“Tevhidi Sosyal Düşünce”

Özgün Sosyal Politika İnşaası Üzerine Düşünceler

Sosyal politikanın tabii özel bir alan olmasının ötesinde aslında toplum bizim  yaşantımızı şekillendiren, sosyal sistemin ayaklarını koruyan bir özelliği var. Toplum nizamı dediğimiz sistemin devamlılığını sağlayan ve insanları bir arada tutan özelliklerin pozitif bilim anlayışındaki karşılığını bir şekilde inceliyoruz, araştırıyoruz. Tabii bunu yaparken hep bir noktaya odaklanıyoruz, bir yere gidiyoruz insan temeline geliyoruz. İnsanı anlamak lazım, insanı anlamlandırmak lazım. Aslında bütün bilimlerin temelinde yatan özelliklerden bir tanesi bu.

Her sistemin kendi içerisinde bir ideal insanı var. Şu anda mevcut olan, en azından 300 senedir dünya iktisadi ve sosyal sisteminde etkin olan kapitalist sistemin de bir ideali var. Onunda bir insan tasavvuru var. O insan tasavvuru olmasaydı zaten , 300 sene dünya üzerinde her kıtada, her ülkede şu veya bu şekilde uygulama ve etkinlik alanını bulamazdı. Onun da bir insan arayışı var. Onun da bir ideal insan tipi var.

İktisat okuyan veya okuyacak olan arkadaşlar bilirler. 1776 da Adam Smith milletlerin zenginliği eserini yazarken, milletlerin zenginliğini bireylerin zenginliğine bağlamış; öncelikle demiş ki: "zengin bireyi oluşturmamız gerekiyor , zengin bireyi var etmemiz gerekiyor. Zengin birey zengin devleti var eder." Girişimcilerin bu anlamda çok girişimci olması çok girişimci karakterde insan profilinin ortaya konulması, bir taraftan bu zenginliklerin toplum içerisinde yaygınlaşmasına ve devletlerinde ulus devlet tipinde bu şekilde güç kazanmasına, öne çıkmasına sebebiyet verir.

Kurgulanan ve gelişen dünya düzeni arasında önemli farklılıklar var. Önemli bir değişim ve dönüşüm süreci yaşanmış. Biliyorsunuz batının geçirdiği son dönemdeki, hatta batılı alimler öyle söylüyorlar son 500 sene içerisindeki en büyük değişim evresini sanayi devrimi olarak açıklarlar. Çünkü sanayi devrimi bütün dönüşümün altyapısını oluşturmuştur onlarda. İktisadi sistem dönüşmüştür, sosyal yapı dönüşmüştür. İnsan ilişkileri dönüşmüştür. Birey ile devlet arasındaki pozisyon dönüşmüştür, hepsi dönüşmüştür. Hepsi çok büyük bir dönüşüme tabi tutulmuştur. Bunun içerisinde böyle daha flaş daha ön planda olan Fransız İhtilali falan filan gibi  kavramlar vardır ama önemli daha çok üzerinde durdukları, en azından kendilerince ifade ettikleri kavram sanayi devrimidir. 

Sanayi devrimi aynı zamanda medeniyet sisteminde hani el değiştirmesini sağlayan, geçiş yapmasını sağlayan bi dönemeç bizim açımızdan da aslında önemli.  Bazen soruyor arkadaşlar; sanayi çalışma ilişkileri, Türk çalışma hayatını anlatırken. Osmanlının medeniyet ufku, medeniyet gücü, dünya üzerinde medeniyet tasavvuru, cihan şümul politikaları ne zaman artık bir sonlanıp bir dönüşme noktasına girdi dedikleri zaman işte tam sanayi devrimine denk gelen dönemde yavaş yavaş Osmanlı bu işi bırakıyor. Yavaş yavaş bu işte bozulmalar başlamıştı. O dönemle beraber dönüşüm daha böyle keskin, radikal bir dönüşüm olarak karşımıza çıktı.

