“Tevhidi Sosyal Düşünce”

“TEVHİDİ DÜŞÜNCE ANLAYIŞI” DÜNYAYA NE SÖYLER?

 

Allah (tevhidi) akıldan daha değerli

bir Şey yaratmamıştır (Hadis-i Şerif)

 

Dünyada zaman değişiminin gerçekleştiği çeşitli aralıklar vardır. M.S. 7. Yüzyıl’da İslâm gelmiştir. Hz. Peygamber (s.a.v.), “Tevhit” düşüncesi ve Kur’an-ı Kerim üzerinden, artık kıyamete kadar geçerli olmak üzere, bütün dünyaya ve tüm insanlığa bu ilahi mesajı göndermiştir.

İslâm Dünyası 7. Yüzyıl’dan 19. Yüzyıl’a kadar dünyanın bilinen üç kıtasında büyük bir hâkimiyet kurmuştur. 19. Yüzyıl’da ise Batı medeniyeti; Sanayi Devrimi ile makine ve teknoloji icadıyla beraber yavaş yavaş bizden liderliği almıştır. Dünyanın son 200 yılında ise Batı üstünlüğü devam etmiştir. Günümüz, 21. Yüzyılı ile gelinen şu süreçte/şu anda, Batı kendi medeniyet değerlerini artık yenileyememe durumuna girmiştir. Modern veya Post modern Batı, tüm insanlığa hitaben, bu çağın özüne uygun, sömürüsüz, hak, adalet ve özgürlük temelliliği içeren “özgün bir medeniyet felsefesi”, “sosyal düşünce yapısı” ve “yeni bilgi üretme yöntemi/metodolojisi” geliştirememiştir. Üstelik bu eksikliği telafi etmek için ise sadece mekanik güç ya da askeri endüstriyel sanayi üstünlüğünü kullanarak kendi medeniyet ömrünü uzatmaya çalışır bir konuma girmiştir.

Modern veya Post modern Batı’nın “sosyal ilimler” ya da “sosyal düşünce “bağlamında ortaya koyduğu şey ise, dönüp dolaşıp aynı şeyin öncelikle bir doğrudan gösterimidir. Batı yaptığı, bu gösterimden bir müddet sonra “tersten yeniden kurgusunu yaparak” sonüretilen şeyi sanki“yeniymiş gibi gösterilen bir sosyal düşünce” ve “yeniymiş gibi gösterilen bir sosyal bilim hamlesi” olarak ortaya çıkarmaktır. Ancak pozitivist düşünce yönteminin parçalı okuma geleneğinin oluşturduğu “aktarmacı” ve “taklitçi” bilgi yapısı ile takip edilen akademik bilgi yöntemi, her şeye ve her ilim dalına yönelik “bütüncül sistem okuma” becerisin geliştirtmediğinden dolayı, bu kısır döngü bir türlü anlaşılmamaktadır. Bu “kısır döngülü” durumda, “yeni şeyler söyleniyormuş gibi anlatılmaktadır ya da sunulmaktadır”.  Böylece oluşturulan bu sistemsel düşünce illüzyonu, örneğinModern Batı medeniyetinin aynı şeyin bir doğrudan gösterimi(modernite) ve bir de onun tersten gösteriminde (post modernite) sunulmaktadır. Yani modernitede örneğin, “Batı dışı toplumların kendilerini geliştirmeleri, kalkınmaları için Modern Batı’nın yöntemini (pozitivist, liberal- kapitalist aklı vb.) takip etmeleri gerekirci akademik empozenin dünya toplumlarını tek tipleştirmeci toplum dayatması ile yönlendirdiği görülür. Post modern Batı anlayışında ise dünyanın artık kültürel farklılıkları, benzemezlikleri öne sürülerek Batı dışı toplumların hâkim Batı medeniyetine bağlanması programlandırılır. Verilen bu örnekten anlaşılacağı üzere, modern sosyal bilim akademik yanı ise, “modernite”den, “post modernite”ye geçiş süreci ile tamamen ayrı şeylermiş gibi sunulmaktadır. Oysa pozitivist bakıştan deği lde “Bütünücül Sistem Okuma”sı üzerinden konuya bakıldığında ya da baktığımızda iş hiç de öyle gözükmemektedir. Çünkü esasında yani bütüncül sistem okuma mantığı ile konuya bakıldığında; Modern Batı medeniyetinin bu, “modernite”den “post moderniteye” geçişindeki “sistem”lerin, esasında “kök zihniyet” itibariyle aynı olduğu görülür. Yani görüntüde ayrı şeylermiş gibi gösterilmesine karşın soyut özde aynı kökten hareket eden tekli bir yapının varlığı müşahede edilir.

