplumdaki temel kurumlar; aile, eğitim, din, ekonomi, siya­set ve boş zamanları değerlendirme olup, bunlar, kültür içinde son derece önem taşımaktadırlar(Aydın 2000: 24). Bunlar olmaksı­zın bir sosyal yaşam düşünülemez. Bir toplumda eğitim, ekonomi, kültür ve siyaset olaylarının yürütülme tarzı, kültürden kültüre geniş çeşitlilikler göstermektedir. Bu kurumlar her toplumda bu­lunduğu gibi aynı zamanda (örneğin din kurumu; Türklerde İslam iken Batı toplumlarında Hıristiyanlık olabiliyor v.s....) toplumdan topluma farklı özelliklerle donanmış olduklarından, bunların birbir­leri üe etkileşimleri sonucu oluşan insan tutum, tavır ve davranışla­rının farklı insan tipolojilerini oluşturduğu söylenebilir. Esasında bir topluma ait olmak o toplumun zihniyetine de sahip olma anla­mına geldiğinden her toplumunun farklılığı zihniyetlerinin de fark­lılığı anlamına gelmektedir(Bouthoul 1975: 21). Bundan dolayı toplumdaki kurumlar her toplumda içlerinden bir tanesi önder kurum olduğundan farklı toplumlarda farklı önder kurumlar ve zihniyetler bulunmaktadır. Önder kurumun etrafında diğer kurum­lar kendilerini, önder kuruma göre anlamlandırabilmektedirler. Buna göre örneğin Çin' de önder kurum aile, Roma' da siyaset, Batı medeniyetinde işe ekonomidir. Bu yapıda ekonomi dışındaki bütün diğer kurumlar kendilerini ekonomik düşüncenin toplumda hâkim olması için ekonomiye göre kurgulanmaktadır(Aydın 2000:24). Örneğin Batı medeniyetinde "eğitim" kurumu bu yapıda önder ku­rum olan. ekonomiye göre kendisini biçimlendirmek durumunda kaldığından eğitimin, ekonomik zihniyete uygun insan karakterini, faydacılığı, oportunuzim ve pragmatizme dayalı bir bilgi üretmek mecburiyetindedir. Yoksa ekonomik sistem kendi insanını eğitim yolu ile inşa edemez ise başarısız olur. Türkiye 'de ise önder kurum Cumhuriyete kadar din olup, Cumhuriyetten sonra ise Batı dü­şüncesine dayalı toplum yapılanmasına gidilmiş olduğundan "ekonomi" önder kurum olma noktasına gelmiştir.

"Zihniyet çatışmaları" tarih yapan toplumlardan ziyade taklitçi toplumlarda daha yaygın görülebilmektedir. Çünkü tarih yapan toplumlarda örf ve adetler o toplumun yazılı kanunundan ve resmi kurumların yönlendirici baskısından çoğu zaman uzaktırlar. Oysa taklitçi toplumlarda kanunlar ve kurumlar, genellikle örf ve adet­lerden önce gelerek toplumu yönlendirici bir etki ortaya koyabil­mektedir. Böylece toplumun özgün değerler merkezli seçkini ile iktidarı elinde tutanlar arasında bir zihniyet çatışmasının varlığı belirmiş olur. Bu zihniyet çatışmaları, toplumdaki kurumların de­ğişmesine yol açabümektedir(Bouthoul 1975:8-9).

Cumhuriyet başlangıcından günümüze değin Türk Eğitim sistemi Batı'daki mihver kurum olan ekonominin önderliğin­deki bir yapıya yönelik insan inşa vazifesi taşıdığından, "zihni­yet çatışmaları" bağlamında kendi özgün kültürüne yönelik bir yabancılaşma içine girmiş olmaktadır. Bundan dolayı, liberal -kapitalist ekonomik modele uygun pozitivist merkezli eğitim zihni­yetine bağlı olarak geliştirilen insan inşası ise, Türk toplumunun değerlerine tarihsel-kültürel dinamiklerine aykırı bir insan ve top­lum modelini ortaya çıkarmaktadır. Bu yapının ortaya çıkması ise bizzat Türkiye Cumhuriyetleri hükümetleri vasıtasıyla gerçek­leştirilmektedir. Türkiye'de Batı'cı aydınların Batı Medeniyet de­ğerlerini Türk toplumuna dayatarak toplumsal yapının Batı mede­niyet değerlerine göre biçimlenmesini başta eğitim yolu ile sağla­maya çalışıldığı görülmektedir. Bu noktadan hareketle dayatılan Batı medeniyet değerleri ile Türk toplumun özgün değerlerini ku­rumsal yapının mukayeseli analizine bakılması ile ortaya çıkan du­rum aşağıdaki tabloda gösterilmektedir. Bu ise Türkiye'de özgün değerler ve onun aydın tipi ile pozitivist kökenli iktidar aygıtı ara­sındaki zihniyet çatışmalarının ortaya çıkmasına yol açan önemli bir gösterge olduğu düşünülebilinir:

 TABLO 1 

Toplumsal Yapı Açısından Kurumlar

Kurumlar

Batı Medeniyeti

Türk-İslam Medeniyeti

Din

Teslis

Tevhit

Ekonomi

Liberal-kapitalist tekelci ekonomik yapı

Fert ve toplum arasındaki adaletli bölüşümü sağlayan

Denge ekonomisi

Eğitim

Tek dünyacı pragmatik liberal eğitim zihniyeti

Hem dünya hem de öte dünya bütünselliğine dayalı Dayanışmacı eğitim zihniyeti

Siyaset

Liberal içerikli temsili demokrasi

Adalet merkezli anti-tekelci demokrasi anlayışı

Aile

Egosantrik ve atomize olmuş aile yapısı (heteromorfik)

Dayanışmacı ve bütünleşmeci aile yapısı (isomorfik)



Böylece farklı sosyal yapılar da, farklı önder kurumlar vası­tasıyla toplum yapısını ve insan inşasını eğitim yöntemi değiş­tirmektedir. Bu nokta gözden kaçırılmaması gereken bir özel­lik taşımaktadır. Öte yandan bu kurumların birbirleriyle karşılıklı önder kurum liderliğindeki ilişkisi, o toplumun insanın kimliğini oluşturmaktadır. Örneğin Amerikan toplumunda ekonominin ön­derliğindeki eğitim anlayışı Amerikalı Edward, Mike, Helen ...gibi insan tiplerinin milli kimliklerini, dünya görüşlerini örmektedir. Bu milli kimlik anlayışını ve dünya görüşlerini pozitivist-pragmatist felsefeden beslenen liberal-kapitalist anlayışı veren eğitim zihniyeti yönlendirmektedir. Weber bu kimliğe sahip insanı yada insan tipo-lojisini "tarihsel birey" olarak ifade etmektedir. Bu "tarihsel birey" in bütün köken ve karakteristik niteliği de, çağdaş Batı sanayi me­deniyetinin kurumsal özelliklerine bağlı olarak oluşmuştur( Prades 1999:12).

Türk toplumunda ise Cumhuriyet öncesi milli kimliği ve dünya görüşünü oluşturan din kurumu olup buna dayalı bir eğitim verile­rek insan inşası geliştirilmiştir. Ancak aynı Anadolu coğrafyasında Cumhuriyet sonrasında pozitivizmin etkisindeki liberal-kapitalizmin ekonomi merkezli insan inşasına yönelik bir li­beral eğitimin verilmesine başlanmıştır. Buna göre ulusal kültür birliği, ilköğretimin yaygınlaştırılması yoluyla Türkiye çağdaşlaşa­cak, modernleşecek ve Batı'lılaşacaktır(Gökçe 2005:193). Bunu sağ­lamanın temel aracı ise önder kurumu seçimine bağlı olarak verilen eğitim zihniyeti bu yönde gerçekleştirilen kültür devrimini sağla­mıştır. Böylece "yeni insan" tipi pozitivist-pragmatist eğitim yolu ile milli ve manevi bütüncüllüğe dayalı kültür merkezli milli eğitim yerine teknik mahiyetli bir milli eğitim gerçekleştirilmiştir (Topçu 1998:40).

Bu noktada yeni bir yapı için eğitimin bir medeniyet/kültür/ ülke/toplum açısından hayati temel rolünü anlamak oldukça önem taşır. Bu konuyu açıklama adına eğitim başlığını oluşturan para­metrelerin, Türk ve Batı sistemi örneğinde ortaya koyduğu "farklı­lık" zihniyetini belirterek, meselenin sosyolojik ciddiyetini ortaya koyalım.

Bunu Tablo 2 ile açıklayalım:

TABLO 2 

Eğitimin her bir parametresinin Her iki sistemdeki farklı ZİHNİYET anlamları

Eğitim Kurumu

Batı Medeniyeti

Türk-İslam Medeniyeti

Ana Felsefesi

Materyalizm

Tevhitçi/bütüncül

Amacı

Seküler dünya başarısı

Hem dünya hem de öte dünya başarısı

Hedef İnsan Tipi

Ben merkezli Egosantrik insan

Toplum merkezli Dayanışmacı insan

Araçları

Seküler akıl, pozitivist bilgi

Hem seküler akıl hemde metafizik akıl bütünselliği, “birlik” ontolojik bilgi





 

 

 

 

 

 

 

Her iki tablodan da görüldüğü gibi Batı medeniyetini kurumları­nın içeriği ile özgün Türk toplumunun kurumlarının içeriğinin bir­birlerinden farklı olması bu toplumlarda ayrı milli kimlik, ayrı insan tipleri, ayrı kültürel, ekonomik, siyasal, eğitim.

Yine Tablo 2'de eğitimin kendi içindeki alt parametreleri de, her iki sosyal sistemde bunların farklı anlamlarla donatılmıştır. Türki­ye'nin Batı kurumlarını ve onun pozitivizm-liberalizm- kapitalizm etkileşmesine dayalı eğitim yöntemini benimsemiş olmasının bir açıdan anlamı; toplumun, devletin ve milli ve manevi bütünsel­lik taşıyan insan enerjisinin de devlet ve kurumlar yoluyla sömürülmesi anlamına geldiği düşünülebilinir. Bu da bir an­lamda "toplum, çıkarı peşinde koşan bireylerden oluşur, bireysel yarar ortak yarara zarar verir" şeklinde anlamlandırılan Sosyal Darvrinizmci yaklaşım ile Türk toplumunda insan egoizmini, güç­lendiren atomize bir tipin ortaya çıkmasını sağlamaya yol açtığı söylenebilir(Tarhan 2011:15).