Bu tarihe kadar mutlak bir medeniyet ufku, büyük bir medeniyet ufku, halen hedef alınan, Sebahattin Zaim Hocanın doktara ve yüksek lisans öğrencilerinin anlattığı hep bir örnek; Amerikalı araştırmacılar Osmanlının hep 14-15 ve16. yüzyılını çalışır. Ağırlıklı olarak çalışılan yüzyıl budur. Sene olmuş 2000 halen çalıştıkları zaman aralığı odur. Neden? Çünkü gerçekten sistemin kendisini en güçlü bir şekilde var ettiği kurumsal olarak yapılanmasını en güçlü kıldığı dönem o dönemdir. O dönemin en önemli özelliklerinden biri, toplumu vareden en önemli özelliklerinden biri Osmanlıda ki bilim üreten mekanizmaların çok güçlü olmasıdır. Bilim üreten mekanizmaların bi şekilde bağımsız olması ve tam anlamıyla bir liyakat ilkesiyle çalışmasıdır. Medeniyet dediğiniz meselenin bilgi, maddi bilgi boyutunda maddi bilgiyi oluşturan alt kısmını, önemli kısmını bu bilgi ve eğitim kurumlarında gerçekleştirirsiniz. Osmanlı medreselerinin kuruluştan çok kısa bir süre sonra bu yapılanma içerisine girdiğini görüyorsunuz. Maalesef 16. yüzyılın sonundan başlayan sistemde liyakat sisteminin el değiştirmesine bağlı olarak medeniyet sisteminde bir dönüşüm gerçekleşiyor. Medresede babadan oğula geçiş sistemi yavaş yavaş yerini almaya başlıyor eski sistemin. Bilgi üretilmeyince, dünyaya ilişkin maddi bilgi üretilmeyince o üretilemeyen maddi bilgi sürekli olarak sizde üretilmeyince bir yerde üretilir. Sizi zemin alıp sizin altyapınızda şekillenen batı dünyasında, haçlı seferlerinden itibaren başlayan bu bilgi alış veriş sürecinde, onlarında kafası bu anlamda geç çalışmıştır. Daha önceki zamanlarda alma şansı vardı ama tabii kilisenin ve engizisyonun onların tepesinde böyle kılıç gibi sallandığını düşünürseniz çok kolayda değil alıp geçirmeleri. Onlarda ancak işte rönesans, reform ve coğrafi keşifler çerçevesinin sonrasında bu bilgiyi kullanma gerçeğine başladılar. Bilgi İslam'ın bilgisi de olsa bize hizmet eder, bize fayda sağlar. Bu anlamda papanın bugüne kadar söylediği şeyler saçma, papa öyle diyordu çünkü yani İslam bilgisi bir işe yaramaz. Sizce bir mana ifade etmez, siz hıristiyanlarsınız.

Dolayısıyla burda büyük bir dönüşüm, büyük bir eğitim ve bilgi üretme sürecinin el değiştirmesinden bahsediyoruz. Bakın eğitim sürecinin eğitimin kurumsal niteliğini kaybettiğiniz andan itibaren eğitim dendiğinde insanı aynı zamanda yetiştirendir. O ideal insan dediğiniz tipi inşa edendir.