Bu durumu bir başka örnek ile açıklanabilir. “Modernite”; la–dini iken, “post modernite” bunun tersten okumasını kendisine göre sistemleştirmektedir. Buna göre dini ve soyut, değer unsurları birbirlerine göre izafilik ile farklılık taşır ve soyut unsurların toplumda önemini olduğu söylemi geliştirilmiştir. Çıplak göz ile ampiristtik türdeki söylemlerine bakılarak, esasında her iki sistemin de kendi popüler oldukları süreçte (ki bu pozitivizm için 19. Yüzyıl – 1989 yılı arası ve Post Modernite içinse 1989 – günümüz aralığıdır), küresel üst aklın tekel kârının maksimizasyonunun sağlanması çabasının, farklı ifadelerle ortaya konmuş olduğu maalesef yaygın olarak görülememektedir.

 

21. Yüzyıl “Farkındalık Oluşturmanın Sosyolojisi” Üzerine Kurulu Sosyal İdrak Gelişimi Çağıdır.

Bu içinde bulunduğumuz zaman dilimi, esasında sosyal sistemleri kuran ana düşünce yöntemlerinin oluşturduğu sosyolojik farkındalığın fark edilmesi dönemidir. Buna göre bu yeni dönemde medeniyetlerin, “düşünce dünyası” ve “düşünce yöntemi “ üzerinden özgün bilgi üretimini gerçekleştirme mücadelesi, 21. Yüzyıl’a yön verecek “çağın” ana meselelerindendir. İşte bu noktada Modern Batı’dan çok farklı olarak İslâm/Türk-İslâm Medeniyeti’nin, İlahi mesaj içerikli “Tevhit Anlayışı” üzerinden Dünya’ya söyleyeceği bir söz, kavram ve yöntemi bulunmaktadır. Mesele bu farkındalık sosyolojisine uygun özgün toplum felsefesi ve onun sistem bilgisini inşa edebilmektir.  Buna göre İslâm/Türk-İslâm Medeniyeti, Tevhit anlayışının sistem kurucu/inşa edici yöndeki tevhidi bütüncüllük içeren ilahi mesajında kıyamete kadar devam edecek dünya sürecinde, gündelik hayatın her alanına, her ilim dalına, her ana hitap eden, her anında insana hayat/yaşama tarzı sunan, bütün ilimlerde bilgi inşa etmenin önünü açan, Tevhit aklıyla çok berrak bir insan aklını ortaya koyan evrensele ya da küresele hitap eden anlayışı bulunmaktadır.  Yani Tevhidi düşünce anlayışı dünyaya yönelik olarak her şeyin Tevhit anlayışının bütüncüllüğüne göre yapılanmasını bize söylemektedir. 21. Yüzyılda bu anlayışı, bütün insanlığa tekrar sunma yönünde yapılacak akademik ve ilmi çalışmalarla bu konuyu Türkiye’nin ve Dünya’nın gündemine taşımak gereği bulunmaktadır. Böylece Türkiye’nin, “Tevhit” anlayışı üzerinden Dünya’ya yeni bir medeniyet inşası ve ihyası bağlamında bir sözünün olduğu ifade edilebilir. Bundan dolayı esasında insanlığın da aradığı şeyin hattı zatında materyalist tekçillik ile değil de “tevhidi birlik bütüncüllük üzerinden her şeyi algılama” ihtiyacının olduğu ve buna İslâm/Türk- İslâm medeniyetinin bilgi sisteminin çare ve çözüm üretme gücüne sahip olduğu (özellikle 2014 yılından bu yana İLMAR’ın akademik çalışmalarının örnekleminde) söylenebilir. Buna göre İslâm/Türk-İslâm medeniyetinin özgün “Tevhidi Düşünce Bilgi Üretme Yöntemine” sahip olmasıyla, insanlığa ve medeniyetlere, ilmi ve akademik ölçüler çerçevesinde söz konusu ihtiyacı hatırlatılmış olacaktır. Bu ihtiyacın çözümü, genel anlamda evrensel boyutta sunabilmektedir. Özel anlamda ise 21. Yüzyıl’ın ilk çeyreğinde gündem olan “Yeni Türkiye” kavramının, 21. Yüzyıl’ın ilk çeyrek sonrası süreçte ise “Büyük Türkiye” haline gelebilmesinin ilmi temellerinin ortaya konulması imkânından söz edilebilir hale gelinildiği, söylenebilir.

Ancak maalesef genelde İslâm/Türk-İslâm medeniyeti toplumlarının ve özelde Türkiye toplumunun ilim hayatına, aşağı yukarı 200 yıldır derin bir pozitivistleşme ve batılılaşma üzerinden yön verilmektedir. Bu sebeple Tevhidi Düşünce bilgi anlayışının unutulduğu, unutturulduğu ve dolayısıyla Dünya’ya ne söyleyeceğimiz konusunda hiçbir iddiamız bulunmaz hale gelinilir, kılınmıştır. Halbuki tüm Dünya’nın en tesirli iddiası, Dünya’ya yön verebilme iddiası olan İslâm Medeniyeti’nin Tevhidi Düşünce anlayışıdır.

“Tevhit” düşüncesi, kıyamete kadar bâkidir. Bu anlayış ve inanış, temel kabulümüzdür. Bu temel kabulün anlamı ise şudur: 21., 22., 23… Yüzyıllar’da, iktisadi hayatta, siyasi hayatta, kültürel hayatta, aile hayatında, insan inşasında, eğitim hayatında, “İslâm” ve “Tevhit” muhakkak insanı saadete, huzura ve mutmaine götürecektir.