21. Yüzyılda büyük Türkiye ideali için öncelikle somut olarak görülen bu farklılaşmanın farkına bilimsel ölçütler dâhilinde varılmalı(ki burada bu yapılmaya çalışılıyor) ve ondan sonra ancak öz­gün eğitim bilgisinin üretilmesine yeni bütüncül /tevhitçi yön­teme geçilmelidir.

 

1.2. TÜRK EĞİTİMİNİN ZİHNİYET AÇISINDAN KISA BİR DE­ĞERLENDİRMESİ

Milli eğitimin, bir toplumu oluşturan sınıfların, tabaka ve zümre­lerin üstünde "tek bir varlığı tanımalı ve tanıtmasının gerekli olduğu" belirtilir. Yani milli eğitim, toplumu meydana getiren sınıf ve tabakalara, kendi sınıf ve tabakalarının üstünde olan milli ve manevi bütüncül menfaati unutturmaması gerekir. Bunu sağlamaya yönelik eğitim faaliyetlerinin de toplumdaki sosyal dayanışma ve bütünleşmeyi sağlama fonksiyonunu yerine getirecek şekilde uygu­lanması zaruret taşımaktadır. Bu durumun eğitim-toplum bütün­leşme ilişkisinin önemini ortaya koymaktadır. Pek çok bütüncül değerlerden hareket eden yazarlara göre bu sağlanmadan eğitim yoluyla kalkınma ve gelişmeyi sağlamak da mümkün değildir (Gün­gör 1991;113-114).

Sosyal ve milli eğitimi toplumdaki bütün fertlere aşılanmasıyla, Batı kültürünün değer sisteminin ürettiği atomizasyonu ortadan kaldırabileceği belirtilmektedir. Böylece gücün; tek bir ideal, tek bir fikir veya his olmaktan uzaklaşarak, toplumun menfaatleriyle fertlerin menfaatlerini aynı derecede koruyan ve tahakkuk ettiği takdir de her ikisine de aynı ölçüde tatmin eden değerler bilinci, bir kıymetler sistemini oluşturması imkânını meydana getirebilir. Bu yolla toplumların varlığının, devamının ve kalkın­masının sağlanmasında birlik şuurunun önemi görülecektir. M. Turhan'a göre toplumun düzeninin, hürriyetinin ve devamının ko­runması, kendilerini bu uğurda kayıtsız şartsız feda eden bir avuç idealistin fedakârlıklarından çok, gerçek değerleri öğrenmiş ve his­setmiş, kendi menfaatleri kadar toplumun menfaatlerini de düşü­nen yüksek sosyalleşme eğitiminden geçmiş bütün fertlerin faali­yetleriyle sağlanabilmektedir. Hatta gerçek idealistler bile ancak bu ortam da yetişebilmektedirler(Güngör 1991:114). Bu da ancak milli eğitimle yoluyla sağlanabilir.

Türk toplumunun ideal sosyal düşüncesinde; eğitimin, milli şu­ur oluşturucu yönü, fert-toplum dengeci anlayış ve milli ve manevi bütüncül özelliğine sahiptir. Bundan dolayı eğitim, ülke kalkınması­nı adeta manivelası durumundadır. Ancak Türk Eğitim Sisteminin dünden bugüne ana sorunu; Tanzimat'tan günümüze değin Batıcı aydın tipi ve bu kesimin devletteki bürokratik elit olarak yer alma­sına bağlı olarak eğitimci-siyasetçi-teknokrat unsurunun belirlediği politikaların hayata geçirilmesine bağlı yaşana sorundur. Bu kesim Batı'yı "gelişi güzel taklit etmek, Batı'nın kültür kırıntılarını" ülke­mize "ithal etmekle her şeyi halledebileceklerini" sanmışlar ve sanmaktadırlar. Bu durum Türk eğitim sisteminin Tanzimat'tan bu yana yapıla gelen daimi bir hatasıdır(Küçük 1980: 468). Batılılaş­manın neticesi olarak eğitime yapılan değişikliklerin gelişigüzelliği, yani Batılılaşmaya tesir etmekte ve Batı'ya sırf şekli benzemenin dışında meydana bir şey koymamaktadır. Bundan dolayı Mümtaz Turhan "bizim eğitimimiz, ahenk ve dayanışma, gaye ve hedef­ten mahrum bulunmakta, bir sistemsizlik ve buhran içindedir" diyerek Türk eğitim sisteminin içinde bulunduğu kaotik tabloyu ortaya koyabilmektedir. Mümtaz Turhan bu konuyu daha da derin­lik içeren bir açıklama ile sorunu pekiştirmektedir. M.Turhan, Tür­kiye'nin tarihsel-kültürel-kutsal bütünselliği sağlayamaya yönelik olarak "gerçek ihtiyaçlarıyla ilgisiz, gittikçe genişleyen Türk Eğitim Teşkilatımız, boş dönen ve yalnız gürültü çıkaran bir çark halinde ülkenin kesesinden çektiği muazzam paralarla sırf onun sırtından geçinen asalak insanlar ortaya çıkarmaktadır" şeklinde değerlen­dirdiği görülmektedir(Küçük 1980:472). Bu durumu aşabilmek için Türk eğitim sisteminin şuurlu ve kararlı ülke gerçeklerine çağın anlayışını idrak eden bir noktadan bakarak eğitim sisteminde bü­tüncül yöntemi kullanarak "insan unsuru" nu bu anlayışa göre eğitmek ihtiyacının bulunduğu söylenebilir. Bu "insan unsuru" nun yükselebilmesi için de eğitimin bütüncül yönde faaliyete geçmesi gerektiği söylenebilir(Küçükl980:472).

1960'lı yıllardan bu yana planlı döneme geçilmesine rağmen "Planlı kalkınma hamlelerinde ısrar edilen hatalardan birisi de" insan merkezli düşünme yoksunluğuna bağlı olarak, "insan unsuru­nun iyi eğitilmesinin kalkınma planlarının dışında bırakılmış" olma­sının devlet eliyle, devletin pozitivist teknokrat zihniyeti yolu ile yapılan hatalar oluşturmaktadır.

M.Turhan 1969 'a kadar bunları söylemiştir. 1970 ve 1980'ler de öz itibariyle değişim "hiç" düzeyinde gerçekleşmiştir. Çağın değer­lerine özgün yerli bir noktadan bakarak yön verme işinde gerilim arttıkça açık büyümekte ve buna bağlı olarak eğitimin sorunları yapısal olarak aşılamaz bir noktaya gelinmekte olduğu görülmüş­tür. Bu mesafeyi kapatma adına hazır reçetelere yönelinerek, Batı medeniyetinin pozitivist eğitim mekanizmalarını taklit ederek ona hayranlığın daha da ilerlemiş bir heyezan halinde ve bütün hışmıyla sosyo-kültürel yapımızdaki tahribatlarına alabildiğine devam et­mekte olduğu söylenebilir(Küçük 1980:473:).

M.Turhan'm insan unsurunun eğitim de girişim düşüncesi vaz­geçilmez ilk ilke olarak kabul etmesinden hareketle, hem dünyevi duygular ve eylemlerinde hem de ahir et sorumluluğuna yönelik unsurları "birlikte" yerine getirebilen "ferdi girişimcilik ve üretim yeteneğine sahip bir nesil yetiştirmek eğitimimizin ana gayesi olmalıdır" demektedir. Hz Peygamber (SAV)'in iki günü birbirine eşit olan insanın zararda olacağı beyanı çerçevesinde milli ve ma­nevi eğitim bütünselciliğinin/birliğinin/birlikteliğinin/tevhitçi "di­namik insanın" inşasına dikkate çekmektedir. Buna göre de kendi­sine göre teorik olsun, pratik olsun, mesleki veya kültürel olsun her hal -ü- karda eğitim sistemimiz gayesizlikten ve taklitçilikten mut­laka kurtarılmalıdır. Buna göre Turhan: "Memleketin bu günkü asıl derdi okuma-yazma bilenlerin azlığında değil, münevverlerin iyi yetişmemiş olmasındadır..."(Küçük 1980:473). Çünkü milletçe yük­selmek için yani" kurtulmak için her bakımdan Batı milletlerini taklide mahkumuz" düşüncesinden hareket eden taklitçi yarı aydm-ların/"yarı alimliğin" giderek çoğalması Türk toplumunun hemen hemen her alanını negatif anlamda etkileyecek bir sorunun oluşma­sını sağladığı söylenebilir(Said Halim Paşa 2009:101).

Türkiye'deki cehaletin gerçek sorumlularının bu günkü taklitçi ve yarı aydın tipler olduğunu unutmamak gerekir. Aydınlanmacı-pozitivist taklitçi ve yarı aydınların tiplerin, günümüz Türk eğitim sistemindeki uygulamalara bağlı olarak Türk -İslam medeniyet değerlerine dayalı milli şuur, milli ve manevi bütünselliğe dayalı karakter ve terbiye ye yönelik bilgileri oluşturmayacaktır. Bu konu­da M.Turhan: "üstelik bu yarı münevverlerin memleket hesabına yaptıkları en büyük fenalık, şüphesiz daha iyi neslin yetişmesi­ne mani olmuş bulunmalarıdır..."diyerek eğitim-özgün sosyal düşünce-ideal insan etkileşimine dikkat çekmiş olmaktadır.

Eğitimin görünüşte hiçbir üretim faaliyetinde bulunmamasına rağmen, onun en önemli vazifesi, en mühim vasıtası olan ve cemi­yette her sahanın, her teşkilatın ve her müessesenin temelini teşkil eden insan unsurunu yetiştirmektir. Bu konuda M.Turhan:

"...umumi ve yüksek tahsile dayalı müesseselerimiz nasıl ki me­mur ve bir iki serbest meslek mensubundan başka bir tip insan yetiştirmiyorsa, teknik öğretmen teşkilatımız da sadece nazariyat­tan öte geçmeyen bir takım fuzuli meşgalelerle hususi teşebbüs fikir ve kabiliyetinden mahrum bir takım işsizler ordusu yetiştirmekte­dir. Bunun asıl sebebi ise tahsil müesseselerini memleketin hakiki ihtiyaçlarına, onun iş sahalarındaki imkânlarına göre ayarlayacak yerde şuradan buradan kopya edilmiş mücerret veya nazari şema­lar üzerinde ilmi ve ameli ihtisastan mahrum insanların bu müesse­selerin başında bulunmalarmdandır" (Küçük 1980:472-473). Böyle­ce Türkiye'nin eğitim konusundaki hem teknik yönden hem de icra edicilerin yetersizliklerinden kaynaklanan sorunların ciddiyetine dikkat çekilmekte olduğu söylenir. Bu sorunların günümüzde de benzer bir çerçevede devam ettiği gözlenmektedir. Türkiye'deki eğitim sorununun çok cepheli olması ve söz konusu sorunun özel­likle zihniyet temelli bir felsefe oluşturmaya ihtiyacına bağlı olarak daha çözümlenebilir olduğu belirtilir.