İdeal insan tipini inşa etme özelliği sadece maddi kültür üzerinden şekillenmez. Bizde insan madde+mana temelinde yetiştirilir. Bu eksene dayanır insan yetiştirmesi. Ama bunun bir tarafı bir ayağı boşta kaldığı andan itibaren diğer ayağın dengeyi sağlayabilme imkanı çok fazla olmuyor. Dikkat edin özellikle dağılma dönemiyle ifade ettiğimiz Osmanlının son döneminde çok iyi işleyen, çok başarılı işleyen bütün kurumların niteliğini farklılaştırdığı ve kendi doğal işlevlerini yerine getiremediğini görüyorsunuz. Örnek vereyim bir tane: Vakıf kurumu İslam hukukunun kaynağından beslenen bir organizasyondur. Nasıl ortaya çıkmıştır? Allah rızası için kendinize ait olan bir malın bir mülkün Allah rızası için toplumun yararına kullanıyorsunuz. Bu o kadar yaygınlaşmıştır. Bizim coğrafyamızda o kadar güçlü bir şekilde o kadar etkin bir şekilde uygulanmıştır ki Fatih Sultan Mehmet döneminde insanların toplumsal yaşantısını yönlendirecek Anadolu ve Rumelide hani doğrudan insan yaşantısına toplumsal yaşantıya  hizmet edecek vakıf kurabilme imkanı kalmamıştır. Çünkü her sahada vakıf vardır. O kadar çok sayıda vakıflar kurulmuştur ve çok enterasan bir şeydir, İstanbul'un fethinden sonra batılı tarihçilerin çoğu bunu yazar. İstanbul'a geldiklerinde hayvan haklarını esas alan bazı vakıf uygulamalarını görürler. İşte leyleklerin, göçebe leyleklerin bakımı işte İstanbul'a gelen işte gene  göçer hayvanların    iyileştirilmesi vetenirer hizmetleri falan bu neren kaynaklanır? Bu nedir? diye araştırdıklarında  baktıklarında görüyorlar ki zaten toplumsal yaşantıyı, çevre temizliğini, insan sağlığını, bugünkü modern anlamda sosyal güvenlik dediğimiz insanların güvenliğini sağlayan vakıfların sayısı çok fazla. Ama vakıfların iki tür bakın bir tarafında mana var. Nedir? Allah rızası için. Tabii bunun bu Allah rızasının içerisinde batının mekanik hale dönüştürdüğü önemli bir detayda saklı. Batıda dikkat ediyorsunuz zenginliğin kaynağı, servetin kaynağı hep ortaya kondukça, güç ortaya kondukça bir şey ifade ediliyor. Bakıyorsunuz feodalite zamanında hakim olmak üzere fedoal beylerin inanılmaz toplumun içerisinde ki gelir dağılımına ile ilgili olmayan saraylar, köşkler, yazlıklar, kışlıklar toplumsal yaşantıyla inanılmaz farklı düzeyde bir yapılaşma, bir mimari, bir şatafat bir sosyal yaşantı. Çünkü zenginliğin teşhiri bu, servetin teşhiri bu. Servet dünyanın her yerinde her dönem insanların teşhir amacıyla kullandıkları bir unsura dönüşür. Bakın işte vakıf. Osmanlıda bunu insanların o servetin teşhiri şeklinde olması gereken batıda uygulanan uygulamayı bizde sosyal amaca kanalize ederek topluma hizmete dönüştürmüş ve dolayısıyla maddi alanda aynı zamanda bütün aklınıza gelebilecek toplumsal yapıyı sürdüren bütün mekanizmalar vakıflar etrafında örgütlenmiş., etkin şekilde örgütlenmiş. Ama işte kurumun bozulmasında özellikle az önce söyledim bu madde ve mana sisteminde devam eden vakıf kurumu bakıyoruz dağılma döneminde o da bu süreçten etkilenmeye başlamış. Vakıf sadece toplum hizmeti olmaktan çıkmış evlatların yani mirasçılarının peşinde işte hak peşinde koştuğu, hak temelinde koştuğu, ordan pay almak adına hareket ettikleri bir gelir mekanizması haline dönüşmeye başlamış.

Vakfın yeni uygulamalara, artan nüfus sayısına, şehirleşen çünkü kent yapıları Osmanlının son dönemine doğru da artış gösteriyor. Bu yapılanma ile uygun bir bilgi, bir bilimsel bilgi, bilimsel veri oluşturulamamış. İşte bundan dolayıdır ki bu dönüşüm bizim için olumlu sonuçlar vermedi. Bizim için istediğimiz sonuçları gerçekleştirmedi. Ama ideal insan anlayışı, ideal insana ulaşmak noktasındaki çerçeveyi maalesef hani o noktada adeta bırakmışız. Daha sonra sanayi devriminden sonraki süreci biraz takip ediyorsunuz. Çok küçük birkaç tane istisna dışında daha çok sosyal yapının hani batıdaki modellenmiş şeklinin aktarılması uygulamaları, kopyalanması uygulamaları ile karşı karşıya kalıyoruz. Sosyal modellerde kopya olmaz. Sosyal modelleri kopyalayamazsınız. Hatta ekonomik modelleri bile kopyalamanın çok zor olduğuna ilişkin görüşler var ama sosyal modelleri hiçbir şekilde kopyalayamazsınız. Çünkü sosyal yapı toplumun kendi kesiminde, kendi dinamiklerinden, kendi değerlerinden oluşan bir nitelik arz eder. Şimdi bu geldiğimiz dünyada gene aynı çerçevede bizi karşılıyor. Bugün soruyorlar, neden Türkiye bu kadar gelir adaletsizliği rakamlara bakıyorsunuz takip ediyorsanız ki bakın rakamlara en fakir % 20 ile en zengin % 20 arasındaki fark bir çok Güney Amerika ülkesini andıracak şekildedir. Yine bir çok gelişmekte olan ülke OECD ülkeleri içerisinde gelişmekte olan ülkeyi andıracak şekildedir. Peki niye sizde sosyal patlama olmaz. Arjantinde çatışma olur, bilmem ne olur. Arjantinde iki günde bütün Arjantin'de Boynes Ayres te bütün dükkanları yakıp yıkışlardı. Genel olarak bir isyan kültürünün sonucu olarak. Bizde neden sosyal patlama olmaz. Çünkü bizde o bilimsel literatüre aktaramadığımız, aktartmadıkları, engelledikleri, o dayanışma duygusu, o ideal insanın model insanın taşınması ve devam ettirilmesi uygulaması bizim toplumumuzda hala bugün sosyal yapıyı koruyan en önemli dinamik halindedir.Bunun tabii kurumsal olarak bu çalışmaları çok fazla yapabilmek bunun üzerinden birşeyler üretmek mümkün değil.

