“Tevhidi Sosyal Düşünce”

Sorokin Sosyolojisi Bağlamında Post Endüstriyel Toplum Sürecinde Batı Toplumu ve Türkiye'nin İktisat ve Çalışma Hayatına Kültürel Yaklaşım

Sorokin Sosyolojisi Bağlamında Post Endüstriyel Toplum Sürecinde Batı Toplumu ve Türkiye’nin İktisat ve Çalışma Hayatına Kültürel Yaklaşım*

1990’lı yılların başından itibaren dünyada bilim ve teknoloji sahasında yaşanılan hızlı gelişmeler, dünyadaki bütün toplumları kiminin arayış kiminin de değişme olarak çeşitli ölçülerde yeni faaliyet alanlarına yöneltmiştir (Bedir 2002, 7).  Bu yeni anlayışa çeşitli çevrelerce pek çok isimler verilmesine rağmen bu sürece post-endüstriyel toplum süreci olarak da ifade edilebilmek mümkün olabilmektedir. Post endüstriyel sürecin belirlenen makro faktörler arasında küreselleşme ve artan rekabetin Atlantikten Pasifiğe kayan güç dengelerine (Ekin 1996, 18) bütün bilim ve teknoloji alanındaki değişmeler ve özellikle de enformasyon teknolojisinin gelişmesi, bilginin süratle yayılması, ülke sınırlarının eski önemini yitirmesi, mal ve hizmetlere ilaveten sermayenin de yüksek mobilite göstermesi gibi pek çok etmeni başta sosyolojik olmak üzere ekonomi, endüstri ilişkiler sistemi, çalışma hayatındaki üretim teknolojisi, yönetim, işletmecilik, pazarlama ve insan kaynakları ve istihdam gibi (Bedir 2002, 7) pek çok toplumsal hayatın elle tutulup gözle görünür alanlarında hızlı bir değişim ortaya koymaktadır. Ancak sözkonusu sürecin toplumların maddi hayatında olduğu gibi, toplumsal hayatın soyut değerler anlayışında yeni toplumsal kültürün biçimlendirdiği kültürün iç cephesi ve toplumun aydın tipolojilerinde de belirgin farklılıklar ortaya koyabilmektedir.

Post endüstriyel süreç, ortaya çıkardığı yeni anlayışlar bağlamında toplumların maddi hayatta (dışkültürün yönü) olduğu kadar manevi dünyalarında da (kültürün iç yönü) niteliksel farklılaşmaya yönlendirildiği söylenebilir. İşte bu yüzden sadece post endüstriyel sürecin toplumların dış yüzlerinde meydana getirdikleri etkileri analiz etmek, incelememiz açısından Batı toplumları ve Türkiye açısından toplumsal süreci, toplumsal dönüşümü ve gelecekteki muhtemel toplumsal yaşama tarzının kestirebilme konularındaki yetersizliği ortaya çıkarabilmektedir. Ancak sözkonusu sorunu Sorokin Sosyolojisi bağlamında toplumsal fenomeni ortaya çıkaran olgu ya da olguları toplumsal kültürün dış (maddi/elle tutulur gözle görünür) yanı ile ele alınması yanında iç (mana/soyut) yanını da dikkate alarak her ikisini etkilerini birlikte ve birbirlerini bütünleyen tarzdaki bir yaklaşım ile sosyolojik çözümlemeye tabi tutmak, en gerçekçi değişim/dönüşüm ve açıklama metodojilerinden biri olarak kabul edilebilinir. Dolayısıyla Sorokin sosyoloji bağlamının teknik kavramsal çerçevesi ile post endüstriyel sürecin oluşturduğu toplumsal yapılardaki değişimi yorumlamak mümkün olabilmektedir. Bu çalışmada Batı Toplumu ve Türkiye’deki post endüstriyel sürecin ekonomi kurumu ve çalışma hayatındaki değişimlerinin kültürün iç ve dış yönlerini Sorokin sosyolojisinin metodolojik kavramsal çerçevesi bağlamında ele almak amacını taşımaktadır. Böylece çağdaş dönem içerisinde ekonomi, teknoloji, kültürün etkilerinin toplumsal üretim alanı ve insan unsurunun iç ve dış yönü üzerindeki tesir boyutu ortaya konmak istenmektedir.