 

2. TÜRK VE BATI MEDENİYETLERİNİN EĞİTİM FELSEFELE­RİNE MUKAYESELİ YAKLAŞIM

Batı medeniyetinde Hıristiyanlık ile la dini sürecin karşılıklı mü­cadelesine bağlı olarak dinin, toplum alanından çıkarılması sonucu materyalist akıl, aydınlanma, pozitivizm, sanayileşme, liberal-kapitalizm süreçlerine bağlı olarak bu süreçlerin toplumda benim­senmesine yönelik eğitim anlayışı sistemleştirilmiştir.

Eski Yunan materyalist düşüncesini bir yana bıraktığımızda Ba-tı'da yakın geçmişte aydınlanma düşüncesi ve onun eğitim para­digması, modern Bat'nın materyalist toplum yapısını ve insan tipo-lojisini oluşturmuştur. Nedir Bu aydınlanma felsefesi ve onun eği­tim anlayışı?

Aydınlanma, Batı'da 18.yüzyılda başlamış ve din, bilim ve meta­fiziği dışlayarak akim kullanılmasını eğitiminin temeline alan bir anlayışı içermektedir.

Aydınlanma, her şeyden önce mutlak bir akılcılığa dayanır. Buna göre insan davranışının biricik rehberi gelenek ya da din olmayıp, tabiat yasalarının "sürekliliğini" ve "düzenliliğini" gözlemleyen akı­lın, tabiattaki bu süreklik ve düzenlilik ilişkisini sosyal bilim­lere taşımasıdır. Böylece Aydınlanma, kendisi dışında başka hiçbir kaynağı dikkate almayan "akıl"a olan inanç ve bu akıldan hareket eden insanın "faydacılığı" ile karakterize edilmektedir.

Aydınlanmanın baş düşmanları; Din, metafizik ve bu olgulardan hareket ederek milli insanı inşa eden vahiy veya metafıziki değerle­re dayalı milli eğitim zihniyetidir. Akıl ve bilim ise onun en büyük kahramanı olmaktadır. Bu anlayış, yani din veya vahiy anlayışından uzaklaşıp sadece akıl önem vermek artık yeni pagan olmuştur.

Aydınlanma felsefesi sosyal bilimlere şu çok açık programı da­yattı: Tarihsel ve kültürel önyargılardan uzaklaştırılmış insan tabia­tına yönelik ezeli ve ebedi hakikatler merkezinden hareket eden bir sosyal bilim yöntemi geliştirmektir (Akm/Şimşek/Erdem 2007: 28-29).

Böylece Aydınlanma düşüncesi epistemolojik bilgiden hareket ederek, din ve metafiziğin geleneksel düşüncesini sosyal bilim anla­yışından uzaklaştıran bir ideolojik çevre oluşturur.

Batı medeniyetinde liberal ekonomik görüşlerin eğitim ve öğretim politikaları, bu medeniyetin yapısının ekonomik, siyasi, Mltürel ihti­yaçlarının karşılanması ve özellikle de ekonomik başarının sağlan­ması üzerinde oldukça güçlü etkileri olmuştur (Gutek 2001:196).

Aydınlanmacı liberal görüşün eğitim-liberal toplum inşasın da, eğitimin maddeci, faydacı ve pragmatis bir sosyolojik fonksiyon taşımasına karşın Türk toplumunda ise eğitim-milli toplum etkile­şiminin niteliği, insan inşası ve onun öncelikleri, farklı bir kültür ve zihniyet içeriği taşımaktadır. Buna göre Türk sosyo-kültürel sistemi özgün kültür ve zihniyet anlayışına göre eğitim; soyut bir insanlık mefhumuna dayanmaktan öte, reel toplumsal varlığı kabul eden bir anlayışa sahiptir. "Liberal düşüncedeki evrensel insanlık anlayışı yerine, İnsanın ait olduğu bir toplumu ve kültürü olduğundan önce­likle onun "millilik" taşıması yönüne dikkat çekerek, eğitimi buna göre anlamlandırmaktadır" (Akm/Şimşek/Erdem 2007: 28-29).

Batı medeniyetinde liberal-kapitalist iktisat felsefesi, bireycilik ve özel mülkiyeti benimseyen zihniyet ve kavramsal çerçeveyi oluş­turarak, bunların sağlanma koşullarını ve meşrulaştırılmasını sağ­layıcı liberal içerikli eğitim anlayışını benimsemiş olduğu söylenebi­lir(Akın/Şimşek/Erdem 2007:34). "Bu iktisat zihniyetinin poziti­vizmden aldığı tesir sonucu temel vurgusu, mübadele konusunda olmaktadır". Böylece liberal-kapitalist iktisat eğitiminde insanın; toplumculuğa yönelik etkileşimi dışlanması sağlanmıştır. Bu ilişki­nin yerine liberal-kapitalist eğitim insanın madde ile yani eşya ile olan ilişkisi öne çıkarılarak materyalist bir eğitm sisteminin madde­ci, seküler insanı inşa etmesi sağlanmış olunmuştur. Buna göre libe­ral-kapitalist tek boyutlu(maddi) toplum felsefesine göre, "insanlar artık birbirlerine doğrudan kültür-değer etkileşimine dayalı bir zihniyetle değil de mal (madde) haline gelmiş olan piyasanın aracılı­ğıyla" toplumsal ilişki ve sosyal eylem geliştirme yoluna yönelmiş oldukları görülmüştür. Bu zihniyete göre, insanlar arası ilişkileri kültür-değer-madde etkileşimi yerine artık, sadece nesneler arası ilişkiler düzeyine indirgemiştir. Bu açıklamalar çerçevesinde poziti-vist felsefe içerikli liberal-kapitalist iktisat merkezli eğitim zihniyeti, "toplumda başta eğitim anlayışı olmak üzere her şeyin eşyalaşmasını(maddeleşmesini) sağlayarak, bir "eşya(madde) fetişizmi"ni ve yabancılaşmayı, beraberinde getirdiği gibi, eğitimde de fırsat eşitli­ğinin herkes için aynı olmaması sosyal sınıf farklılaşmasını oluşma­sına kaynaklık etmektedir"(Akın/Şimşek/Erdem 2007:35).

Klasik liberal iktisadın ahlak teorisyenlerinden A.Smith, ekono­mik ilişkilerde insanların içinde bulundukları egoizmin şekillendir­diği çıkar (menfaat) anlayışına dikkat çekmiştir. Daha sonrasında ise İngiliz tabiat âlimi olan C. Darwin"canhlar yaşamak için muhtaç oldukları şeyleri kazanmak maksadıyla rekabet ederler ve birbirle­rine düşman olark mücadele ederler" diyerek(Bolay 2008: 43) ma­teryalist ilişkileri kavrayacak onu sistemleştirecek bir eğitim anla­yışının oluşmasına öncülük ettikleri söylenebilir. Bu konuda Smith'e "başkalarının sizin isteklerinizi yerine getirmesi için, onun da bundan "çıkar"ımn olduğunun gösterilmesinin son derece başa­rılı bir yöntem olduğunu" ifade ederek, "her zaman kendi ihtiyaçla­rınızdan değil, onların bundan elde edecekleri kazançlarını vurgu­layarak, gerçeği perdeleyen bir zihniyet anlayışı ile "kazanma" ama­cı ğerçekleştirilmesi"ne vurgu yapmıştır (Akm/Şimşek/Erdem 2007:35). Böylece bireyciliği ve egoizmi geliştiren liberal bir eğitimin topluma kazandırılması başarılmıştır. Bu eğitim zihniyetine göre toplumdaki insan tipolojisi salt kendi çıkarları peşinde yoğun­laşmasının rasyonel bir durum olduğu öğretilmiş olarak iktisadi bireyin yabancılaşmasının da yolu açılmış olunmakla birlikte bu bireyin kalbinin olmadığına güçlüyü koruyup zayıfı tesadüfün kap­risine bırakıyordu(Özel 1994:18).

Bu noktada pozitivist liberal-kapitalist eğitim düşüncesinin 20. yüzyılda Batı medeniyetindeki en önemli düşünürlerinden olan J.Dewey ise Amerikan eğitim sisteminden hareketle eğitimi Darwin'in "Evolution" teorisinden esinlenerek "Pragmatizm"i görü­şünü savunmuştur. Pragmatizm, doğrudan doğruya pratiğin teoriye karşı üstünlüğü ilkesini benimser. Teoriyi meydana getiren iş (praxis) dir. J.Dewey "Eğitim ve Demokrasi" adlı eserinde Pragma­tist felsefenin toplu, okul ve birey ile olan etkileşimini belirtmiştir(Akın/Şimşek/Erdem 2007:20-21). Böylece Dewey, pragmatizmi eğitimle yoğun bir şekilde irtibatlandırarak, Darwin'in fikirlerinin kendisine büyük tesir yapması sonucu onun teorisinin ilkelerini kendisinin pragmatist zihniyet içerikli eğitim felsefesini oluşturma­da kullanmıştır(Bolay 2004: 77). Bu noktada Pragmatist eğitim felsefesi insanı, tabiatın bir parçası olarak ele almıştır. İnsan sadece bu dünyada yaşamını esas aldığından söz konusu eğitim felsefesi­nin, bu dünya ve öteki dünya diye bir ayırımı kabul etmemekte ol­duğu anlaşılmaktadır. Buna göre "pragmatist eğitim felsefesinin insanı, sadece seküler yani dünya merkezli düşünen dünyevi bir insan olarak eğitilmektedir. İnsan biyolojik ve sosyal bir or­ganizmadır. O ancak biyolojik ve sosyal dürtülerle hareket etmek­tedir" (Atan/Şimşek/Erdem 2007:21).

J-Dewe/in pragmatist eğitim felsefesin de çocuğu bir ruh-beden(bütüncül/"birlik hali"/insan da tevhidin oluşması) bütün­leşmesi şeklinde değerlendirmemektedir.

Buna göre pragmatizm, sonuçlara önem verir. Sonuçların insan­ların kurmuş oldukları hipotezlerle elde edilmesinden dolayı pragmatist için her fikir, hayatın pratik olayları içinde denen­melidir.

Pragmatist düşünceden hareketle eğitim felsefesini buna göre şekillendiren Dewey, Amerikan pragmatist eğitim felsefesinin kö­kenlerini Darwinist yaklaşımdan hareketle ele alır. Dewey yine pragmatist akıl ile Amerikan eğitim sistemi ilişkisini kurmak için şöyle devam eder:

Pragmatist, bugünkü toplumdan memnun olmamaktadır. Ame­rikan pragmatisti, bütün doğmalara karşı şüphe içindedir. Bundan dolayı Allah ile fazla bir işi bulunmamaktadır. Pragmatist, her işini insanlarla görme amacını taşımaktadır. Pek çok hakikatlerin yan yana geleceğini bilir ve tecrübecidir. Pragmatist insanın güven­diği tek şey akıl ve gözlemdir. Yani tümevarımdır.