Seküler sistemlerde bilim anlayışının çıkmazlarından biri olarak kabul ediliyor ve bu her ne kadar ortaya verilerle, bilimsel verilerle koysanız bile bu faaliyetleri yürüten kuruluşlar örneğin bugün ki modern anlamda sivil toplum kuruluşu olarak kabul edilmiyor. Bu işleri toplumda ne kadar büyük bir gelir dağılımı mekanizması örneğin zekat müessesesinin ne kadar gelir dağılımına hizmet ettiği konusundaki verilere çok fazla itibar edilmiyor ve en sonunda içinden çıkılamayınca şöyle tırnak içerisinde söyleyeyim "Gönüllülük ya bu gönüllülük şeyi, bu gönüllü bir şey. Dolayısıyla bunun çok fazla bir anlamı yok. Adam bugün yapar yarın yapmaz." Peki bugün yapan adamın hani model adam olduğu noktasından hareketle bunu yetiştirmek bir toplumsal yapının bir hedefi olmamalı mıdır? Yoksa işi devletin bürakratik, zamana, döneme, iktidarlara göre değişen anlayışına mı bırakmak lazım? Onlar için olmazsa olmaz düzenleme çünkü kamu müdehalesidir, devletin müdehalesidir. Devletin müdehalesi hak doğurucu bir müdehaledir. İşte hak doğurucu müdehalenin bugün dünyada ne kadar gelir dağılımı adaletini ülkelerde sağladığını görüyoruz.

İşte devletin hak doğurucu, hak dağıtıcı özelliğinden bahsediliyor. Bu hak dağıtıcı özelliğin, işte sosyal yardımlar. Türkiye' de yakın geçmişte duyduk. Televizyonlarda vesairelerde sosyal yardımların örgütlenmesinde ne kadar büyük bir organizasyon bozukluğunun olduğu belli. Yoksulluğun giderilemediği, bütün çabalara rağmen giderilemediği belli. Dolayısıyla bu hak dağıtıcı mekanizmanın bu işin üstesinden gelemediği de çok açık bir gerçek. Dolayısıyla buradan hareketle şunu ifade etmek gereklidir. Bugün her şeyi devletin üzerine yükleyen ve bütün her şeyi devletin düzenleme sahası üzerinden oluşturan anlayışında gene sonuna geldiğimiz, iflasına geldiğimiz bir dönemdeyiz. Çünkü bizde, Türkiye' de özellikle 2. dünya savaşından sonra sosyal alanda, sosyal sistemler üzerinde çalışan insanlar hep şunu diyorlardı: "Bakın, batıya bakın. Avrupa'ya bakın, sosyal devletin oradaki gücüne bakın, sosyal devlet orada her şeyi organize ediyor. Yaşantının güzelliğine bakın. Almanya' dan yurtdışından gelen bizim işçiler vs. öve öve kendi memleketlerini anlatmada bitiremiyorlardı. Şöyle yapı, şöyle bir işsizlik sigortası vs."

Sene 2000. Bugün Avrupa' da sosyal devletten vazgeçip geçmediği konusu tartışılmaya başlıyor. Bir kaç tane sosyal güvenlik sistemi, kıta Avrupa ülkesi dışında hiçbir şekilde sistemi devam ettirebilme şansları kalmadı. Birkaç tane enteresan rakam vereyim: Belçika' da son dönemde sosyal harcamalar içerisindeki en büyük harcama guruplarını ülkedeki aile yapısının bozulmasına ilişkin harcamalar oluşturuyor. Ne bunlar? İngiltere' de de dahil olmak üzere Belçika' da ki rakamlar daha net olduğu için aklıma geliyor. Çocuk annelik denilen kavram ortaya çıktı.  Çocuk annelik, 10 yaşında 11-12 yaşında anne oluyorlar. Aile mevhumu dışarısından kaybedilmiş, çocuk doğmuyor, doğurulmuyor veya doğurulduğu zaman sosyal güvenliğinin nereye yazılacağı bilemiyorsunuz. O kadar büyük bir harcama kalemi haline oluşmuş ki artık bunu düşünmeye ve bunun üzerinde eğitim programları geliştirmeye başladılar. Bakın size harcama kalemi. Toplumda insanı, her ne olursa olsun sadece tüketen insan, kapitalizmin temel döngüsü ne? Tüketen insan. Tüketen insanın gelmiş olduğu nokta bu. Amerika' da başkan Bush' un geçtiğimiz dönem, son dönem, ayrılmadan önce en büyük harcama yaptığı kalemlerden biri başkanlık bütçesinden aile politikalarıydı.

