“Tevhidi Sosyal Düşünce”

“YENİ TÜRKİYE”NİN “İNŞA” VE “İHYA”SI İÇİN “TAM” “MİLLİ DİRİLİŞ RUHUNUN İÇTİMAİ ŞARTLARI”

Türkiye yaklaşık 10 yıllık süreçten buyana akıllara gelemeyecek derecede kendi kültürel köklerinin özüne yönelik değişme süreçlerini yaşamaktadır. Örneğin 2007’den öncesi ve sonrasında yaşanan süreçler karşılaştırıldığında, bu değişimin boyutları ortaya çıkmaktadır. Bu değişim aynı zamanda, 1807’den bu yana batılı hegemonları ve onların yerli işbirlikçisi olan batıcıların, “batılılaşma” adına verdikleri mücadelelerini de boşa çıkaracak türden olduğunu da ortaya koymaktadır.

Türkiye, 2007’den bu yana çok hızlı ve sıkıştırılmış müspet değişme dinamiklerine bağlı olarak, bütün batılı güçlerin gözü önünde, onların Türkiye’deki işbirlikçilerinin tüm “hayır”cı”,”istemezükçü” engellemelerine rağmen varlığını gelişerek sürdürmektedir. Bu değişmelerin bazılarını hatırlayarak Türkiye’nin içtimai (sosyolojik) şartları nasıl “öze dönüş”ü, bu zaman dilimine uyarlanmış şeklinde yeniden dirilişine sahne olmaktadır. Bunlardan bazılarını öncelikli olarak kısaca bir hatırlayalım ;