1.1. Sorokin Sosyolojisinin Metodolojik Özellikleri

Sorokin sosyolojisinin metodolojik özelliklerini anlayabilmek için Sorokin’in yaptığı çalışmalarda ele aldığı konulardaki temel vurguları dikkatle incelemek gerekmektedir. Sorokin bir kültürün gerçekle bütüncül yönünün ortaya konulması ile ancak anlaşılabileceğini ifade ederek bütüncük yaklaşım görüşünü ileri sürmüştür. Sorokin bütüncül yaklaşımına ilaveten değişim teorisi ise tarih ile kültürün birlikte içiçe bütünsellik içinde ele alınması, üç kültürel “süper sistem” yaklaşımı ve zaman süreci içinde bu üç hayat biçiminin birbirlerinin yerini almasını açıklayan görüşleri geliştirmiştir. Ayrıca Sorokin bütün bu yaklaşımlar üzerine kültür tipleri ile şahsiyet tipleri arasındaki etkinliklere yönelik bir takım çözümlemeler üzerinde de hassasiyetle durmuştur (Atasoy 1997, 31). Sorokin’in bu genel ilgi alanlarını kullandığı üç metodojik özellik çerçevesinde incelediğini söylemek mümkündür. Buna göre Sorokin, sosyolojisi teorisinde kullandığı metodolojik özellikleri şöyle belirtmek gerekir.

i. Sorokin  metodolojisinin ilk özelliği, araştırma faaliyetlerinin yanlızca sebep sonuç ilişkileri ya da fonksiyonel bağımlılıkların yönü ile açıklamaması sonucunda söz konusu araştırma faaliyetlerinin yeterli ölçüde açıklanmış olamayacağını belirtmektedir. Sorokin bu noktada araştırıcıya bir görev yüklemektedir. O’na göre araştırmacı kültürel sentezi meydana getiren unsurların arasını birbirleriyle bütünleştiren iç manayı da ortaya çıkarmak görevi de bulunmaktadır. Çünkü toplumsal realitede hem fonksiyonel bağımlılık yani sebep-sonuç halinde olan, hem de manalı (bir iç mana çerçevesinde bütünleşmiş) toplumsal sistemlerin var olduğundan dolayı araştırmacı, yaklaşım ile hem sebep-sonuç ilişkisini hem de mana etrafındaki bütünleşme özelliğini ortaya koyarak (Bilgiseren 1994. 130), ancak o zaman  gerçekçi bir toplumsal çözümlemeye yönelebilmesi mümkün olabilmektedir.

ii. Sorokin metodolojisinin ikinci özelliği, mana etrafında bütünleşme olgusunu açıklayabilmek için kültürel olguların iki yüzünün (iç ve dış yönü) ikisini de birlikte değerlendirilmesi gerektiği üzerinde durmaktadır.

Sorokin’e göre kültürel olayları oluşturan unsurların bir iç (maddi olmayan) bir de dış (maddi) yönleri bulunmaktadır. Bu maddi olmayan iç özellikler zamansız ve mekansız olan manalar ve değerlerden oluşmaktadır (Bilgiseven 1982, 132). Kültürel olguları oluşturan dış (maddi) yüzü ise maddi olmayan (manevi karakterli) manaların ya da manevi değerlerin yer ve zaman boyutu içinde dışlamış görüntüsü yani maddi yüzü durumundadır (Bilgiseven 1994, 133). Böylece Sorokin mana etrafında bütünleşmeyi toplumsal olay ya da olguyu meydana getiren unsurun iç ve dış yönlerinin bulunduğuna dikkat çekerek bunların birlikte oluşturdukları etkilenmelerin dikkate alınmasının gerçekçi bir çözümleme olduğunun işaretlerini verebilmiştir.

iii. Sorokin metodolojisinin üçüncü özelliği ise araştırmacının sahip olması gereken özelliklerine dikkat çekmektedir. Araştırmacı, araştırmasında bütünlüğün tam olarak ortaya konmasında bütünlüğü oluşturan dışsal boyuta ilaveten içsel (mana bütünleşmesi) tespitini yapabilmesi için de “bilimsel bilgi” ve “gözlem” niteliklerine bir de “sezgici akıl” unsurunu da eklemleyerek çözümlemeye girişmesinin temel önemi bulunmaktadır (Bilg3iseven 1994, 134).