Bu ilmi bilgi üretme yönteminin tüm zamanları içerme gücü, İlahi beyan üzerinden gerçekleştiğinden dolayı, insanların yaşadıkları her dönemde, onları huzura ve refaha götürecek bir “yöntem anlayışı” ya da “düşünce yöntemi” bulunmaktadır. İslâm/Türk-İslâm medeniyetinin Tevhidi Düşünce Yöntem Anlayışına Göre Bilgi Üretme” düzeninin ya da sisteminin emir ve yasaklara dayalı bir bilgi anlayışı vardır. Bu yöntem üzerinden ilahi uyarılara ne kadar uyduğunuz ne kadar uymadığınız sorgusu (yani pagan pozitivist bilgi yöntemine göre düşünce ve bilgi üretilme sabitliği devam mı edecek? yoksa Tevhidi Düşünce anlayışına göre düşünce ve bilgi üretmeye yönelinebilinecek mi? vb.) gerçekleşecektir. Onun için bu sorguya muhatap olan her insanın, hangi çağda yaşarsa yaşasın o çağda Tevhit anlayışına ya da Kur’an ve Sünnet anlayışına göre bir uyarıda, bildirimde, ikazda, irşatta bulunması gerekmektedir. Cenab-ı Hakk, bunu zaten Peygamber Efendimiz (s.a.v.) vasıtası ile yaptırtmaktadır.

İnsan varlığı, hangi çağda yaşarsa yaşasın en ideal manada İslâm’ın Tevhit anlayışıyla kendi hayatını huzurlu bir şekilde ortaya koyabilecek bir özelliğe sahiptir. Bu yönüyle İslâm /Türk-İslâm medeniyeti ideal insanı, Modern Batı toplumundaki insandan (çatışma, eşitsizlikten beslenme, insanı bir başkası için parçalayıcı kurt duygularına sahip olmak, egosantrik ve antroposentik gibi olumsuz pagan içerikli özelliklerden) farklı duygulara sahip olabilmektedir. Böylece Tevhit anlayışı ve onun sosyal/içtimai hayata yön veren kuşatıcı bütüncül yönünün esasında insanlığa sunulan; en ileri toplum düzeni, en ileri teknoloji düzeyinde bir hayatı yaşamaya, en adaletli bir şekilde, gündelik hayatını en huzurlu bir şekilde psikiyatrlığa düşmeden hayatını yaşayacak ilmi bilgileri bünyesinde içermektedir. Bu özellikler; İslâm’da ve onun Tevhit anlayışı içinde mevcuttur.

Özellikle koyu pozitivizmin var olduğu 20. Yüzyıl’ın başındaki dünya ve toplumlarda, “artık teknoloji geldi, “makine” geldi, endüstri devrimi gerçekleşti, bundan sonrasına İslâm’ın söyleyeceği bir şey yok” şekilde paganist sözler söylenmiş olabilir. Oysa elbette ki bu, böyle değildir. Bu tür bir söylem negatif söylemdir. Bu tür sözler pagan Batı toplumunda ve onun taklitçisi özellikle 20. Yüzyıl sürecindeki Batı dışı bu toplumlarda, Batı Dünyası’nın, İslâm’ı yok sayan veya İslâm’ı görmezden gelen, İslâm’ın düşünce dünyasını, hayat tarzını, bilgi anlayışını, ilmi yöntemini “hiç”leyerek, kendisini meşrulaştırmak, ulaşılmaz üstünlüğe sahip olarak göstermek için ortaya koyduğu bu kabulü benimseyen toplumlar oluşturmuştur.  Bu negatif söylem içeriği; bilgi yoluyla, üniversitedeki bilgi inşasıyla, akademisyeniyle, yazarıyla, medyasıyla, bilimsel toplantılardaki “bilimciliği” putlaştırma söylemiyle sürekli bunlar söylene söylene ve tekrar edile edile yapılandırılmıştır. Bu tür söylemler sonuçta bunların etkisi ile ve toplumların iç yapı ya da yapılarında da siyasi birtakım uygulamalarında etkinlik kazanmıştır. Genelde İslâm/Türk-İslâm medeniyeti toplumlarının ya da ülkelerinin kendi özgün düşüncesinden uzaklaştırılmasının bir yolu da bu şekilde ortaya konulmuştur. Böylece “bilim, bilimsellik, bilimsel düşünme, akılcılık” gibi gösterilen ideolojik anlatıların neticesinde artık özelde Türk toplumu, genelde ise İslâm dünyası ya da Türk-İslâm dünyası, kendi özünü “unutturulmuş” hale gelmiş/getirilmiştir.  Her bir Müslüman Türk’ün, her bir Müslüman vatan evladının bilmesi gereken şey ise esasında şudur: İslâm’ın en temel unsurları, kıyamete kadar dinamik olarak insana mutlu bir hayat tarzı verir. Hangi teknolojik düzey olursa olsun. Cenab-ı Hakk kıyamete kadar İslâm’ı bütün insanlığa sorumlu kılmıştır.