Bizde aile dendiği zaman, aile korunsun, aile yapısı korunsun, aile dışında, hani bu evlilik dışı dedikleri ve topluma sürekli popilist şekilde pompalamaya çalıştıkları anlayış. Bunu söylediğimiz zaman "Olur mu? ne kadar dar, ne kadar demokrasi dışı, anti demokratik düşünceye sahipsiniz. Ya olur mu? Olur mu? Rahat insanlar, özgür olmalı." İnsanların o özgür olduğu sahanın bedellerini ödeyemiyorsunuz. Koca koca devletler olmanıza rağmen. Bu toplumun yıkılması anlamına geliyor. Bu toplumun yok olması anlamına geliyor. Bugün içine düştükleri politika çıkmazlarının en büyük sebeplerinden bir tanesi bu. İnsanı kaybetmiş durumdalar. Çocuk doğum oranını arttıramıyorlar. Bütün çabalara rağmen. Alman sosyal güvenlik sisteminde 1. sene tam ücret, 2. sene %50 ücret, 3. sene %30 ücret anneye ödeniyor. Evde otur ben ücretini ödemeye devam edeceğim. Yapmıyor Alman, yapmıyor. Neden? Anne çocuk ilişkisini yük haline sokmuşsun. Karşılıklı olarak tamamen maddi sistemdeki belirleme unsurlarından birbirlerine yük olarak bakmışsın. "18 yaşından önce çocuğu sokağa atmayın. Bakın şu, şu, şu vergi muafiyetlerini yapacağız size."

Neden yük olmuş, angarya olmuş üzerinde, neden? Aile çözülmüş çünkü. Toplumun temeli olan aile çözülmüş çünkü. Dolayısıyla ideal insanı terketmenin  toplum yapısındaki en temel en hızlı görüntülerinden bir tanesi toplumun temeli olan ailenin yok edilmesidir. Aile yok edildiği zaman, toplum nizamı işlemez hale geliyor. Onun için hani kendi inanç sistemimizden baktığımız zaman, bizim inanç sistemimizin temel farklılığı ve belkide bu noktadaki temel doğrusu evinde kendi kendine yaşayan bir dini inancımız yok. Bizim inancımız toplumda yaşanıyor. Toplumsal yapı içerisinde yaşanıyor. Sınırları belirlenmiş bir alan içerisinde yaşanıyor ve açıkçası beni etkileyen ve şaşırtan hadislerden bir tanesi şuydu: "Hz. Peygamber efendimiz (s.a.v.) Cebrail bana komşu hakkını okadar övdü ki komşuyu komşuya mirasçı sayacak, getirecek diye zannettim." Bakın bu ilk duyduğumda bende birşey oluşturmadı. Komşunun komşuya hakkı, hakkı ifade eden bir kavram.  Günümüz toplum yaşantısında şu anda bütün sosyologlar, şehir sosyologları, kent sosyologları dahil olmak üzere herkesin düşündüğü temel olgu komşuluk kavramının toplumda yok olmasına bağlı olarak toplumdaki cinnetin veya toplumdaki anlaşmazlıkların hep üst seviyede gerçekleşmeye başlaması. Öyle bir noktaya gelmiş ki toplum toplumun içindeki cinneti, kendi apartmanı içerisindeki cinneti farkedemiyor, problemi farkedemiyor.  Geçenlerde ben de şahit oldum, bir haber programında. Adam girmiş, saldırmış,bir şeyler yapmış, insanları yoketmiş. Alt kattaki komşusu hiç duymadım diyor, hiç haberim yok, hiç görmedim, kim oturuyormuş orada ondan bile haberim yok diyor.