Sosyolog bir toplumsal yapıyı oluşturan kültürün iç özelliklerini anlamaya yeterince nüfuz edemediği taktirde, tek boyutlu bir yaklaşım ile kültürün dıştan görüşüne bakarak daha çok maddeci ya da manaya yönelik bir kültür olduğuna kanaatine sahip olabilir. Oysa sadece maddi amaçlara yönelik olarak görünen tutum ve davranışlar, manaya yaklaşımın bir aracı olarak kullanılıyorsa, dışlanmış maddi amaç, araç ve kalıpların içinde bulunan manaya yönelik bir özün bulunduğu ifade etmektedir. Dolayısıyla sistemin unsurlarını birleştiren bütünleştirici anlayışın sosyolog tarafından ortaya çıkarılması sosyologun (yanlızca sosyal bilgileriyle iyi donanımlanmış bir bilim adamı ve iyi bir gözlemci olması yeterli olmamakta buna ilaveten aynı zamanda) sezgici zekaya sahip bir fert olması koşulu ile hissedilmesi, anlaşılması ve sezilmesi ile mümkün olabileceği düşünülmektedir. Bu sezgiye yol gösterecek özellik ise manalı bütünlüğü meydana getiren unsurların benzerlik ve uygunluğu ve bu uygunluğun “birlik” halini koruması (Bilgiseven 1994, 136) niteliği olarak mümkün olabilmektedir.

Sorokin sezgi metodunu ya da içe bakışı kullanması ile Weber gibi beşeri olguların anlam boyutu üzerine ağırlık verdiği ifade edilebilinir. Çünkü zaman ve mekanın dışındaki anlamlar çıplak gözle ya da gözlem ile yakalanamazlar. Bunlar ancak sezgici özelliğe sahip bir iç mantığın kavranması yolu ile ortaya çıkarılabilinir. Sorokin sezgici içe bakış yolu ile üst sistemi kendi çevresinde bütünleştiren bir unsur olarak görmektedir. Bu yolla Sorokin 5 temel olmak üzere ve 3 de türev sistemi, bir bütün olarak ele alarak “Üst sistemi” oluşturur. Üst sistemin temeli ise insanın “gerçekçi” yorumlayışında kullanmış olduğu ilkelerdir. İnsanın gerçekçi kavramasında kullandığı bu ilkelerin özellikleri:

a) Gerçeklik maddi olup duygu organlarıyla kavranabilir.
b) Gerçeklik gözlenebilir alanın temelini oluşturan cevherde gizli bulunmaktadır.
c) Gerçeklik aynı anda hem madde hem de manevi olanın bir bileşimi olmaktadır.

Bu üç temel ilke insanın iki boyutuna yani ruh ve beden yönüne dikkat çeker. Gerçekte tek boyutlu bilim anlayışının insanı tanımada ve onun toplumsal ilişkilerindeki aktif rol taşıyıcısı boyutunu dikkate almada dolaysız denge yani ortaya koymada yeterli bir yaklaşımı gösterebildiğini söylemek oldukça zordur (Erkilet 1955, 37). Oysa Sorokin’in insan kavrayışı “insani” ruh ve beden bütünü ile ele alarak onu toplumsal ilişkideki rolünü de bu yönünün dikkate alarak yorumlaması ile insan-toplum dengesini daha gerçekçi olarak çözümlemesi söz konusu olabilmiştir.

Sorokin’in metodolojisinin bu özelliği araştırmacının herhangi bir toplumsal olay ya da olguyu çözümleyebilmesinde dış özellikler yanında iç (sezgisel yolla) özellikleri de dikkate alması gerektiğini vurgulamaktadır. Sorokin,bu iç özellikleri ortaya çıkarmada ise araştırmacının sezgisel alık gücüne başat rol atfetmekte olduğu dikkat çekmektedir.

1.2. Sorokin Sosyolojisinin Bütüncül Yaklaşımı ve “İnsan” Gerçeğine Bakış

Humanistik (Yorumcu) teoriler toplumsal hayatın en önemli bilinenlerinden birinin anlam bileşeni olduğunu ifade eder. Bu çerçevede toplumsal bir bütünün onu oluşturan parçaların toplamından çok daha fazla bir “anlam”ı belirttiğinden hareketle, toplumsal araştırma konusu bütüncül bir yaklaşımla belirlenir ve böylece elde edilen veriler ise bütüncül bir anlayışla çözümlenebilir (Yıldırım/Şimşek 2000, 23).