  • Başörtüsü devlet, üniversite ve kamu alanlarına hatta parklara dahi girmesi yasaklanmakta iken özellikle 2007 sonrasında devlete girdi, üniversiteye girdi, başörtülü bir “Bakan”ımız dahi oldu. 2007 öncesinde demokrasi görünümlü bir yapıda esasında demokrasi kullanılmamıştır. Buna göre var olan demokrasi, “jakoben kesimin” anayasanın 3. maddesindeki laikliğin dokunulmazlık kalkanını kullanmasına ve bunun da dinin, toplumun tamamından uzaklaştırılması projesi olan laisizme yol açan oligarşik iktidarını sağlayan kendi demokrasisi olmuştur. Bu demokrasi tabanlı siyasal süreç, “laisizm” üzerinden jakobenizmin iktidarını sağlamıştır. Böylece Türkiye’de yerli milli ve manevi değerlere sahip kesimi; korkutularak, sindirilmesine, aşağılık duygusuna mahkûm edilmesine, kendine güvenme duygusunun yitirilerek, batı paganizminin tabiyeti içine girmesine yol açılmıştır.  Ancak 2007 sürecinden sonra başı örtülü bir hanımın “Bakan” olmasına, başı örtülü öğretim üyesinin, polisin, hukukçunun devlette yer almasına yol açan milli ve manevi değerlerin devlette yeniden hâkim olmasına yeni bir Milli Dirilişin oluşmasına yol açacak kültürlenme, bilinçlenme süreci ortaya çıkmıştır.
  • 2007 öncesi batılılaşmacılığın hâkim olduğu süreçte, batılı dostlarımız bizden ne ister aman onları kızdırmayalım diyen bir bürokratik zihniyet sömürge kültürüne sahip aydın tipi hakim iken, 2007 sonrasında ki gelişen milli diriliş ruhu yeniden batı bürokrasisine haddini bil, iç işlerimize karışamazsın mesajını iman ve milli ruh bütünlüğü çerçevesinde verilen bir noktaya gelindiği görülür olmuştur. Böylece artık batı medeniyet anlayışı,  ülkemizde  “doğrudan oyun kurmak” yerine kurduğumuz sistem oyununun ancak sadece bir kısmını bozabilecek bir noktaya “gerilemiştir.”    
  • Milli ve yerli duruş ile “Milli Diriliş”in sağlanabilmesi için askeri endüstriyel sanayinin gelişmesi elzemdir. 2007 öncesi süreçte Türkiye’de özellikle askeri endüstriyel sanayinin gelişim stratejisini yöneten bürokratik yapının genel görünümü; laik, laisist, seküler, masonik ve paralelci işbirliği zihniyetine sahip batıcı bir bürokrasi çevresi hâkimdi.  2007 sürecinde ise bu yapının özellikle olabildiğince değiştirilmesi yoluyla (Aselsan’daki mühendislerin infazı ile bu değişime “korkutma” yoluyla  engellenmek istense de) on yıl gibi askeri endüstriyel sanayinin gelişmesi için çok olmayan bir zaman aralığında,  çok hızlı  gelişen milli  sanayi, “Yeni Milli Dirilişin” teknik boyutunu oluşturan gelişmeleri ortaya çıkarmıştır.
  • 2007 sonrasında Liberal- kapitalizmin” Pazar” payına İstanbul’a devasa bir havaalanın yapılmasının önemli bir engel teşkil etmesi, “İslam ordusu” kavramının adının anılması, İslam dünyası ile Batının müsaade ettiği ölçülerin dışında oyun kurarak medeniyetler anlayışı üzerinden ilişkiye girilmesi süreci hep batıyı rahatsız etmiştir. Batı 1807’den bu yana bu ülkede batılılaşma politikalarını, batıcılığı taşıyan kitlenin 2007 sonrası Türkiye’sinde devlete ve topluma yön verme güçlüğüne girmesi, Milli Diriliş’in içtimai köklerinden bir kısmını oluşturmuştur.
  • 2007 sonrası toplumun gözünün önünde 2007 öncesi batıcı laik, laisist, seküler politikaların ve politikacıların, kanaat önderlerinin ikiyüzlülüğünü ortaya konulan gelişmelerin görülmesine yol açmıştır. Bu gelişmeler ise toplumun, özgür iradesine dayalı müspet aklı ile tercih ve iradesinin kullanmasının sosyo-psikolojik temellerinin atılmasına neden olmuştur.
  • Bu özgür irade ve müspet (selim) akıl, 2007 öncesi devletin jakoben güç, kendisinden korkan, halkın kendi milli ve manevi his duygu ve dünya görüşünü devletle birlikte ele almayı adeta yasaklayan, veyahut bunları jakoben kültüre göre uyarlamaya iten ve böylece ikircikli, gri alanı oluşturan milli ve manevi kesimin kendine güven duymasının hem psikolojisinin (ruhiyatı) hem de sosyolojisinin (içtimai) farkındalığının artması sağlanmıştır.
  • 2007 öncesi kuvvetler ayrılığı ilkesi liberal kapitalizmin jakoben, laisist bürokrasinin içeride  modern batı’ya Türkiye’yi bağlayan en önemli unsurlardan idi. Çünkü modern siyasal sistemde kuvvetler ayrılığı prensibi, liberal kapitalist girişimcinin (yani sömüren, eşitsizlikten tekelci dünya sistemini kuran) liberal devleti, parlamentoyu, seçimleri demokrasi yoluyla kullanarak, esasında liberal kapitalist girişimcinin sermayesinin korumasını güvence altına alan bir sistemdir. Kuvvetler ayrılığı prensibi, liberal sermayenin siyasal güç tarafından korunmasının tehlikeye girmesi halinde yedeğinde tuttuğu yasamayı ya da yürütmeyi ya da her ikisini devreye sokarak liberal girişimciliği sağlamlaştırma vazifesi yapan oligarşik sistemi, güçlendiren bir muhtevaya sahiptir. Kuvvetler ayrılığı ilkesi, modern pagan batı medeniyet sisteminin liberal sistem mantığını sağlayan en temel güç kaynağıdır. Demokrasi görüntüsü altında seçimlerden çıkan sonucu kendisi lehine göre yönlendiren ya da sonuçlandıran bir niteliğe sahiptir. Bundan asla taviz veremez. Çünkü siyasal sömürüsünü kuvvetler ayrılığı ilkesiyle sağlar.