İktisadi hayat, siyasi hayat, kültürel hayat, toplumsal hayat (konularında), İslâm’ın muhakkak tüm bu alanlarda söylediği bir şey vardır. Buna göre İslâm; teknolojik hayatta, madenlerin kullanılmasından, insanın hanımına, eşine, eşinin kocasına, evladına, devletine, devletin bürokratik işleyişine, bilgi inşasına, öğretmenin dershanesinde, akademisyenin amfisinde anlattığı derse kadar en ideal mânâ da hayat tarzı ve davranış kalıbını ortaya koymaktadır. Bundan da anlaşılacağı üzere İslâm, vahiy merkezli ve vahyin akla yön veren boyutu ile evrensel ölçekte çok yüksek, tevhidi bütüncüllük üzerine inşa edilmiş bir kültürdür.

Birtakım tazyiklere karşı Enfal Suresi’nin 60. Ayeti’nde “kuvvet hazırlayın” denilmektedir. Peki kime karşı bu kuvvet hazırlanacaktır. Bu kuvvet (yaşanılan o dönemdeki en geçerli bilgi, teknolojik gelişme, düşünce üretme, askeri endüstriyel yapı…) kişinin yaşadığı dönemde; İslâm’ın kültürüne, yapısına, ilahi öğretisine, ortaya koyduğu vahiy merkezli içtimai/sosyal yaşantısına karşı olan kesimlere, ilmi olarak hazırlanması gerekmektedir.  Bu ne zamana kadar olacak acaba? Sadece 7. Yüzyıl’da gelen döneme göre mi? Hayır! Bütün zamanlara göre… 19., 20. Yüzyıl’da “kuvvet hazırlama”, o zamanlar için belki makinaydı. Oysa bugünkü “kuvvet hazırlama”; bilgi, düşünce yönetimi, endüstri üzerinden gerçekleşmektedir. Yani atom altı dünyada öncü olabilmeniz veya nano teknolojiye yön verebilmeniz gibi… Yarınki dünyada ise “kuvvet hazırlama”, bir başka unsurla hayat bulabilecektir. Buna göre Tevhit, bu ayeti kerimeler çerçevesinde bize bu anlayışı ve idraki söylemektedir.

İslâm, insana acaba örneğin;

-“Çalışma!” mı diyor? Yani (çalışmayınız mı diyor).

-“Nano teknolojiye yönelmeyin” mi diyor?,  

-“21. Yüzyıl’daki iktisadi hayatta helalinden çalışma!” mı diyor?,

-“Dükkanı kapat git, saat 16:00’dan sonra yat” mı diyor?,

 Peygamber Efendimiz (s.a.v.) hayatında bunu veya bunları mı yapmış? Yoksa “iki günü birbirine eşit olan aldanmıştır” mı demiş? “Hiç ölmeyecek gibi bu dünyaya hemen ölecekmiş gibi öbür dünyaya (yönelik hazırlık içinde) bulunun” mu denilmiş?

Burada dünyayı terk etme hiç var mı? Ahireti unutma söz konusu mudur? Böyle bir anlam yukarıda söylenen iki hadisi şeriften hiç çıkıyor mu? Tam tersi, dünyada yapılan meşru çalışmalarla/işlerle öbür dünya, kazanılacaktır, anlamı çıkıyor.

Modern Batı paradigmasının bu tevhidi bütüncül terkibi anlama gücü ve o düzeyde bir akıl kapasitesi bulunmamaktadır. Pozitivist akıl kapasitesi ile bu iki dünyacı anlayışın kavranamayacağı çok açıktır. Fakat maalesef İslâm/Türk-İslâm dünyasının düşünce yöntemine hâkim olan ve ona yön veren pozitivist düşünce ve hermeneutik düşünce yöntemleri üzerinden İslâm/Türk-İslâm dünyasının aydını ve düşünürü, toplumu İslâm’ı, oryantalist karalama boyutuyla anlamaya çalışır hale dönüşmüştür/dönüştürülmüştür.

İslâm/Türk-İslâm medeniyetinin özüne uygun düşünce ve bilgi üretme yöntemi olan “Tevhidi Düşünce” anlayışı; bu pozitivist ve hermeneutik bazlı anlayış ve yöntemlere göre İslâm değerlendirmelerini kabul etmemektedir. Çünkü;

-İslâm/Türk-İslâm medeniyetinin kendi ilmi şahsiyeti vardır,

-İslâm/Türk-İslâm medeniyetinin kendi bilgi anlayışı vardır,

-İslâm/Türk-İslâm medeniyetinin/Bizim kendi düşünce yöntemi vardır,

-İslâm /Türk-İslâm Medeniyetinin kendi düşünce ve bilgi üretme yöntem anlayışı vardır

-Buna göre de 21. Yüzyıl’da ve ötesi çağlarda dahi evrensel ölçekte tüm insanlığa, İslâm/Türk-İslâm medeniyetinin/Bizim dünyaya söyleyeceğimiz ilmi bilgi üretme yöntem anlayışımız vardır.