Bütüncül yaklaşım hem neden-sonuç ilişkilerinde görülen fonksiyonel bağlılığı toplumsal bir obje’yi inceler gibi dıştan gözlemleyerek, hem de kültürün çok çeşitli boyutlarını içten duyarak ve hissederek araştırma yöntemlerinin her ikisini de gerekli gören bir metadolojik anlayıştır (Bilgiseven 1994, 129)

Sorokin sosyo-kültürel fenomenlerin iç ve dış boyutlarına dikkat çekmektedir. İç boyut ile maddi olmayan anlamlar dış boyutuna ise bu anlamların zaman ve mekan koordinatları bağlamında el almıştır. Sorokin’in bu iç ve dış boyutlara göre yaklaşımı insanların anlamaya çalıştığı “Gerçeklik”e dair görüşlerdir. İnsan bu iki boyutlu yaklaşım ile yaşamak, yaşama tarzı, kainat hakkındaki bilgisini gerçek olarak çözümleyebilmesi mümkün olabilecektir. Bu iki boyutlu yaklaşım ile gerçeği çözümleme uğraşı insanın bilimsel temel sorumlulukları arasında bulunmaktadır.

Sorokin insanı maddi ve manevi yönlerinin her ikisinden oluşan bir varlık olarak görmektedir (Erkilet 1985, 14). Sorokin’e göre insanın maddi yönü onun bedeninin fiziki güç ve enerjisine, manevi yönü ise akıl ve anlayışının ifadesidir. İnsanın manevi yönü onun sahip olduğu manaları oluşturur iken maddi yönü ise anlamların cisimlenmesinden oluşarak bu yön anlamlara bir form kazandırır. Böylece Sorokin insanı, üzerindeki bu iki boyutun karşılıklı etkileşimi veya bütünlüğü içinde anlaşılmasının gereklerini belirtir (Erkilet 1985, 15). Böylece Sorokin sosyolojisi insanı iki boyutuyla ele alarak, onun toplumsal gerekliği tam olarak anlayabilmesinin bu iki yönlü özelliğinin çözümlemedeki kullanma gücüne bağlı olduğu belirtilebilinir.

1.3 Sorokin Sosyolojisinde Sistem ve Yığın

Sistem, aralarında belirli bir takım ilişkiler, ortak özellikleri olan unsurların oluşturduğu bir takımdır (Bilgiseven 1994, 135). Hegel ve Marks’ın diyalektiklerinde olduğu gibi Sorokin’de sistem anlayışı da diyalektik içeriklidir. Ancak Sorokin’de sistem, kendisini ortadan kaldıracak unsurları kendi iç bünyesinde bulundurur, Sorokin’in bu diyalektik sistem anlayışı ne Hegel’deki salt düşünsel unsurlara temelli ne de Marks’daki gibi maddi unsurların gelişimine dayanmamaktadır. Sorokin sistemine anlam-insan-araç doğrultusunda biçimlenmiş zihniyet tiplerinin yerlerini belirlemesine bırakılmadan dolayı hem davranışsal hem de maddi kültür unsurlarını sisteme katmak suretiyle (Erkilet 1995, 12), diyalektik tarzda ama iki yönlü geniş bir sistem anlayışına ulaşabilmiştir. Dolayısıyla Sorokin diyalektik anlayışı ile parçaların kendi aralarında ve bütün ile bütünün de parçaları ile karşılıklı bağımlılık ilişkisi içinde olduğunu belirtmiştir. Bu bağımlılık ilişkisi önemlidir. Çünkü sistemde bir tek kavramın yerinden oynatılması durumunda dahi hem diğer parçaların hem de bütünün anlamının tamamen değişmesi söz konusu olabilmektedir (Erkilet 1985, 23). Oysa Sistemin zorunlu kuralları, parçaların bütüncül bir denge üzerine kurulmasından kaynaklanmaktadır (Kaplan 1964, 477). Parçalardan birisi bağımlılık ilişkisinden uzaklaştırıldığı taktirde sistemin özelliği kaybolabilmektedir.