Pragmatiste göre eğitim, bireyin içinde var olan yeteneklerinin dış dünyadaki duruma uyum sağlamak amacıyla gelişmesidir. Eği­tim sürecinin bunun dışında bir hedefi bulunmamaktadır. Çocuğun statik bir yetişkin değil fakat her olumlu gelişmeye kendisinin uyum gösterebileceği dinamik bir varlık olarak yetiştirilmesi gerekir. Bundan dolayı eğitim, sürekli bir uygulamadır"

şeklinde ifade edilmekle, (Akın/Şimşek/Erdem 2007:21-22). Ba­tı'da uygulanan eğitim felsefesinin insanı tek dünyacı, akılcı, metafi­ziğe inanmayan, insanın Allah ile işi olmayan, maddeci, şüpheci bir eğitim anlayışını Batı sistemine yerleştirmiştir.

Buna göre Dewey eğitim felsefesini, Darwinist teoriden hareket­le tümevarımsal metodolojiyi kullanarak akıl ve tecrübe merkezli sadece dünyayı düşünen tek boyutlu bir eğitim paradigmasının oluşmasına katkı sağlamış olduğu anlaşılmaktadır (Akın/Şimşek/ Erdem 2007:22).

Bu açıklamalardan da anlaşıldığı gibi Batı düşüncesindeki eğitim-insan-toplum ilişkisinin açıklayıcı parametrelerinin yeterince geniş ve kapsayıcı olmadığı anlaşılmaktadır.

Dewey'in Batı Medeniyeti için öngördüğü bu pragmatist eğitim felsefesi, Batı'mn kendi geçmişindeki aydınlanma, pozitivizm, libe­ralizm ve kapitalizme gelişimine uygun hatta onları tamamlayıcı bir rol taşımaktadır. Dewey'e göre gerçeğin doğru bilgisine, teorinin doğrulanması ile ulaşılır" diyerek pozitivizmden hareketle Batı'da önder, kurum olarak ekonominin belirleyicilik taşımasına bağlı ola­rak bu zihniyetten hareket eden enstürmantalist(aletçi) eğitim sisteminin(Bolay 2004:77);

Seküler yani sadece dünyacı bir insan tipini yetiştiren, bireysel­ciliği geliştiren, "bu işten benim ne kadar faydam olur" şeklinde düşünebilen böylece de maddi dünyanın koşullarında başarılı bir "birey" (individual) olmayı ortaya çıkarmaktadır. Bu çerçevede, eşya ya olaylara ve dışa dünyaya sadece akıl çerçevesinden yani "niçin" yerine "nasıl"dan bakarak pozitivist bilgi üreten bir eğitim sistemi­nin yapısı kurulmuştur(Bolay 2004:74). Tüm Batı medeniyetinin demokratik ülkeleri bu eğitim sisteminden hareketle insanını; eko­nomik olaylarda homo-economicius(her olayda öncelikle ekonomik ve kendisine bununfaydası ne kadar diye düşünen), sosyal olaylar­da ise homo-laicus(egonunun hazlarının ve çıkarının peşinde koş­ma, başkalarının hak ve hukukunu hiçe sayma) düşünen insanı inşa etmiştir. Yani modern insan almış olduğu bu pragmatist eğitim yolu ile homo-eonomicius ve homo laikus zihniyete sahip olarak eğitilen insan olmuştur. Bundan sonra bu eğitim zihniyeti ile yetişen liberal kapitalist pragmatist birey, Afrika'daki açlığın, 20.yüzyılda iki dünya savaşında milyonlarca insanın ölmesi,. Afganistan dramı, Irak zul­mü... gibi sosyal ve siyasal bir dünyanın oluşmasını sağlayan so­rumlu ve suçlu aktör olmuştur.

Türk- İslam medeniyetinin kendine has değerleri eğitime sadece dünya merkezli bakmadığından bilgiyi de buna göre kurgulamıştır.

A.K Bilgiseven ise bu iki bilgi üretme yönteminin yani tümeva­rım ve tümdengelim metotlarını birleştiren paradigmanın işaretle­rini Kur'an'da yer alan bilimsel bir ifadeye dikkat çekmektedir;

Mülk suresinin 3-4, ayetlerine göre "O, yedi göğü birbiri üzerine tabaka tabaka yarattı... Gözünü döndür bir bak, bir bozukluk görüyormusun. Sonra gözünü iki kez daha döndür bak. Göz (aradığı bozukluğu bulamayarak) hor, hakir bitkin ve ümidini kesmiş olarak sana döner". Söz konusu açıklamaya göre "Yedi göğün yaratılması"-kâinatın yaratılması; tümdengelim (mana/cem) metoduna vurgu yaparken, "Gözünü döndür bir bak... Sonra gözünü iki kez daha döndür bak " ifadesi ise tümevanm(madde/fark) metoduna dikkat çekerken, bilimsel bilginin ancak bu iki metodik yöntemin "birlik­te" kullanılmasıyla yani aynı anda onların bütünlüğünden/ bü­tüncüllüğü ile elde edilebileceğini ortaya koymaktadır. Böylece, her biri kendi ölçüleri içinde birer gök realitesi olan atomlar­dan kâinata kadar bütün yaratılmış realiteler (tümdengelim-mana) ile gözümüzü deneme ve gözlem yoluyla tekrar tekrar (tümevarımı kullanma-madde) metodlarıhm birlikteliğin/ bütüncüllüğünden/tevhidi oluşturmaktadır. Bu sosyal bilim kainat formülüne dayalı olarak bu bilim metodu ile başta eği­tim olmak üzere sosyal, siyasal, kültürel, etnik, milliyetçilik konuların çözümlenmesine yöneltilmesinin gereği belirtilir. Buradan hareketle bu ikisini birlikte kullandıran "tevhitçi/ bütün­leştirici paradigma" ile soyut fakat en geniş ve kapsamlı bir bilgi edinme yöntemine kavuşulmuş olunmaktadır. Bu ise İslam mede­niyetinin her çağda uygulaması gereken bilimsel bilgi üretme yöntemini oluşturmaktadır(Bilgiseven 1992b:74-75). Bu eğitim yöntemi Osmanlı Devleti'ni cihan hakimiyetine götürmüştür. Bu bilgi yöntemi Kur'an idir.

Kur' an kendi bilgi üretme yöntemini yani eğitim metodunu;

Fark(maddi) + Cem(Mana) ="Bir"lik/ Tevhit

formülü ile açıklamaktadır(Bilgiseven 1990:13). Buna göre FARK + CEM = TEVHİT formülünün TOPLUM İNŞA ETMEYE yönelik eğitim anlayışı, İslami inancın bir sistem oluşturmasından doğan sonucu olarak belirtilir.

Tevhit, Fark ve Cem idraklerinin birlikteliğini bütününü/bü­tüncüllüğünü ifade eden bir kavramdır.

Fark+Cem=Tevhit formülü, bütün bilimlerin temelinde yer alan bir ana kanun(temel tabiat kanunu) niteliğinde olup, Kur'an kökenli olduğundan, Türk-İslam medeniyetinin özünün EĞİTİM konusun­daki temel yaklaşımı bu yönlü olmaktadır. Medine İslam Devletini, Endülüs Emevi Devleti'nin ilk 250 yıllık dönemini, Selçuklu'yu, Os­manlı'yı farkılı çağlarda/zamanlarda başarıya ulaştıran bu bütün-cül/tevhitçi eğitim yöntemi olmuştur.

Sosyal ilimlerde ve buna bağlı olarak Türk eğitim sisteminde Fark+Cem idraklerini birlikte ele alan

eğitim politikaları,

insan inşa etme,

öğrenci yetiştirme,

öğretmen yetiştirme,

bürokrat yetiştirme,

kurumların yapısal organizasyonunu buna göre kurma zarureti bulunmaktadır.

Bu konuların tevhitçi/bütüncül/birlikçi sistem ile yeniden yapı-landırılmadığı durumlarda ise Türk toplumun lider(büyük) insan, lider devlet, lider medeniyeti yeniden kurmasının söz konusu ol­mama ihtimali güçlü gözükmektedir. Çünkü bu tevhitçi eğitim sis­temi, "Ben içinde "Biz"ci" dünya algısına sahip insanı yani dayanış­macı, fedakârlığı kendisinden başlatan, sömürmeyen, kendi dışındaki her şeyi ötekileştirmeyen bir ideal, aksiyoner adaletçi insanı inşa etmektedir. Yani bu eğitim sistemi " bilgi ve birlik şuuru"ndan hare­ketle dayanışması insan yetiştirme yöntemini oluşturur (Bilgiseven 1992a: 169).

Modern pozitivist, seküler, laik, liberal-kapitalist dünyanın elin­de böylesi bir formül bulunmadığı söylenebilir. Buna karşın ise uy­gulamalardan ortaya çıkan sonuçlara göre modern Batı dünyasının eğitim sistemi insanına; bencilliği üreten, çatışma kültürünü aşıla­yan bir eğitim sistemi ve insan yetiştirme yöntemi bulunmaktadır.

Hâkim Batı medeniyeti bu materyalist içerikli eğitim felsefesine dayalı insan yetiştirdiğinden dolayı günümüz dünyası "bu insanın yapıp ettiklerinden " dolayı bunalımlar yaşamaktadır. Türkiye ise bu eğitim sistemini, Cumhuriyet devriminden sonra zihniyet itiba­riyle batılılaşma bağlamında benimsediğinden dolayı kendi özüne uygun tevhitçi eğitimden uzak kalmasına bağlı olarak bunalım ya­şayan, bağımlı ekonomi, siyaset ve kültürel pozisyon taşımaktadır (Bilgiseven 1992a: 227).