Dolayısıyla işte geldiğimiz nokta bu. O zaman komşunun komşuya mirasçı kılınacak kadar yakın tutulmasını 1400 sene öncesinin gerçeğiyle değil, bugünün gerçeği ile yeniden yorumlamak lazım, yeniden anlamaya çalışmak lazım. Bugün hala sorunların içinden çıkılmaz hale geldiğindeki temel düstur olarak karşımıza bunlar çıkıyorsa, bunların korunması gerekliliğinden bahsediyorsak bunu iyi anlamamız lazım, bunu iyi kurgulamamız lazım.

Az önce vakıf noktasında bıraktığım noktadan birkaç şey daha söylemek istiyorum. Bugün bakıyorsunuz sivil toplum, yeni adı sivil toplum organizasyonları diyorlar. Vakıf demiyorlar. Vakıf olarak kullanılan tabirler de var da, genellikle batıda enciyo diye geçiyor, non goverment organization, kamu dışı örgütlenme diyorlar. Kar etmeyen kuruluşlar, kar amacı olmayan kuruluşlar.Kuruluşların özüne bakıyorsunuz, kuruluşların temeline bakıyorsunuz, gerçekten özellikle Amerika Birleşik Devletlerindeki uygulama sistemlerine bakıyorsunuz bizdeki vakıf uygulamaları ile çok benzer bir niteliği var ve devlet zaman zaman yapmış olduğu açıklamalarda, geçmiş yıllarda 2000' li yılların başında merkez bankası başkanının yapmış olduğu bir açıklama vardı. Diyordu ki: "Amerikada mümkün olduğunca sosyal alana ilişkin organizasyonları sivil toplum örgütüne bıraktığımız zaman biz ancak başarılı olacağız." 15. yüzyılda Osmanlının sosyal devlet düzenlemesinde devletin doğrudan müdehale ettiği sosyal alan olduğunu görme şansınız yok. Hepsini tamamen vakıflara bırakmış durumda.  Padişahların, sultanların , eşlerinin hepsinin dolaylı olarak vakıf yoluyla sosyal hayatın içerisine girdiğine birebir şahit oluyorsunuz. Ama doğrudan düzenleme yok. Bugün 21. yüzyılda, 2010 senesinde kamu nekadar çekilebilir, bu alanı düzenlemekten ne kadar geri durabilirsiniz tartışması yapılıyor. 15. yüzyılda tamamen çekilmiş, yok. Yani devlet anlayışını anlarken, algılarken onun bütün unsurlarına bakmak lazım.

Yani padişahın veya işte İstanbul idaresinin yönetiminin sabah kalktığı zaman  ya çöplere ilişkin organizasyonun nasıl, sağlık hizmetlerinde bugün nasıl yapacağız? herşeyi üzerinde toplayan anlayışa sahip olmadığını görüyorsunuz. O mutlakiyetçiliğe, otoriterliği ifade eden imparatorlukta bütün bir yapılanma olmadığını görüyorsunuz. O yapı topluma terkedilmiş, toplum kendisi hallediyor. Kendi kendini oluşturdukları ve kendi kendini yönettikleri organizasyonlarla bunu gerçekleştiriyor.

Dolayısılya hani kavramsal olarak bazı şeyleri konuşurken ve tartışırken yeni şeylerle karşılaşmış olmak duygusundan artık bizim sıyrılmamız gerekiyor. Yeni kavramlardan hani kalite, ürün, müşteri beklentisi, müşteri beklentilerine göre üretim gerçekleştirme kavramı, bizde okula başladığımız zaman işletme dersini alıyorduk. 1. sınıfta hoca işte "müşteri beklentileri, kalyovis üretim sistemleri, zamanla pazarların gelişmesi, küresel pazarlar, küresel pazarlardan gelen tepkiler, artık arkadaşlar bilgisayardan tık dediğiniz zaman müşteri anında ürün gelsin istiyor. 10000 kilometreden tık dendiğinde ürünü yanına istiyor, müşterinin istediği şekilde üretim yapman lazım."