Sorokin’e göre her organize toplumsal grubun hatta bir kişinin bile kültür bütünü, tek bir merkezi kültür sistemini değil,birbirleriyle kısmen de uyumlu olan pek çok tali geniş ve küçük kültürel sistemleri ve yığınları içerir. Burada söz konusu olan yığınlar bağlı oldukları anlam sistemi açısından, temel anlam sisteminin haricinde bulunan unsurlar olarak belirtmek mümkündür. Sorokin’e göre yığın unsurları ana kültür sistemine, dışarıdan yani bir başka kültür çevresinden gelen unsurlardır. Yığınlar genellikle etkileşim sistemlerinin iletişim kanallarının en açık olduğu bölge ya da alanlarda belirmektedirler (Erkilet 1985, 30).

Toplum kültür içinde karmaşık bir kültürel yığın ve neden-anlam ilişki sistemleri bulunur (Sorokin 1966, 21). Dolayısıyla toplam kültür içinde bulunan bütün kültür sistemleri bazen bir manalar halinde değilde, manalar yığını şeklinde bulunabilmektedir (Bilgiseven 1994, 133). Sorokin’e göre manalar sistemini manalar yığınından ayırmadaki en belirgin araçlar, her değer anlayışının diğer değer anlayışları ve bütünü ile sistemin de bir bütün olarak mana değerleriyle uyum ve karşılıklı bağımlılık içinde bulunması şeklinde iki araç  ile belirlenebilmektedir. Sorokin’e göre bu özelliklerin işlerlik kazanmadığı bir yerde yalnızca mana yığınlarından söz edilip mana sisteminden bahsetmek güç gözükmektedir (Bilgiseven 1994, 134). Böylece Sorokin, çözümlemesine dayalı sistem-yığın ilişkisinin temel belirleyici özellikleri ortaya konulmuş olmaktadır. Buna sistem bütünselliği, yığın ise ait olduğu sistemin dışındaki unsurları temsil eden bir özellik taşıdığı ifade edilebilinir.

1.4. Sorokin Sosyolojisinde Sosyo-Kültürel Yapı Kavramı ve Değişme Olgusu

Bütün sosyo-kültürel olaylar gerileme ya da ilerleme meydana getirmektedirler. Bu gerileme ya da ilerleme, zaman içinde ilerlemeye katlanma adına bütünleşme veya farklılaşmanın artmasına neden olmaktadır (Sorokin 1964, 550). Böylece sözkonusu i. Bütünleşme, ii. Farklılaşma, iii. Her zaman her yerde kendiliğinden var olan değişme sosyo-kültürel sistemleri açıklamadaki temel yaklaşımlar olarak belirtilmektedir (Allen 1971, 70). Sosyolog Sorokin’in bu üç türlü sosyo-kültürel yaklaşım içinde üçüncü özellik olan her zaman ve her yerde kendiliğinden var olan değişme üzerinde daha çok yoğunlaştığını ifade etmek mümkündür. Sorokin her sosyo-kültürel sistemin kendisinin sahip olduğu toplumsal kuvvet ve özelliklerden dolayı değiştiğini belirtir. Sosyo-kültürel sistem, dış koşullar bile kendisi değişmese başka bir değişmeye ihtiyaç duymaksızın kendiliğinden değişmeye uğrama özelliğine sahip durumdadır (Allen 1971, 73). Bu durum ise Sorokin’ce toplumsal değişmenin motorunu oluşturan temel şeyin, sosyo-kültürel sistemi oluşturan her alt sistemin her birinin iç mantığında bulunduğunu (Ritzer 1988, 178) ifade edilebilinir. Dolayısıyla değişme, her sosyo-kültürel sistemde içinde bulunmakta olup bir daha geriye dönüşü olmayacak (aynılık anlamında) biçimde kendiliğinden bulunur. Böylece her sosyo-kültürel sistem, sahip olduğu özellikler ve kuvvetlerin temeline dayalı olarak geliştiği söylenebilir (Allen 1971, 73). Sorokin’in üç özellik çerçevesinde sosyo-kültürel yaklaşımını iç faktörler merkezli, değişmenin kendiliğinden oluşu ve yerel değerler çerçeveli farklılıkları dikkate alan tarzda olduğu ifade edilebilinir.