Buna göre Batı'nm sadece FARK merkezli akılı paganlaştırıcı homo-economicus ve homo-laikus bilgi edinme süreci ve eğitim sistemi oldukça geridir. Çünkü bu yöntem, aklı paganlaştırarak ona yaratıcılık atfetmektedir. Oysa J. Locke bile akıl(madde) yaratma gücünden yoksundur. O, kendiliğinden kendi kendisine bilgi yarata­cağı iddia edilemezliği belirtir(Bolay 2008: 71). Yani o, sadece yara­tılmış olanın anlaşılmasını sağlar. Buna göre akılı merkeze alan mo­dern pragmatist eğitim zihniyetini benimsemek durumunda kalın­ması halinde bu yöntemi doğrudan doğruya kendi eğitim sistemine almış bir Türkiye, insanını fonksiyonsuz kılmış olmaktadır. Çünkü bu pagan kültürüne göre devşirilmiş insan da, devleti kendi özgün kültür kodlarına göre yönetemeğinden O'nu iddiasız hale getirmiş­tir. Son 200 yıldan itibaren başlayan ve giderek artan etkisini top­lumumuzda gösteren pozitivist-pragmatist-liberal aklı paganlaştırı­cı eğitim zihniyetinin tarihi tecrübesinden hareketle, Türkiye'nin bu eğitim sisteminin başta felsefi daha sonra bu felsefi anlayışın uygu­lamadaki etkilerinden şiddetle çıkılması zarureti bulunmaktadır. Çünkü liberal anlayışta kişinin bireyselliğinin topluma göre öncelik taşır. Buna yönelik olguların grup ya da sosyal ihtiyaçlar için feda edilmemesi gerekir. Öte yandan da bu liberal eğitim anlayışı içinde kişinin dini inançlarının özel olup devletin buna karışmaması gere­ğinin öğretim hayatına yansımasını esas alınmış olması, liberal eği­timde bireyin bireyselliğine seküleristik manada özel bir önem ve­rilmekte olduğunu göstermektedir(Gutek 2001:200-201).Böylece bu Batı'cı değerlere göre eğitilen. Türk insanın; "toplumda kimlik buna­lımı yaşayan, insanının milli+manevi bütünselliği taşıma konusunda şahsiyet sorunu içinde bulunduğu yerli aydının horlandığı, üniversi­tenin ise taklitçiliğin ve aşılmış sıradan bilgilerin tekrarını yaparak ve bunu da bilimsel gelişme-bilimin hâkim olması sanısın içine giren hamakatçı bir anlayışa büründüğü, Milli girişimci yerine seküler giri­şimciliğin sermaye hayatını yöneten ve böylece taklit sanayi ve dışa bağımlılı sağlayan... bir dizi gelişmelerin ortaya çıkmasını başarmış" olduğu söylenebilir(http//:www.ankarameydani.com).

Buna göre Türkiye açısından önümüzdeki dönemde bu olumsuz­lukları aşarak gerçek bir eğitim zihniyet değişimi için, Türk toplumun sosyo-kültürel özellikleriyle Batı toplumunun liberal-pozitivist-pragmatist eğitim zihniyetlerini ancak bu yönlü kavrayışlarına bağlı olarak geliştirilen mukayese tekniği ile söz konusu olabilir. Türki­ye'nin eğitimine yönelik fiziki kapasiteni ve idari yapılanmanın ge­liştirilmesi meselesi buna göre ancak ikincil öneme sahip durum­dadır. Değişime yönelik ağırlığın, felsefi noktadan daha çok ikincil unsurlara verilmesi durumu ise, görüntü itibariyle bir değişimi ifa­de ediyor olsa dahi bunun yeni süreçte lider Türkiye'nin Yeni Tür­kiye'nin oluşumunu elden kaçırmaya yönelik sosyolojik etkisini ortaya çıkarabileceği söylenebilir.

İslam medeniyeti medeniyet kurucu özelliğini de bu bütünleşti-rici/tevhitçi bilim anlayışı ve bundan esinlenen eğitim yöntemi ile sağlamıştır. Şüphesiz bu eğitim metodunun inşa ettiği medeniyet kurucu insan, eğitim-toplum kalkınması etkileşiminin en açık bir sonucu olarak görmek mümkündür.

Batı toplumu sadece FARK merkezli eğitim zihniyetindenl8 ve 19. yüzyılın tümevarımcı insan-toplum-eğitim etkileşiminin olumsuzluk­larını, ancak 20. yüzyılın ikinci yarısında bütünleştirici/tevhitçi para­digma ile aşmaya çalışmak zorunda kalmasının görülmesi, Türk sosyo-kültürel sisteminin özgün bilim paradigması ve eğitim meto­duna güven duymayı ve ona olan ihtiyacını ortaya koymaktadır.

Sonuç olarak tevhitçi toplum mesajının bir ülkedeki fertlerin ve grupların "Fark idraklerini" "Cem idraki" ile bağdaştırmalarını em­reden muhtevası, ilmi gerçeklere tam bir uyum arz etmektedir.

Bu açılımı milli kültür politikamız bakımından örneklendirdiği­mizde ise üzerinde durmamız gereken bir durum ortaya çıkmakta­dır. Birlikftevhit) prensibini sadece milli değil dini bir temele de oturtulması gereği bulunmaktadır. Bundan dolayı lisanı Türkçe olan, duygu ve düşünüşü Türk-İslam medeniyet değerlerince oluş­turulan ve böylece düşünce tekniği birlikçilik üzerine kurulan yerli fikir ortamı oluşturan bir eğitim zihniyeti Türkiye açısından ideal bir olay olma özelliği taşımaktadırfGüngör 1991:85). Bu açılım ol­maksızın milli+manevi bütünsellikten harekete eden kültür strate­jimizin sağlam bir temele oturtulması mümkün görülmemektedir. Bu noktada bu günkü toplum bunalımının aşılıp Türkiye'nin düzlü­ğe çıkabilmesi için şekli eğitimin fiziki boyutundan çok öncelikle ve ivedilikle pozitivizm, liberal-kapitalizme dayalı seküler, laik prag­matist eğitim yönteminden, zihniyetinden çıkılması gerekmektedir. Bunun yerine bütüncül/birlikçi/tevhitçi zihniyete dayalı bir eğitim sisteminin kabulüne ilaveten öncelikle;

1- öğretmenleri, sonrasında

2- öğrenci yetiştirme programlarının, bundan sonra da buna yö­nelik

3- bürokratik unsurların kültürel algısına yönelik zihniyet dönü­şümü,

4- din-milliyetçilik ilişkisinin pozitivizm yorumu dışında ki ba­kışın sağlanmasında ve son olarak da

5- kurumsal organizasyonların yapısını

bu yeni ama esasında bize ait olan medeniyetimizin özgün sisteminin çağa uygun yorumu ile işe başlanılmasının zorunlu­luğu bulunmaktadır. Bu yeni değişim aşamasında öncelikle eğiti­min fiziki iyileştirmelerine ağırlık verilerek, sistemsel zihniyet dönüşümüne yönelinmediği takdirde beklenen başarı gerçek­leşmeyeceği gibi bu yüzyılın da medeniyetimiz ve toplumumuz adı­na "ıskalanacağı" anlamına gelmektedir. Çünkü eğitim;

Doğru olan milli ve manevi kültür bütünlüğü çerçevesinde anla­şılmasında,

Adaletçi siyasal yapının kurulmasında,

Ekonomik yapının, anti-tekelci fert-toplum dengesini sağlama­sında,

Türk-Îslam medeniyeti açısından milliyetçilik(vatan/maddi yön) ile dinin (manevi yön) bütünlükçü, birliği sağlayıcı yönünün doğru olarak anlaşılmasmdafpozitivist anlayışın zıttma),

Sosyal sistemi taşıyacak ideal insanın din şuuru, dil şuuru ve tarih şuuru ile yetişmesinin sağlanmasında,

Ailenin ekonomik bir kurum olarak değil, medeniyet değerleri­nin insana taşınması için neslin/çocuğun kültürlenme, ahlaklanma ve biyolojik anlamda neslini devam ettirmedeki temel fonksiyonu sağlamada asli görevi bulunmaktadır.

Günümüzde fiziki bilimlerin bile bu tevhitçi anlayışına dayalı ol­duğunu anlaşılmıştır. Dünyanın geldiği bu noktada artık sosyal bilimlerin kişinin kendisiyle, toplumla, medeniyet değerleriyle ve dini düşünceye dayalı fikirlerin oluşmasındaki etkisinin açıkça görülmektedir. Bilim hayatında gelinen bu nokta tevhitçi toplum kanunun fizik kanunları üzerindeki etkisinin anlaşılmasına ilaveten, sosyal bilimleri sistemleştiren onun din -ahlak-toplum-insan ilişkisini yönlendiren yönünü öneminin ortaya çıkmasına hizmet etmiştir.

Bu noktada,

"Hud suresinin 117. ayeti( Ki o ayet; Sen'in Rabbin, halkları iyi ve ıslah edici iken, o memleketleri haksız yere helak edecek değildir,

Enam 131 de ise: Bunun sebebi, Rabbinin, bir memleket hal­kını gaflette oldukları bir halde, haksız yere helak etmeyişidir

Kasas 59 da ise: Rabbin memleketlerin ana merkezine, ken­dilerine ayetlerimizi okuyan bir peygamber göndermedikçe onları helak etmiş değildir.Biz o memleketleri, halkı zalim ol­madıkça helak edecek değildik)

ve diğer surelerdeki ayetlerin gösterdiğine göre İNANMADAN DAHİ OLSA, üyeleri tevhide uygun davranışlar gösteren top­lumların asla batmayacağını ifade etmektedir. Böylece tevhitçi formüle uygun toplum gerçeğinin bir tabiat kanunu olduğu söyle­nebilir. Buna göre Tevhide uygun toplum davranışlarını gerçekleş­tiren sosyal yapıların batmayacağını belirten ayet de bir tabiat kanunudur"(Bilgiseven 1990:29).

Bu bütüncül eğitim anlayışa medeniyetimizin ideal insan tipleri içinde dikkate çeken mutasavvıflardan birisi olan Mevlana Hazret­leridir. Mevlana Celalettin-i Rumi'nin de 13. yüzyılda, eğitim-şahsiyet inşası etkileşimine tevhitçi bir noktadan yaklaştığı gö­rülmektedir.

Mevlana'ya göre ferdin, sadece başkalarının bilimini tekrarla­makla yetinmeyip bizzat kendisinin faraziyeler kurarak(madde) bunları inceleyebilmesinin ruhundan fışkıracak ilhamlara bağ­lı (mana) bulunduğunu belirterek, eğitim-sezgi-fert ilişkisine yöne­lik tevhitçi eğitim fikirleriyle İslam'ın eğitim sistemini ifade etmiştir.

Mevlana'ya göre eğitimin rolü, insanda var olan potansiyel yete­neğinin bütününü işlenmektir. Mevlana'ya göre insanın anne ve babadan gelen biyolojik kalıtımla çocuğa geçen potansiyel zekâ(maddi cephe) ve ilhama açık ruhi güce yönelik yetenek[manevi cephe) olmak üzere yaratılıştan gelen iki yeteneği vardır.