Böylece ister İslâm’a, Tevhide inanılsın ister inanılmasın bütün insanlar, Allah’ın kulu olduğu için, onlara müreffeh hayat yaşayacak bir iktisadi, sosyal, kültürel, siyasi, toplumsal, felsefi düşünce anlayışımızın varlığının bilgisinin ifade edilmesi gerekmektedir. Bu ne zamana kadar yapılmalıdır? Bu ilmi işlem kıyamete kadar yapılması gereken evrensel ilmi bir görevdir.

18. yüzyıl’da Batı Modern tarihi, oryantalist tarih (İslâm Tarihi’ne) kendi gözüyle, aşağılama bağlamından baktığı ve bizler (Türk akademisi) kendi fakültelerimizde bunları okuttuğumuz için, bütün bilgi alanımızı bunlara göre kuruyoruz. Oysa İslâm’ın kendi bilgi anlayışı, özgün bilgi anlayışı içerisinden baktığınızda hadise çok başkadır. 7. Yüzyıl’dan 19. Yüzyıl’a kadar üç kıta; Afrika, Asya ve Avrupa’da yani Ahmet Yesevi Hazretleri’nden (Kazakistan’dan), Macaristan Gül Baba’ya kadar; aşağıda Cezayir-Fas, o bölgeden Balkanlara varana kadar İslâm üç kıtaya hâkim olmuştur. Öbür taraftan İberik Yarımadası, Endülüs dediğimiz bugünkü İspanya bölgesi, 7., 8. Yüzyıl’dan itibaren İslâm olmuştu.

İslâm/Türk-İslâm medeniyeti, siyasal manada zaman zaman; Şam merkezli, Bağdat merkezli, Konya merkezli, İstanbul Merkezli merkezlerden, üç kıtayı yönetmiştir. Bu süreçte bu yapılarda siyaseten yapısal olarak sistemini çökertecek bir isyan da görülmemektedir. Fransız devrimi gibi yapısal düşünce değişimini içeren bir isyan da hiç görülmemektedir. İslâm medeniyeti bünyesinde mevcut yapısını tamamen değiştirecek ve buna muvaffak olmuş bir hareket, yapılaşma da yoktur (Küçük çaplı şeyler söz konusu olabilir. Fakat bunları köklü tesirleri olmamıştır, yerel bazlı şeylerdir). İslâm medeniyetinden acaba yapısal dönüşümü sağlayacak devrim ve ayaklanma/ayaklanmalar neden yoktur. Çünkü “Tevhit dünya görüşü” ideal manada bütün insanlığa hak, adalet, sömürüsüzlük, anti-tekelcilik üzerinden hitap eden bir anlayıştır. Tevhit anlayışı liberal-pozitivist temelli bir adalet değil de “tevhidi içerikli adalet” merkezli bir siyaset üretmekte olduğundandır. Bundan dolayı üç kıta üzerinde sömürüsüz tekelci olmayan bir tevhidi iktisat anlayış uygulanmış, gerçek, yani tevhidi hak ve adalet anlayışı ile üç kıtadaki insanlığa siyaset üretilmiştir. Tevhidi hukuk anlayışı ile üç kıtada hukuk düzeni kurulmuştur.

İki Medeniyet İki Düşünce Yöntem Anlayışı, İki Dünya Görüşü

İki medeniyet ve iki düşünce anlayışı ekseninde ortaçağdan itibaren iki ana medeniyet dünyada hâkim olmuştur. Bunlardan ilki 7. Yüzyıl’dan 19. Yüzyıl’a kadar hâkim olan Tevhit anlayışına göre yapılanmış İslâm devletleridir. İkincisi ise İngiltere öncülüğünde 19. Yüzyıl’dan sonra modern Batı medeniyeti, kapitalizm ve pozitivist düşünceye göre oluşmuştur. Bu Batı medeniyetinin kendi içinde ikinci versiyonunu 1945’ten sonra da Amerika’nın devraldığı görülür. Böylece bu yapı içinde son 200 yıl içinde Batı medeniyeti, iki tane lider devlet çıkarmıştır. Demek ki, 7. Yüzyıl’dan zamanımıza kadar dünya sisteminde iki ana medeniyet vardır. O halde en kapsamlı bir sistem aklı ile tahlil gücü geliştirebilmemiz için dünya siyasetine ve dünya sistemine bu noktadan bakmamız gerekiyor.

Bu medeniyet anlayışlarının ise kendilerine göre düşünce yöntemleri vardır ve bu düşünce yöntemlerine göre; bütün toplum sistemlerini, siyasal sistemlerini, iktisadi sistemlerini, kültür sistemlerini, aile yaşantılarını, gündelik hayatlarını, üretim hayatlarını biçimlendirmişlerdir. Bu düşünce yöntemleri İslâm medeniyetinde Tevhidi Düşünce’dir. Modern Batı medeniyetinde ise Pozitivist Düşünce’dir.