Bunları anlattıktan sonra daha ilerideki dönem içinde okumalarımızda karşımıza geldi. Yani müşterinin isteğine göre ürün denetimi, yani müşterinin sistem üzerinden ürün denetimi yapabilmesi. Ahi teşkilatını biraz okuduğunuz zaman, ahi teşkilatında, Osmanlı ahi teşkilatında o kadar enterasan yaklaşımlar var ki o ürün denetiminin nasıl gerçekleştiğini, nasıl kendi kendine yürüdüğünü görüyorsunuz. Belki duymuşsunuzdur. Biraz popiler oldu, son dönemde anlatılan bir konu bu. Papucu dama atılmak denen bir tabir var. Bu anlayış ahi kültüründen gelen bir anlayıştır. Bir ürün ayakkabı, çarık çıktı. Çarıktan memnun olmadınız. Gittiniz, padişahlık dönemi ya ayakkabıyıda yüzünüze attılar. Ne kardeşim, ne ürün denetimi , gönderdiler sizi. Düşündüğünüz zaman böyle. Ama böyle olmuyor, böyle gerçekleşmiyor. Ahi teşkilatına gidiyorsunuz. Ben bunu şu ustadan aldım, üç günde bu ayakkabı patladı. Gel diyorlar o zaman, ustaya gidiyorlar. Bu patlamış, hatalı olduğunu, üretiminin yanlış olduğunu kabul ediyor musun? Yok etmiyorum diyor. Bu kötü kullanılmış, ondan patlamış. Yoksa benim ayakkabılarım patlamaz. Dur o zaman sen diyorlar. Hemen ustasına gidiyorlar, hayattaysa. O na ustalık belgesi veren ustaya gidiyorlar. Usta hayatta değilse ahi teşkilatı bir usta heyeti belirliyor.

Bakın, denetim standartdının belirlediği heyet meslek standardı. Biz şimdi meslek standardını 2 sene önce kuruldu. 2008, meslek standartlarını oluşturuldu. Size 14. yüzyılın meslek standartına dikkat çekiliyor. Hemen bir meslek standatları ekibi oluşturuluyor, ayakkabıyı değerlendiriyorlar. Bu diyor evet kötü iplik kullanılmış, kötü işçilik yapılmış, ondan patlamış bu ayakkabı kararı çıkarsa ustaya gidiyorlar. Kusura bakma senin bu belgeni elinden almak zorundayız. 

Ahi teşkilatı resmi bir meslek standartları örgütü olarak ustanın belgesini elinden alıyor. Kabul ederse yeniden onu bir alt seviyeye, işte kalfalık veya çıraklık seviyesine geri gönderiyor., yeniden eğitim sürecine tabi tutuyor, isterse. İstemezse o alanda ekmek yeme şansı yok, başka bir meslek yapacak, çiftçilik yapacak bu satten sonra. O mesleği bırakıyor ve o meslekten çekilmek zorunda.

Dolayısıyla bu bakın bununla da bitmiyor. Şimdi etik kurulu diye bir şey çıkardılar, biliyor musunuz? Etik kurumu kanunu çıkardılar. Şimdi çok böyle işlevsel bir şey yok. Örneği bir bir şeyin bürokratın, kamu görevlisinin diyelim ki ahlaka uygun olmayan bir şekilde bir rüşvet aldı. Veya hani ortam böyle rüşvet tescilinde değil ama çok ahlaki olarak uygun olmayan bir davranış sergilediği düşünülüyor. Bir etik kurulu toplanıyor. Bir hediye almış bürokrat onu değerlendiriyorlar, sonra diyorlar ki; evet etik dışı bir davranıştır, bu ahlak dışı bir şey yapmıştır diyorlar. Bunu yayınlıyorlar. Sonucu neden mi? Sonuç yok, açıklıyorlar yayınlıyorlar onu. Bu kanun da gene bir-iki sene içerisinde felan çıkmış olması lazım.

Ustanın belgesini iptal ile mesele bitmiyor, tören yapılıyor. Kötü pabuç geliyor, ustanın dükkanının önüne geliyor. O kötü pabuç, bozuk papuc o ustanın damının üzerine atılıyor. Pabucunu dama atıyorlar ustanın. O papuç o damda durduğu sürece o dükkanın çalışma şansı söz konusu değil. Veya o dükkanın ustalık yapabilme şansı söz konusu değil. Ne zaman ki yeniden ustalık belgesini alıyor, pabuç indiriliyor ve dükkan faaliyete geçmeye başlıyor. Yani topluma duyuru da var. Bir tarafında topluma duyuru da var. Hani kendi içerisinde aldık belgeni hadi sen git değil, topluma duyuruyor o günün şartlarında, bütün esnaf ahalisine duyuruyor. Düşünün esnaf arkadaş, esnaflık yapıyorsunuz, yanınızda, sağınızda, solunuzdaki herkes bu olaya şahit. Senin iyi usta olmadığına herkes şahit, kötü usta olduğunuza herkes şahit, herkes şahit gösteriliyor. Yeniden bir sürece tabi tutuluyorsun.