Mevlana, potansiyel zekânın ve bundan bu zekâya bağlı oluşan bilimde ve diğer faaliyetlerde ilerleme kabiliyetinin, soydan gelen özelliklerden bağımsız, ondan çok başka bir şey olmadığının ifade eder. Ancak Mevlana, insanın kültür taşıyıcı özelliğinde dolayı insa­nın bu yönünü eğitim açısından yeterli bulmamaktadır. Mevlana insanın şahsiyetini şekillendiren ve onu "büyük insan" yani büyük bilim adamı, büyük sanatkâr, hatta bir dahi getirebilen faktörün "akla uyan" değil "akla yön veren ruhi güç "olduğunu belirtir. Böyle­ce Mevlana insanın eğitimine iki yönlü bütüncül, tevhitçi bir nokta­dan bakmaktadır(Akın/Şimşek/Erdem 2007:23). Bu metodolojik yöntem ise Türk -İslam medeniyetinin her çağa uyarlanma ve uygu­lanma zenginliği içermektedir. Türkiye yeni döneme bu tarihi, kül­türel tecrülebelerden istifade ederek hazırlanması en akılcı ve pra­tik bir çözüm gücüne ulaşmasının yolunu açabilir gözükmektedir.

 

SONUÇ

Bütün bu tarihsel-toplumsal-kültürel dinamikler göz önüne alı­narak değerlendirildiğinde Türk Milli eğitimi açısından 21.yüzyıl ve "yeni çağ" kavrayışına bağlı olarak kendisini "yeniden" biçimlen­dirmesinin gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Türkiye'nin bu gerekliliği, özgün kültürüne dayalı sosyal düşünce dünyasında hareketle kendi kültür, zihniyet dünyası ve medeniyet anlayışına dayalı anti-pozitivist içerikli,19. ve 20.yüzyılın ekonomik merkezli insan ve toplum inşa etme anlayışına mesafeli durabilme ile başlamakta olduğu söylenebilir. Çünkü Batı medeniyetinde 19. ve 20. yüzyıl pozitivist içerikli eğitim anlayışı

"-öncelikle ekonomik çıkarından hareket edebilen bencil; ego-santrik insanı,

-  bu insanın ekonomik çıkarlarının tehlikeye düşmesi korkusuna karşı, kendi çıkarını tehdit eden herkes ve herşeyin ötekileşmesinin mantığının kurulmasını

-  bunun sonucunda çatışma-kaos kültürünün ve etnikleştirmeye dayalı farklılık üzerine kurgunun oluşturulmasından rant elde et­mesini,

-  gücü paganlaştırıp buna dayalı elitistlerle sınıf temelli toplum yönetim modelinin meşruiyet kazanmasını,

-  özgürlük, insan hakları, demokrasi gibi genel geçer olan anla­yışların içi boşaltılarak bunların, ekonomi-güç ilişki seti üzerine oturtan bir siyasal anlayışın rasyonelliği üzerine kurgulanmış bir eğitim anlayışını geliştirmiştir.

Bütün bu eğitim anlayışları özellikle Türkiye gibi gelişme olan ülkelerde, "bağımlılık ilişkisi"nin jakoben bürokrasi ve eğitim sistemi yolu ile sağlanmasını ortaya çıkarmış olduğu söylenebi­lir" (www.ankarameydani.com).

Türkiye'nin bu libéral modernleşmeci zihniyetli bağımlılaştırıcı eğitim sarmalından kurtulabilmesi için öncelikli olarak özgün milli program ve arkasından eğitim programını oluşturma zarureti belir­leyicilik taşımaktadır. Bu özgün milli eğitim programı 21.yüzyıl insanını inşa etmeye de ancak özgün değerlere saygılı, idealist, mes­leğini kutsal bir tema ile ele alan eğitimcilerin önderliğinde gerçek­leşmesi mümkün görülmektedir. Buna göre Türkiye'de milli eğitim politikasının başarı sağlaması için sübjektif içerikli bir fedakarlık/diğergamlık zihniyetinin eğitimi gerçekleştirecek olan paydaş­larda kurgulanması gereği temel öncelikler arasında görülmektedir. Bunu sistemsel düşünüşü geliştiren özgün bir milli+manevi bütün­sellik içeren bir milli bir program ve arkasından da eğitimin maddi enstrümanlarının oluşturulması, ideal bir insan inşası ve toplum yapısının oluşmasının en önemli kurucu unsurlar arasında bulun­maktadır.

 

TEKLİFLER

1- Türkiye'nin yeni bir değişim sürecine girmiştir. Buna bağlı olarak Türkiye'de toplumun kontrolünün jakoben siyasal elitten milli iradeye geçmesine yönelik bir değişme yaşanmaktadır. Bu durum eğitim sistemini, zihniyetini ve eğitim amaçlarının değişimini ya da gelişimini zorunlu kılmaktadır.

2- Milli Eğitim anlayışı zihniyet değiştirmelidir. Bu zihniyet deği­şimi mevcut milli eğitim kurumunun sadece fiziki yapısında yapıla­cak bir değişimi ifade etmez. Bu zihniyet değişimi bundan çok daha önemli olan eğitim yöntemindeki zihniyet değişimini içerir. Türkiye'nin yen kültür değişimi ancak buradan başlanabilirse pozitif bir sonuç elde edilebilineceği düşünülmektedir.

3- Milli Eğitimin zihniyet değişiminde EN ÖNCELİKLE VE İVEDİ­LİKLE Pozitivizme dayalı Pragmatis eğitim anlayışından, Türk top­lumunun İslami değerlerden beslenen bütüncül/birlikçi eğitim zih­niyetine yönelinmesi ihtiyacı, 21.yüzyılın kültür,ahlak,din ve mede­niyet gibi soyut değerler çerçevesinde kurulması öngürüsüne bağlı olarak belirdiği söylenebilir.

4- Pozitivizme dayalı eğitim sistemi, insan aklını paganlaştırdığı gibi, insanı sadece materyalist inanca onun dünya görüşüne yönelik eğitmektedir. Bunun tabii sonucu olarak Batı medeniyetinde libera-lizm-kapitalizm ortaya çıkmıştır. Bu ekonomik sistemi meşrulaştı­ran görüş ise PRAGMATİST EĞİTİM FELSEFESİ günümüz Bati eğitim sistemini, onun insan tipini oluşturmuştur. Bu insan; egoist, öteki-leşmeci mantığının geliştiği, çatışmacı olup maddi temelli endüstri zihniyetine aşırı bir değer atfetmesine bağlı olarak bütün dünyayı maddi gözle gören çıkarcı bir tipinin özelliklerini taşımaya göre PRAGMATİST EĞİTİM FELSEFESİ tarafından inşa edilmiştir.

5- Batı medeniyetinin PRAGMATİST EĞİTİM FELSEFESİ ile toplumun metafizik unsurlarını dışlaması ile insanın kendi çıkarcılığına düşkün olmasını sağlayan ekonomik boyutlu düşünen, Iaikçi, jakoben, seküler, tekelleşmeci, sömürücü ve sömürgeci emperyalist ilişkileri meşrulaştıran bir sosyal sistem ve onun eğitim anlayışının oluşması sağlanmıştır.

6- Türkiye Cumhuriyet sürecinin kültür devrimine bağlı olarak bu eğitim sistemine adım adım geçilmiştir. Böylece kültürel özüne uygun eğitim sisteminden uzaklaşılmıştır. Bu ise Batılılaştırılmış, bencilleştirilmiş insan tipini ortaya çıkardığı gibi, aynı zamanda laiklik, jakobenizm, tekelci sanayi zihniyetinin sömürüsü, bürokra­tik elitizim, sekülerist anlayışın topluma yaygınlaştırılmasının yolu açılmıştır.

Buna bağlı olarak;

7- Türkiye'de pozitivizmin "Dualite mantığı" ve pragmatist eği­tim felsefesinin uygulanması sonucuna dayalı oluşan modern Batı'lı, çağdaş eğitim zihniyeti; Türkiye'de kutsala bakışta Protestanlaştırıcı bir zihniyetin oluşmasını sağlamıştır. Buna göre din ile devlet, bilim ile din, din ile kültür milliyetçiliğinin arasını ayrıştırarak, top­lumsal polarizasyonun oluşması sağlanmıştır. Bunun sonucunda EĞİTİM YOLUYLA TÜRKİYE'NİN SÖMÜRÜLMESİ SAĞLANMIŞTIR.

8- Türkiye 21.yüzyılda lider ülke olabilmesi için pozitivist, prag­matist eğitim felsefesinin yerine bütüncül/birlikçi eğitim sistem zihniyetini öncelikle benimsemesi gerekmektedir. Bu eğitim sistemi iki dünyayı aynı anda ve ikisini de önem veren, dayanışmacı, adil, toplumcu düşünceye sahip bir şuurlu bir insan tipini inşa etme po­tansiyeline sahiptir. Pragmatist eğitim felsefesinin bu konuda Tür­kiye'ye verebileceği yöntem, Türkiye'nin kültürel kodlarından dola­yı sahip olduğu tevhitçi sisteme nazaran oldukça sığ ve yetersizlik taşıdığından şiddetle bu yöntemden kaçınılmalı, mevcut uygulama­daki tesirleri giderilmelidir. Böylece eğitim sisteminin yeniden in­şasında yapılması gerekenleri; 

i- Batıcı eğitim felsefesinden bütüncül/birlikçi eğitim felsefesine doğru bir geçiş,

ii- Eğitim programlarının bütüncül/birlikçi zihniyete göre yeni­den ele alınarak yenilenmesi ve değiştirilmesi,

iii- Bu zihniyet anlayışına göre farklı eğitim modellerinin geliş­tirilmesi ve bunlara bağlı olarak farklı yöntem ve tekniklerin uygu­lanmasının gereği bulunmaktadır.

9- Bütüncül/birlikçi milli eğitim sistemi çocuk/öğrenci/genç açısından,

-  din şuuru

-  dil şuuru

-  tarih şuuru ile eğitilerek,

-  din-toplum-vatan-dayanışma-hizmet bütünlüğü zihniyeti için­de devletin kurumlarına işleyiş kazandırarak, devlet-toplum-insan bütünlüğü sağlanmalıdır. Bu sistemsel güç bu eğitim yönteminde bulunmaktadır.

10- Milli Eğitim faaliyetlerinin bütüncül/birlikçi bir zihniyet ile eğitim politikasının belirlenmesine toplumdaki sosyal dayanışma ve bütünleşmeyi sağlama fonksiyonunu yerine getirecektir. Bu ise eğitim-toplum bütünleşmesi ilişkisinin toplum hayatındaki güçlü yönünü ortaya koyar.