Osmanlı Türkiye’sine Tepeden İndirmecilik Yani “Jakobenizm”in Sosyal Çözülme Yönündeki Sosyolojik Etkisi

Adam Smith, Ricardo gibi klasik iktisat adamlarının düşünceleri, iktisat anlayışlarını 19. Yüzyıl’da Osmanlı Devleti’ne, Sadarat makamından, tepeden bindirmeyle nüveleri yerleştirilmiştir. Bunda, ağırlıklı olarak İstanbul’daki İngiliz Büyükelçisi ve İngiltere’den getirdikleri iktisatçı Urquat Bey denen bir kişi ve Mustafa Reşit Paşa önemli rol oynamışlardır. Başbakan pozisyonundaki Mustafa Reşit Paşa üzerinden devlet, Batılılaşma ideolojisine yönlendirilmiştir. Onun için Tanzimat’a kadar Osmanlı’da ilerici-gerici, laik-antilaik gibi bir tartışma görülmemektedir. Bu tartışma ancak Batılılaşmanın ülkemize girdiği tarihten itibaren vardır. O halde Son 1500 yıllık süre içerisinde dünyada iki tane ana akım medeniyet vardır. Biri İslâm medeniyetidir. Biri de Batı medeniyetidir. Türkiye’de an itibariyle bu iki medeniyet hâlâ çatışma halindedir. Osmanlı, İslâm medeniyetinden gelen bir yapının etkisiyle Tevhit anlayışı halkın zihin dünyasındadır.

Tevhidi Felsefe ve Modern Felsefe Farklılaşması

Tevhidi Düşünce son derece caridir. Kıyamete kadar devam edeceği için, bu anlayışın, kendine ait (tevhidi öze bağlı bir) felsefe anlayışı vardır. O da Eski Yunan ile başlayan felsefe değildir. Yani Tevhidi Felsefe ve Modern Felsefe farklılaştırılması burada oldukça önemlidir. İslâm’ın kendi yöntemine ve bakış açısına göre oluşmuş olan, Tevhidi Felsefe anlayışı, vahyin emrine girmiş bir akılla düşünen, sorgulayan ve bunun üzerinden bilgi inşa eden bir felsefedir. Kur’an’ı Kerim’e baktığınızda Cenab-ı Hakk; “düşünmez misiniz”, “akletmez misiniz”, “ne de az düşünüyorsunuz” diyor. Yani İslâm’da “Hikmet” kanunu çalışıyor.

Modern “Sosyoloji” Bilimi ve “Tevhidi İçtimaiyat” İlmi Farklılaşması

 Bu anlayışa göre “Toplum” hayatına baktığımızda ise bugün Modern dünyada toplumla ilgili olan alana biz “sosyoloji” diyoruz. Sosyoloji, 19. Yüzyıl’dan sonra kurulmuş bir bilim dalıdır. Yani Batı sosyolojisi, 19. Yüzyıl’dan sonra kurulmuş bir toplum hayatıdır. Ondan evvel “toplumbilimi” denen bir şey yoktur. Ama siz, (Tevhidi Düşünce ehli) ondan evvel üç kıtayı yöneten bir toplum bilgisine sahiptiniz.  Kur’an-ı Kerim’de “Ya eyyühennas!” deniyor. Yani “Ey İnsanlar!” deniyor. Batı sosyolojisinde dahi birden fazla kişinin oluşturduğu alan topluluk diye ifade ediliyor. “Ya eyyühennas!” tabiri ile Kur’an’ı Kerim sürekli toplum hayatı ve o hayat içindeki insanın/insanların; aklı selim düşünce sahibi olması buna yönelik tutum, tavır, ilişki, etkileşim içine girerek bu yönde geliştirdiği davranışlarına tevhidi bir boyut getirerek insanları hem ferdi hem de içtimai yaşam üzerinde uyulması istenen ilahi hatırlatmalarda, ikazda, irşatta bulunmaktadır. Kutsal kitapta değinilen; içtimai hayat, diğergamlık, cömertlik, iyilikte yarışma, faydalı ticaret, Ashab-ı Kehf, Ashab-ı Uhdud… gibi ifade edilen bütün bu başlıkların anlamı nedir denildiğinde, onların; toplum adını, toplum hayatının içeriği, toplumda, toplumsallaşmayı/içtimaileşmeyi içeren unsurların olduğu görülür. Yani tüm bu değinmelerin “İctimaiyat ilmi”nin konusunu teşkil ettiği anlaşılır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ne buyuruyorlar? “Bugün hiç hasta ziyaretinde bulundunuz mu?”, “Bugün Allah için bir sadaka verdiniz mi?” gibi sürekli içtimaileşmeye, sosyalleşmeye… yönelik hatırlatmalar sosyal etkileşimi geliştirmeye yönelik tavsiyeler İslâm’ın toplum anlayışını veya içtimaiyat ilmi anlayışını ortaya koymakta olduğu söylenebilir. Peki siz 1200 yıl, yani 7. Yüzyıl’dan 19. Yüzyıl’a kadar toplum bilgisi olmadan dünyayı ya da bilinen dünyanın önemli bir bölümünü nasıl yönetebilirsiniz? Bu kadar basit bir soruyu mevcut modern pozitivist sosyoloji müktesebatı ile cevaplandıramıyoruz. Ama bizleri Türkiye’de sosyoloji eğitimine bu noktaları düşündürtmeyen onlara anlamlı cevap üretmekten uzak bir müktesebat ile eğitiliyoruz. Sadece Pozitivist bakış açısı ve metodoloji ile meşgul ediliyoruz.  