Türkiye’de özellikle modern süreçte siyasetin, bürokrasinin aydının, toplumun liberal sosyal teorinin kurgusunun sözde “bilimsellik” eşliğinde batılılaşmasının güvencesi bu yolla kontrol altına alınmaktadır. Buradan ne bir milli toplum ne bir milli manevi bütüncüllük içeren  “Yeni Türkiye” ve ne de “Milli bir Diriliş” içeren  Türkiye ortaya çıkarılabilir. Oysa özellikle 16 Nisan’da yapılacak yeni anayasa maddelerinin düzenlemesi ile “evet”lerin hakimiyeti, bu bağımlılaştırıcı liberal–kapitalist sistemi koruyan kuvvetler ayrılığı ilkesini ortadan kaldırıp, yerine Türk-İslam medeniyetinin/Umranının “Milli Diriliş”ini sağlayacak kuvvetler birliğini anlayışını güçlü ve cari kılarak,  Yeni Türkiye’nin kendi özgün temelleri üzerine kurulmasının sistematik modelinin oluşumuna yol açacaktır. Bu yönüyle bu referandumun 1807’den bu yan esaslı bir milat ve “Milli Diriliş” olmaktadır. Batı medeniyeti ise yerli batıcı işbirlikçileri üzerinde esasında liberal–kapitalizmin Türkiye üzerindeki sömürüsünü siyasal mantığının devam etmesi için bu kuvvetler ayrılığı ilkesinin devamının sağlanmasına hayati önem vermektedirler. Bundan dolayı referandumun “hayır” çıkmasını ve siyasal bağımlılığın devam etmesini tüm güçleriyle hem içerideki işbirlikçileri hem de açıktan kendi pozisyon alışları ile istemektedirler.

Türkiye’nin bütün bu yönleri ile 200 yıllık aydınlar, bürokratik devlet yöneticileri, düşünce sistemi ve liberal- kapitalist iktisat sistemi üzerinde kuvvetler ayrılığı bağlamında demokrasi görünümlü “oligarşik demokrasi” ekseninden çıkabilmesi, kendi milli ve manevi bütüncüllüğüne dayalı yeni dünyaya düzen veren bir süreç yaşayabilmesi için öncelikle bu marazları gideren bir konuma gelmesi gerekmektedir. Bunun da en son nihai imkanı 16 Nisan referandumu olup bu imkanın müspet kullanılması halinde, “Yeni Türkiye”’nin esasında ancak bundan sonra kendi özgün milli ve manevi değerlerinin  bütüncüllüğünü “tam” olarak kullanan bilgi üretme sürecine yönelerek esas inşa ve ihya noktasına gelebilecektir. Ancak bundan sonra Tam bir Yeni Türkiye ve Tam bir Dirilişten söz etmek hazırlık sürecini tamamlayıp, sistem kurma noktasına gelebilecektir.

Sonuç olarak; 18. ve 19. Yy.lardaki ecdadın Tevhide sahip çıkmada yozlaşarak, dünyevileşmeleri, hırs ve dünyevici tamah, ahlaki çözülme eşliğinde ilmi  bilgiden uzaklaşma gibi tembelleşmelerin neticesinde “Tevhid”e sahip çıkma sorumluluğunu artık liyakatli şekilde yerine getirmez noktaya gerilemiştir. O zamandan sonra ise aşama aşama gelişen hegemon  modern Batı; Kanun-i Esasi, II. Meşrutiyet, pozitivizm, liberal sekülerleşme, laisisizm, paganizm, liberal-kapitalist sömürü,  oligarşik demokrasi ve sonrasında modern sosyal bilimler, jakoben aydın tipleri, NATO, askeri ihtilaller, PKK, Peygamber Efendimiz (SAV)’e hakaret eden karikatür krizi, FETÖ, DEAŞ  gibi belalar üzerinden Türk Toplumu 200 yıllık şahsiyetlenme ve bilinçlenme ile  yeniden kendi milli ve manevi şuurlanması sürecine geçmiş, Milli Diriliş Ruhunu harekete geçiren bir sürecin içine  girmiştir. 200 yıllık süreçte yaşanan tüm bu sıkıntılar esasında günümüz dünyasına yön verecek Yeni Türkiye Dirilişinin imkansızlıklar içinden tekrar sistem kurucu imkana kavuşmasını ortaya koyan bir süreci, Araf Suresi’nin 182. ayeti eşliğinde anlamak gerekmektedir.

Araf Suresi 182. ayet; Ayetlerimizi inkar edenlere gelince biz onları (liberal-kapitalist modern Batı olmak üzere materyalist sistemi ve temsilcilerini)  bilemeyecekleri yönlerden derece derece düşüşe (helaka /azaba) yaklaştıracağız.  

Bu çerçevede Yeni Türkiye ve Tam Milli Direniş üzerinden gelişen süreçler, dünya sistemine yön verici mahiyette bir netice oluşturabilmesi için 16 Nisan 2017 referandumunun muhatabı olan toplumun, 21. Yüzyıl Yeni Türkiye’sinin önünü açıcı bir sonucu ortaya koyma sorumluluğu bulunmaktadır.   

Yazarın Son Makaleleri

Sosyal Ağlarda Paylaş

Twitter Facebook Google+ E-mail

Kategoriler

Son Yazılar