11- Bir ülkenin hakiki gücü ve ilerlemesi eğitim ve öğretim me­selesine bağlı görülmelidir. Bu eğitim ve öğretim metodunu da top­lumun kültürel özüne göre kurgulanması gerekmektedir.

12- Buna göre Türkiye açısından mevcut sistem tekniği sorgula­yan bir "nasıl bir eğitim" sorusu sorularak işe başlanılmalıdır. Bu soru aynı zamanda sistemsel eleştiri merkezli "niçini" içermekte olduğundan eğitimin, "Milli Şahsiyet ve Milli Terbiye" kazandırı­cı bir amaca göre yapılandırılmasının cevabı aranmalıdır.

Toplumun daimi düzenliliğin ana belirleyicisi milli eğitim siste­mi olup bu sistem insanımıza milli ve manevi bütünlüğü sağlayıcı ŞAHSİYET kazandırabilecektir. Şahsiyet psikolojisi kuramcılarından Jung, ferdin davranışlarının sadece sebeplere değil, gayelerle de meydana gelmekte olduğunu belirtir. Jung, "insan davranışlarına tesir eden hem tarihten gelenler, hem de gelecekteki maksat ve gayelerdir". Böylece sebeplerle birlikte gayelerin de insan davranışlarinı belirlediğine dikkat çekmiştir(Çamdibi 1994: 103-104). Bu gayelerin oluşmasına yönelik bütüncül eğitim programları hazır­lanmalıdır. Hazırlanan bu programın faaliyet geçirilmesiyle milli eğitim yeni nesillere toplum içinde milli ve manevi değerleri be­nimsetmeye ve bu değerlerin sosyal bünye de kökleşmesine yol açabilecektir. Ayrıca "ecdad " olgusu topluma şahsiyet verici bir şekilde değerlendirmeye alınarak nesillerin tarihsel bağ ve ilişkisi­nin kopmaması sağlanır. Bu ise güçlü KÜLTÜR DEVLETİNİN oluş­masını ve onun mümkün olan en uzun süre yönlendirici bir rol ta­şımasını sağlayabilir.

13- Bütüncül/birlikçi eğitim sisteminde "Milli Terbiye"nin bir diğer yönü yani ahlaki terbiye devreye girer. Ahlaki terbiye sosyal bir yön taşır. Ahlaki terbiyenin bütün bir toplum üzerinde baskın olabilmesi için bu terbiye yönteminin küçük yaşlarda başta kreşler olmak üzere bir din terbiyesi ile ve ikinci olarak çocukların yetenek­lerini zevk ve eğlence yolu ile geliştirmekle verilebilinir.

21. yüzyılın neo^metafizik(tasavvuf çağı) olmasının söz konusu edildiği bir dönemde Din terbiyesi, çocuklara ve gençlere verilmesi onlarda yüce duyguları yaşama geçirmeyi ve ideal/kamil olanın peşinde olmayı, manevi değerlerin şuurunda /bilincinde olmayı öğrenmesi sonucu estetiğin, güzel olana duyulan ilgi ve hayranlığın artması sağlanabilecektir. İnsanın bu tip sübjektif duygulardaki olgunlaşması ancak milli eğitimin terbiye edici rolünün yetkin bir program ve onu uygulayacak öğretmenlerle gerçekleşebilir.

14- Özgün milli Eğitim zihniyetimizin, yöntem itibariyle bütün­cül/birlikçi özellik taşıması yanında günlük olarak insanımızı maddi dünyaya hazırlama adına da,

a- ferdi girişimciliği artırıcı

b- ferdin üretim/girişimcilik yeteneği ile birlikte milli şahsiyet ve milli eğitim yönü birlikte ele alman bir programa göre bunun kur­gulanması gerekir.

15- Modern pozitivist-pragmatist felsefe din ile bilimi çatıştıran ve din dişiliği akılcı gösteren bir taraftarlık içinde iken kendisini tarafsız göstererek Batı dışı dünyayı etkilemektedir. Oysa Türk-­İslam medeniyetinin bütüncül/birlikçi bilim zihniyetinde din, bilim ile çatışmamaktadır. Buna göre din-bilim-ahlak bütüncüllüğü mev­cut olduğundan bu üçlüyü birlikte ele alan kainat kavrayışına yöne­lik soyutlamacı bir programın oluşturulması mutlak anlamda zo­runluluk taşımaktadır.

Bundan dolayı;

16- Eğitim bu bağlamda iki yönüyle ele alınıp geliştirilmelidir.

1-  Ahlak eğitimi

2-  Karekter eğitimi programı şeklinde gelişmeye yönelik olarak

Buna göre eğitimi kısa, orta ve uzun vade şeklinde üç ayrı zaman diliminde ele alınma hazırlığının yapılması gereği bulunmaktadır, Bu üç zaman diliminde eğitimde kısa dönemde din, ahlak ve maddi hayatı devam ettirmek adına yetenek tespiti ve buna göre çocuğu ideallendirme eğitimi, orta dönemde bunları hayata geçirici ahlaki ve dünyevi alanlardaki geliştirci bilgiyi öğretme olarak belirtilebilinir.

Uzak hedef de ise belirlenen "hedef kitleye Türk milletinin milli ve manevi değerleri çerçevesinde evrensel ahlaki değerleri öğrete­rek iyi karakterli şahsiyetler yetişmesine katkıda bulunmak" amaç olarak taşınmalı ve buna göre program yapılandırılmasına gidilmelidir(Kanger 2009:57).

Bu anlamda,

Geleceği yönetecek eğitim sisteminin kurgulanmasında milli ve manevi değerler bütünlüğümüzün, eğitim alanına tatbik edilmesin­de takip edilecek yöntemler ve eğitilecek çocukların değerlerimizin akaidine göre terbiye edilmeli gerektiği konusu önemle ortaya çık­mış bulunmaktadır. Bunu çözümlemede ise dini ve ahlaki eğitim anlayışına göre eğitim konusuna yaklaşılması gerekmekte olduğu söylenebilir.

17- Milli Eğitim neyi hedefleyerek oluşturulmalıdır. Bunda öncelikle genel hedefler ile özel hedefler ayırımına yönelik bir programın hazırlanması önem taşımaktadır.

Genel hedeflerde,

"Toplumda evrensel ahlaki değerleri benimsemiş ve bunları kendi şahsında birer fazilet olarak kazanmış fertlerin yetişmesi,

Ahlaki değerlerin evrenselliğini ve hayatı yaşanabilir kıldığını fark eden iyi şahsiyetli insanlar yetişmesine katkıda bulunmayı amaçlamaya" yönelik programların hazırlanması önem taşımakta­dır.

"Özel hedeflerde ise

Kazanması öngörülen ahlaki değerler "güvenilir, merhametli, cömert, adil, temiz, saygılı, çalışkan, ümitli, kanaatkar, kadrişinas, mütevazı, hoşgörülü, cesur" karekteriolojik özelliklerin kazandırıl­masına yönelik ahlak-eğitim programları planlayan bir çerçevenin oluşturma gerekli görülmektedir(Kanger 2009:57).

18- Değerler üreten bir eğitim programı bağlamında bir okul da öğrencilere dörttür bilgi verilmesi gerekmektedir:

1- Öncelikle milli dil ve milli edebiyat ve milli tarihimizin öğre­tilmesine dayalı Türkçe, edebiyat ve öğrencinin tarih şuurunu geliş­tirmeye yönelik tarih felsefesi meteodolojisini kullanarak tarih bil­gisinin verilmesi, sosyoloji, felsefe, psikoloji, sanat tarihi hep bu anlayış çerçevesinde verilmelidir. Böylece özgün sosyal düşünceye dayalı bir gençlik yetiştirilerek buradan hareketle bilim-din, bilim-ahlak, bilim-dünya-metafizik ilişkisi kurularak, tevhitçi eğitim metodolojisiyle düşünebilen bir sosyal bilimci gençliğin ortaya çıka­rılması sağlanmış olabilir. Bu medeniyet değerlerinin geleceğe ta­şınması açısından son derece önem taşımaktadır.

2- 21.yüzyılm kültür, ahlak, din, medeniyet merkezli bir "çağ" an­layışının ortaya çıkması beklentisine bağlı olarak öğrencileri muha­fazakâr değerlere dayalı bir eğitim verebilme adına Kur'an-ı Kerim, Osmanlıca, ilmihal gibi teknik din derslerine ilaveten bu kategoride İslam tarihi, İslam medeniyetinin "büyük adam" tiplerinin tanıtıl­ması, Türk-İslam sosyal düşünce yapısı öğretilmelidir.

3- Bilgi toplumu ve geleceğin toplum yapısı olan "nano teknoloji toplumu"nun düşünce yapısını, gençliği hazırlamaya yönelik olarak ders müfredatı hazırlanmalı, bunun için temel dersler olan: mate­matik ve fen bilimleri, sağlık bilimlerine yönelik bilgilerin verilmesi gerekmektedir.

4- En az bir doğu ve bir de Batı dillerinden birisi olmak üzere iki yabancı dili konuşabilinecek şekilde dil eğitimin verilmesi (Küçük 1980:355).

Böylece;

19- Her toplumun, kendi insanlarına kendi kültürel şahsiyetini kazandırıcı bilgiyi veren bir okul kurumunun oluşumuna duyduğu ihtiyaç giderilmiş olacaktır,

20- Buna göre sanayileşmiş ülkelerin en büyük sosyal kurumla­rından biri de okul olmuş denebilir. Modern toplumların ekonomik, kültürel ve politik gücü giderek eğitim örgütleri tarafından belir­lenmekte; okul, toplumların daha sonraki gelişmelerinde merkezi bir rol oynamaktadır. Sanayinin yetişmiş insan gücü ihtiyacı ancak okullar vasıtasıyla karşılanabilir (Ergün 1992: 221). Bundan dolayı meslek liseleri ülkenin teknik insan kapasitesini sağlamada, kal­kınmayı gerçekleştirmede, toplumun istihdam sorununu azaltmada vazgeçilemez eğitim kurumlarıdır.

Meslek liselerinin esas amacı, çocukları belli mesleklere hazır­lamak belli bir dalda uzmanlaştırmaktır. Ancak Türkiye'de uygula­nış şekli ile meslek liseleri hızla genel öğretim liseleri haline maale­sef dönüştürülmektedir.