Cenab-ı Hakk insana, karşılık olarak “çalıştığından başka”sı yoktur diyor. (O zaman) nasıl iktisadi hayattan uzak durabilirsiniz ki? O zaman sizin iktisat bilginiz yok mudur? Bütün bunlar tabi ki bizlere unutturulmuştur. Bu sebeple yeniden kendi bilgi inşamızı gerçekleştirebilmek, İslâm/Türk-İslâm medeniyetinin “ortak akıl” yapısını ve “ortak bilgi üretme yöntemini” yeniden inşa edebilmek, ilmi manada “Büyük Türkiye”’nin inşa edilebilmesi için, milli bilgi üretme sistemi ve özgün düşünce yöntemini oluşturmamız gerekmektedir. Çünkü İslâm/Türk-İslâm medeniyeti/Biz, bir ilim toplumudur/toplumuyuz. Batılılar 19. Yüzyıl’a kadar etkimiz dahilinde kaldıkları için (İslâm/Türk-İslâm medeniyeti/Bizden) bünyelerinde oluşan toplumsal Türk korkusundan dolayı bizi/biz Türkleri “barbar toplum” diye ifade etmektedirler. Oysa İslâm/Türk-İslâm medeniyeti/Biz bir ilim toplumuyuz. Çünkü ilk ayet nedir? “Oku”. Fakat bu “Oku”ma da gelişi güzel bir okuma değildir. Tevhide göre okumayı içermektedir. Yani Cenab-ı Hakk gönderdiği ilk ayet ile bizlere ve insanlığa, bir okuma disiplini, bir metot, bir yöntem yani düşünce yöntemi ve bilgi üretme yöntemi vererek bunun üzerinden İslâm’ın dünya toplum sisteminin kurulmasının yolunu açtığına işaret edildiği ifade edilebilir.

İslâm/Türk-İslâm Medeniyeti, Bir Tevhidi “Bilgi Medeniyeti”dir

İslâm Medeniyeti, bilgi medeniyetidir/özgün bilgi inşa eden bir medeniyettir. Buna göre İslâm Medeniyeti, kıyamete kadar bütün insanlığa huzur verecek olan ilmi bilgiyi Tevhit ve tevhidi düşünce anlayışı üzerinden sürekli inşa eden bir anlayışa sahiptir. Bu temel mutlak hakikat kabulleri üzerinden kabiliyet ve imkânlarımızın azamisini kullanılarak, 21. Yüzyıl sürecinde yeniden İslâm medeniyetinin bilgi anlayışını, kendi özüne uygun inşa ve ihya edebilmeliyiz. Bu birikimle, Akademik hayata, kültür hayatına, düşünce dünyasına yeniden bunları her ilim dalı bağlamında insanlığa sunma gayreti içerisinde olmalıyız. 

Sosyal hadiseler, fen hadiseleri gibi değildir. Bir kimya laboratuvarında iki tane maddeyi karıştırırsınız (örneğin pembeyle renkli madde ile yeşil renkli maddeyi diyelim), anında bambaşka bir renk görülür. Fen bilimlerinde böyle ani, hızlı ve hemen etkisi görülen bir özellik vardır. Fakat sosyal hadiseler böyle değildir. Sosyal hadiselerde bir karar alırsınız, 5 sene, 7 sene, 20 sene, 30 sene sonra etkisi ortaya çıkar veya çıkabilir. Dolayısıyla İslâm medeniyetinin temeli sanayi toplumu veya modern toplum ya da endüstri toplumu diye ifade edilen tekniğe dayalı mekanik, materyalist içerikli bir toplum ve onun egosantrik birey tipli insanını içermemektedir.