Buyurun size meslek standartı. Buyurun size ürün denetimi. Buyurun size müşteri memnuniyeti. Sayısını daha sayamayacağımız, bilemeyeceğimiz kadar birçok özellik, bir çok farklı unsurla karşı karşıyayız. Araştırmadığımız için çok fazla bilmiyoruz. Baktıkça görüyoruz.

Gene ahi teşkilatında,  Orta sandıkları denen sandıklar bulunmaktadır. Bunlar faizsiz sigorta sistemleri. Esnaf belli oranda sandıklara para topluyor. Yarın öbür gün bir esnaf kırizle mırizle vs. ile karşılaşırsa, bir problem yaşarsa ona faizsiz olarak ordan gene esnaf teşkilatının yönetim sistemi tarafından tespit edilen oranda belirli bir rakam kullandırılıyor.  Daha sonra, işini düzelttikten sonra geri ödüyor. Modern sigorta sistemi, faizsiz olan cinsinden. Dolayısıyla burda baktığımız zaman hani bir şeyi yeni görme, her şeyi yeni algılama, söylenmiş olan şeylerin zamanında gelenekçi bulunarak, geri bulunarak reddedilen bütün kavramların yavaş yavaş bir dönüşüm içerisinde gerçekleştiğinin farkına varıyoruz. Biz bunu öncekinden bilgi sahibi olarak hareket etmek zorundayız. Yani biz süreçler yaşanıp başarısızlıklar yaşandıktan sonra aa bu da varmış demek yerine bunu baştan öğrenme gibi bir zorunluluğumuz var, bir ihtiyacımız var.

Kültür taşıyıcılığı dediğimiz mesele böyle ortaya çıkıyor. Kültürü taşımak dediğiniz şey bu. Onun için onu tanıyarak, onu bilerek onu yaşamaya çalışarak ancak farklılaşabiliyoruz. Farklılaşma unsurlarımız o. Diğer farklılaşma unsurları bize birşey kazandırmıyor. Bugüne kadar kazandırmadı. İşte Cumhuriyetin ilk yılları. Sanayileşme modeli, batı sanayi modelini kopya ettik. Etibank, Sümerbank v.s. gibi kuruluşları kurduk. Çeşitli sebepleri kondu, çeşitli sebepleri vardı. Devlet işte elinde yeterli sermaye yoktu v.s. olduğu gibi bir kopya sistemi olarak batı üretim sistemlerini taklit ettik. Elimizde ne kaldı? Kopya ettiğiniz sistemleri dönüştürme beçeriniz yok. Ben bir cihaz yapmışım, şu noktaya getirmişim, size vermişim. Sizin bunu kullanma süreniz bu eskiyene kadardır. Eskidiği zaman bunu yenileme şansınız yok sizin. Ama bunu üreten bu noktaya getiren kişinin bunu yenileme şansı var. İşte bugün inevasyon dedikleri yenik teknolojileri ile yenilik yaratan teknolojiler ile sürekli olarak desteklemeye devam ediyorlar. Onun için bize ait olma zorunluluğu önemli bir şey. Ya ne olur işte alıverelim, sahipleniverelim, olmuyor. Sahiplendiğiniz zaman olmuyor. Demokrasiyi bile sahiplendiğiniz zaman olmuyor. O demokrasi sistemi bile size uymuyor. O demokrasi sistemine bile toplumdan bazen itirazlar geliyor, tepkiler geliyor. Dolayısıyla çalışmalarımızın öğrendiğimiz şeyin, okuduğumuz bilginin kendinize yarar sağladığı kadar topluma olan yararını topluma olan sonuçlarınıda düşünmek zorundayız. Sorgulamadan bir bilgiyi alma şansınız söz konusu değil. Okuduğunuz şeyin kendi kültür süzgecinizden geçirerek değerlendirmek zorundasınız. Ha bunun sonucunda böyle çok farklı eylemler ve somut eylemler çıkacak falan diye bir iddiam yok. Ama bu zorunluluğa sahibiz. Böyle bir zorunluluğumuz var. Kendi dünya anlayışımız içerisinde bunun nereye gideceğini ne olacağını bilmek zorundayız. Farketmek zorundayız. Öyle olduğu zaman daha sağlıklı ve başarılı bir uygulamayı gerçekleştirme şansımız olacak. 

Yazarın Son Makaleleri

Sosyal Ağlarda Paylaş

Twitter Facebook Google+ E-mail

Kategoriler

Son Yazılar