Türkiye'de meslek okullarının oldukça yüksek bir oranı devlet tarafından kurulmuş ve finanse edilmektedir; bu durum meslek okulları ile esnaf ve girişimcinin meydana getirdiği meslek kuruluş­ları ve işletmeler arasındaki mesafenin açılmasına neden oluştur­maktadır (Ergün 1992:165). Devletin meslek eğitiminde işyeri sa­hipleriyle işbirliği halinde çalışma girişimleri henüz başarıya ulaş­mamıştır. Buna yönelik sorunlann giderilip bu konun aktifleşmesi­nin istihdam açıcı yönü toplum açısından oldukça önem taşımakta­dır. Çünkü bu okulların bu kadar disfonksiyonel olmasını "sanayileşme-emperyalizm ve teknik ile mesleki eğitim" ilişkisi çerçe­vesinden ele alınması konuya bu ana noktadan yaklaşmayı ifade etmektedir. Böylece Meslek okullarına yeni bir bakış ile yaklaşmak gerekmektedir.

21- Meslek okulları o kadar güçlü olmalıdır ki, sanayideki yeni gelişmeleri yönlendirebilmelidirler. Bu hususlardan her ikisi de gerçekleşemiyor, ama hiç olmazsa sanayideki çağdaş gelişmelerin ülke ekonomisine ve iş dünyasına aktarılmasında meslek okulları önder rolü oynamalı, özel işyerlerine rehberlik etmelidir. Şu anda bütün dünyada özel işyerleri meslek okullarının önündedir ve mes­lek okulları ancak özel işyerlerindeki çalışmalan izleyebilmektedir(Ergün 1992:166). Bundan dolayı bu okullara tevhitçi sosyal denge, sosyal adalet bakışından hareketle, yeni imkan, yeni bilgi-teknoloji, yeni kaynak ve statü sağlanmasına yönelik programların geliştirilip uygulamaya sokulması gerekmektedir. Bu noktanın; teknisyenliğin, teknikerliğin yeni bir açılıma yönelmesini sağlayabi­leceği gibi aynı zamanda üniversitelerdeki insan yığılmasını önleme bağlamında da düşünülmesinin gereği bulunmaktadır.

22- İslam medeniyeti ve Batı medeniyet iki ayrı medeniyettir. İki medeniyetin birbirinden farkı, inanç ve ahlak nizamı farkıdır. İki medeniyetin kurduğu hayat tarzları farklı değerler sistemine daya­nır. Bu bakımdan İslamiyet tevhit ruhunu, milli varlığımızı ve şahsi­yetimizi kaybetmek istemiyorsak, medeniyetimize sahip çıkmamız, medeniyetimizi ihya etmemiz lazımdır. Bunu da öncelikle eğitim politikamızın özgünlüğü ile sağlamak mümkündür.

Avrupa'ya ancak kendi medeniyetimizin penceresinden bakar­sak onu gerçekçi bir gözle görebiliriz. Ancak kendi medeniyetimizin ideallerine ve değerlerine bağlı olarak Avrupa ile temasa geçilirse, o medeniyet çerçevesindeki kültürlerde meydana gelmiş ilerlemeler­den kendi amaçlarımız doğrultusunda istifade edebiliriz. İslam me­deniyeti çerçevesinde onlardakinden farklı bir inanca, değerler sistemine ve hayat tarzına sahip olduğumuzun bilincinde olmalıyız(Özakpmar 2003:77).

Bundan dolayı okula, öğretmene ve diğer ilgili konulara bu "fark­lılık" düzeyinden bakma zarureti bulunmaktadır.

23- Okulun kalbinin öğretmen olduğunu ve öğretmenlerin en son öğretim yöntemleri ile yetiştirilmesi gerekmektedir. Bu öğretmenin bütüncül/birlikçi eğitim zihniyeti ile yetiştirilmesi toplumun gele­ceği açısından hayati önem taşımaktadır. Günümüz öğretmenleri genellikle ilkokul eğitimlerinden yüksek tahsillerinin sonuna değin pozitivist-pragmatist eğitim zihniyetine göre yetiştirilmişleridir. YENİ TÜRKİYE inşasında bu öğretmenlerin bütüncül/birlikçi eğit­me yönelik meslek içi eğitimden yeniden geçirilmeleri gerekmekte­dir. Ancak bu yolla yeni dönemin tevhitçi öğrencileri yetiştirilebilir. Aksi takdirde öğretmenin bu noktada yetersizlik taşıması yeni de-ğişmeci zihniyeti bir ütopya haline getirir.

24- Öğretmen, sadece bilgi veren kişi değildir. O öğrencisine sa­mimiyet aşılayan, ufuk açan bir vizyon ile ona yaklaşan, yöntem, adap ve pozitif düşünmeyi öğreten bir kişilik olması gerektiğinden yeni dönemde bu özellikleri öğrencisine aşılayabilecek yetkinlikte, bilgide ve ahlaki özelliklere sahip bütüncül zihniyetli öğretmen ye­tiştirme yöntemlerinin belirlenmesi gerekmektedir. Çünkü öğret­men bir çocuğu geleceğe hazırlarken ona akıl(maddi) ve ruh dünyasını(mana) ilim ve irfan ile doldurma sorumluluğu bulunduğundan öğretmen yetiştirme programı, Yeni eğitim politikasının ana dama­rını oluşturduğu kabul edilerek üzerinde önemle durulmalıdır.

25- 21.yüzyıl metafizik çağı yada neo-tasavvuf çağı olarak adlandırıldığından bu anti-maddeci bir çağ özelliğine göre öğretmen, öğrencisini "gönül insanı" olabilecek sübjektif duyguları kontrol etme özelliği taşıyan bir diğergamlık düşünce ve ahlakına göre ye­tiştirmesi öngörülmelidir. Çünkü maneviyattan uzak olarak tek taraflı(pozitivist) verilen bir eğitimin eksiklik taşımaktadır. Bunu telafi edip yeniçağa göre öğrenciyi hazırlamak için öğretmenin madde ve mana dengesi (tevhit) içinde bir eğitim faaliyetinde bu­lunması şarttır. Buna göre öğretmenin bu eğitimi öğrenciye aktara­bilmesi için onun gelişimi için anti-pozitivist ve anti-pragmatist öğretmen yetiştirme politikalarını geliştirmeye yönelik çalışma­lara oldukça ciddi önem verilmelidir.

 

KAYNAKÇA

Akın, Fetullah/ Şimşek, Osman / Erdem, Tevfik; Türkiye'de Eğitim Sorunu, Ankara, Türk Eğitim-Sen, 2007.

Aydın, Mustafa; Kurumlar Sosyolojisi, Ankara, Vadi Yayınları, 2000.

Bauma, Zygmunt, Wars of the Globalization Era, European Journal of Social Theory 4(1) ,London, New Delhi, Sage Punlications,2001.

Bilgiseven, Amiran Kurtkan; Türkiye'de Sosyal Çözülme Tehlikesi, İstanbul, Filiz Kitapevi, 1990.

Bilgiseven, Amiran Kurtkan; Eğitim Sosyolojisi, Genişletilmiş 5.baskı, İstan­bul, Filiz Kitapevi,1992 a.

Bilgiseven, Amiran Kurtkan, Sosyolojik Açıdan İslamiyet ve İslami Kavram­lar, İstanbul, Filiz Kitapevi, 1992 b.

Bouthoul, Gaston, Zihniyetler, çev: S. Evrim, İstanbul, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Basımevi, 1975.

Bolay, S.Hayri, Felsefeye Giriş, Ankara, Akçağ Yayınları, 2004.

Bolay, S. Hayri, Türkiye'de Ruhçu ve Maddeci Görüşün Mücadelesi, Ankara, NobelYayınları,2008.

Çamdibi, Mahmut, Şahsiyet Terbiyesi ve Gazali, îstanbuLMarmara Üniversi­tesi İlahiyat FakYaymları No:78,2.Baskı, 1994.

Ergun, Mustafa, Eğitim ve Toplum (Eğitim Sosyolojisine Giriş), Ankara, Ocak Yayınları, 2.Baskı, 1992.

Gökçe, Feyyat, Değişme Sürecinde Devlet ve Eğitim, Bursa, Tek Ağaç, 3. Bas­kı, 2005.

Güngör, Nevin, Kültür-Eğitim-Dil üzerine Görüşleriyle Ziyaeddin Fahri . Fmdıkoğlu, Ankara, Kültür Bakanlığı Yayınları/1290,1991.

Gutek, Gerald L., Eğitim Felsefesi Ve İdeolojik Yaklaşımlar, Ankara, Ütopya Yayınları, 2001.

Kanger, Faruk; Peygamber Ahlakınım Referans Alan Karakter Eğitimi, İstan­bul, Erkam Yayınları, 2009.

Küçük, Hasan, Türk-İslam Sosyal Düşünce Yapısı, İstanbul, Fatih Yayıne-vi,1980.

Melleuish, Gregory, The Clash of Civizilations: A model of Historical Development, London,New Delhi, Sage Panlication,Thesis Eleven Number 62 August 2000.

Said Halim Paşa, Buhranlarımız ve Son Eserleri, Yayına Hazırlayan: E.Düzdağ, İstanbul, İz Yayıncılık, 2009.

Şimşek, Osman, Zihniyet Açısından Türk Girişimciliğini Sosyolojisi, Ankara, Otorite Yayınlan, 2008.

Passig, David, 2050 -İki Bin Elli-, İstanbul, Koton Kitap, 2011.

Prades, José A. ; Global Enviromental Change and Contemporary Society, Classical Sociological Analysis Revisited, Sage Publications,London, New Del-hi,İnternational Sociology, Vol: 14(1), March 1999.

Özakpmar, Yılmaz, İslam Medeniyeti-Türk Kültürü, İstanbul, Ötüken Yaym-ları,2003.

Özel, Mustafa, Birey, Burjuva ve Zengin, İstanbul, İz yayınları, 1994.

Tarhan, Nevzat, Güzel İnsan Modeli, Ailede, Toplumda, Siyasette, Değerler Psikolojisi, İstanbul, Timaş Yayınları,2011.

Topçu, Nurettin, Türkiye'nin Maarif Davası, Bütün eserleri 4, İstanbul, Der­gâh Yayınları, Yayına Hazırlayanalar: E.Erverdi-İ.Kara,1998.

Ülken, Hilmi Ziya, Eğitim Felsefesi, İstanbul, Ülken Yayınları 15,2001.

(http:// ankarameydani.com]

(http.y/özgunsosyaldusunce.com)

 

KAYNAK

Şimşek, O. (2012). "21. Yüzyıl Türkiye'si İçin Milli Eğitim Felsefesi ve Milli Eğitim Politika Zihniyeti"., O. Şimşek. (Editör). Yeni Türkiye'nin Yeni Gerçekleri Din, Laiklik, Eğitim, Finans, Liderlik ve Özgün Sosyal Düşünce. Ankara. Otorite Yayınlar, s. 88-128.

 

Yazarın Son Makaleleri

Sosyal Ağlarda Paylaş

Twitter Facebook Google+ E-mail

Kategoriler

Son Yazılar