İslâm Medeniyeti’nin toplum ölçeğinde hedefi, tekniği, teknolojiyi, en ileri seviyede kullanarak tevhidi özlü bir dayanışmacılığı oluşturmak ve bu noktada ferdin de  yüksek sosyalleşmesini içeren bir “Ahlak Toplumu” inşa edebilmektir. Modern Batı medeniyeti veya Endüstri toplumu, tekniği kullanmaktadır. Fakat petrol hâkimiyetini sağlamak için Ortadoğu’da adeta öldürmedik can bırakılmadığı gibi bu amacı gerçekleştirmek için de yapmadığı zulüm kalmamıştır. Sürekli insanlık suçunu işlemektedir. Üstelik bu suçları; demokrasi, insan hakları ve özgürlükleri getirme ve geliştirme adına yapmaktadır. Bu, tam bir iki yüzlü toplum yapısı olmayı ifade etmektedir. Oysa İslâm/Türk-İslâm medeniyetinin “Ahlak Toplum”unda insanınınız, girişimciniz, sanayiciniz vb. tekniği kullandığınızda, en ileri teknolojiye sahip olduğunuzda bu tekniği, kötüler zulüm yapmasın diye, buzihniyetle kullanmak, göstermek durumundasınız. Tevhidi kültür anlayışını bunu istemektedir. Çünkü İslâm; esenlik ve barış içinde olmak, yaşamak dinidir. İslam bunu, tüm sosyal alan unsurlarına yaymayı amaçlayan ve uygulayan “insan”ı istemektedir. Buna göre, yani İslâm’a göre teknoloji bir vasıtadır. En ileri vasıta olma hükmündedir. Batı medeniyetindeki teknoloji ye yüklene anlam ise, başkalarının kaynaklarını sömürmek için ve dolayısıyla bunu sağlama yolunda; korkutma, sindirme, hatta öldürmek için kullanılan bir vasıta hükmündedir. Bir damla petrol, milyonlarca müslümanın kanına bedel anlayışı hâkim düşüncelerden birisidir. Bugün küresel hegemonik gücün zihniyetinde bu anlayış hâkimdir.

Sonuç olarak; İslâm medeniyetinin kıyamete kadar hâkim olan bir “Toplum Kurucu Düşünce Yöntem” anlayışı vardır. Bunun adı “Tevhidi Düşünce”dir. Bunu biz 19. Yüzyıl’dan 20. Yüzyıl’a kadarki süreçte unuttuk ve unutturulduk ama o biz unuttuk veya bize unutturuldu diye “yok” değildir.

İslâm/Türk-İslâm medeniyetinin bir toplum anlayışı vardır. Onun adı ise kaynağını Tevhit idrakten alan ve Tevhidi Düşünce Yöntem anlayışına göre yapılaşan, sistem kuran: “Ahlak Toplumu”dur. Bütün ileri teknolojileri bu “Tevhidi Öz”e bağlı oluşan Ahlak Toplumu içerisinde kullanıp, bütün insanlığın hak, adalet ve iyilik, gelir dağılımında adaletli paylaşımı iktisat ve toplum siyaseti olarak kuran, buna karşın gelir dağılımında adaletsizliği gideren bir özelliğe sahiptir. Zaten Haşr Suresi’nin 7. Ayeti’nde Cenab-ı Hakk, “mallar zenginler arasında dolaşan meta olmasın” demektedir. Böylece 7. Yüzyıl’dan itibaren İslâm; tekelleşme, tröstleşme ve kapitalistleşmeyi yasaklanmıştır. Bu unsurlar, İlahi bir yasaktır. İslâm bunları (yani tekelleşme, tröstleşme, kapitalistleşme vb.ni) yasaklarken aynı zamanda kendisinin bu alanlarda kıyamete değin söylediği sözleri ve yasaları bulunmaktadır. Bu her döneme hitap eden unsurlar, İslâm’ın her teknolojik düzeyde toplumu etkin kılan bir özelliğe sahip olduğu  gerçeğini ortaya çıkarmaktadır.  

O halde bütün var olan bilginin, Tevhit ile, vahyin aklına girmiş temizlenmiş (materyalist rasyonaliteden uzaklaşmış) akılla, yani pozitivist etkiden arındırılmış bir akılla; vahyi idrak ederek; vahyin üzerinden sanayiyi, siyaseti, eğitimi, bilgiyi, iktisat sistemini, tevhidi akıl bilgisiyle, tevhidi felsefe bilgisi ve tevhidi felsefi düşünce sistemini kurulması ve böylece yeniden İslâm’ın özüne uygun olarak inşa edilmesi mümkün gözükmektedir. O halde yaklaşık 200 yıllık süreçte tüm unutma ve unutturmalara karşı onların olumsuz etkilerini giderebilecek ve İslâm/Türk-İslâm medeniyetinin 21. Yüzyıl’ın temel toplum dinamiklerini, ilmi olarak yeniden ortaya koyabilen bir muhteva sahip olunduğu söylenebilir. Bu evrensel geçerliliği olan yöntem, millet ve Ümmet olarak İslâm/Türk-İslâm medeniyetinin müktesebatında olup   ideal manada en başta günümüz ilim adamları, toplumsal resmi karar alıcılar ve toplumun öncü kanat önderleri kimliğinin emanetindedir. İslâm/Türk-İslâm medeniyetinin Tevhit anlayışı ve onun üzerinden “Tevhidi Düşünce Yöntem” anlayışının “bilgi-iktidar” ilişkisini en ideal üst seviyede insanlığa sunabileceğini tüm dünyaya yeniden hatırlatılması gerekmektedir. Dünya sisteminin içinde bulunduğu kriz ancak bu yöntem ve bakış açısı ile adaleti, huzur ve dengeyi bulabilecektir.

Yazarın Son Makaleleri

Sosyal Ağlarda Paylaş

Twitter Facebook Google+ E-mail

Kategoriler

Son Yazılar