1.4. Sorokin’de Sosyo-Kültürel Sistem

Sorokin’e göre sosyologun sosyo-kültürel sistemi inceleme alanı;

İdeolojik Kültür         =        Anlamlar, Değerler, Normlar
Davranışsal Kültür     =        Etkileşim Sosyal Sistemleri (İnsan)
Maddi Kültür             =        Araçlar ve Çevre

Sözkonusu bu üç bileşenin birleşmesi ile meydana gelen sosyo-kültürel sistemdir. Bu üç bileşenden birinin eksik olması durumunda sosyo-kültürellik ortadan kalkar. Örneğin anlamlar ve değerler dikkate alınmadan yapılan bir sosyo-kültürel inceleme “sosyo-kültürel” olma vasfını kaybeder. O, sadece bir fiziksel veya biyolojik bir fenomen haline dönüşür. Yine araç bileşimini sosyo-kültürel analizde eksik bırakıldığı taktirde ise anlamlar ve değerler sırf anlam sistemleri olarak kaldıklarından dolayı gerçek toplumsal hayat içinde bulunamazlar. Dolayısıyla bu yönden dolayı araç bileşeni ihmal edildiği taktirde, sosyolojik çözümlemeye konu olamazlar. İnsan bileşeni eksikliği durumunda Sorokin’in ifadesiyle bir “mumya”ya dönüşebilmektedir (Erkilet 1995, 12). Ancak, bütün bu sosyo-kültürel çözümleme araçlarının birbirleri ile tam bir bütünselliği çerçevesinde gerçekçi bir sosyo-kültürel inceleme söz konusu olabilmektedir.

Sorokin sosyo-kültürel yapıyı ve değişmeyi tek boyutlu ve dış faktörlere dayalı açıklamanın yetersizliğini belirtmesi daha önce ifade edilmiştir. Tek boyutlu ve dış faktörlere dayalı yaklaşım, aynı anlamları cisimleştirdiğinden olayı bütünleşmiş olan sosyo-kültürel sistemin anlam-insan-araç bileşenlerini birbirinden kopararak bir parçanın ötekileri belirlediğinin test edilmesi anlamına geldiğinden dolayı böylesi bir yaklaşım, sistemin kendi işleyişini anlamsız kılmaktadır. Çünkü bütünleşmiş sosyo-kültürel sistemlerde daha önce de belirtildiği gibi parçalardan sadece biri ötekileri belirlemez. Bundan dolayı Marks’ın ekonomik determinizminde, Weber’in inanç kurumuna dayalı ilkeleri öne çıkaran yaklaşımı doğru olmamaktadır. Marks’ın üç bileşenli sosyo-kültürel yapının araç bileşenini (üretim araçlarının) Weber ise anlam bileşenini yani protestan ahlakı ve ona dayalı ilişkileri belirlediği iş ahlakını, sistemin bütünlüğünden ayırıp, öteki unsurları açıklama faaliyetinin içine girmiştir. Sorokin’e göre bütüncül model; sistemleri anlam-insan-araç yapılarını özerklik, içsel değişme ve iletkenlik prensiplerini temel alarak analiz etmesi gerekmektedir. Dış faktörler ile bağımsız faktör ilan edilerek sistemden dışlaştırılmış olan inanç, ekonomik, coğrafi,biyolojik vb. gibi faktörler sistemin ancak ikinci derecedeki özelliklerine etki etme kabiliyetleri olduğundan ancak sistemin sahip olduğu potansiyellerin aktifleştirilmesine katkıları bağlamında ele alınabilirler (Erkilet Başer 1995, 13).

Sorokin’e göre Dil, Bilim, İnanç kurumu, Sanat, Etik-Hukuk 5 temel kültür sistemi olarak tanımlandığından,bu temel kültürel sistemlerin her birisi bir iç mantık bağlamında inşa edilmiş anlam sistemleridir. Bütün sosyal sistemler bu 5 temel kültürel sistemin dışlanmasından oluşmuştur. İçinde yaşanılan toplumsal yapıyı oluşturan kurumlar ve sistemler, yukarıda ifade edilen 5 temel sistemin paralelinde biçimlendiklerinden dolayı sözkonusu bu kurum ve sistemler onlara bağlı kalmak durumundadırlar (Erkilet 1985, 24-25).

Bir toplumsal yapıdaki sistemin ekonomik yapısı da bu 5 temel kültür sisteminin etkisinde belirlenebilmektedir. Dolayısıyla Sorokin’e göre dil, inanç kurumu, bilim, sanat ve etik-hukuk ana sistemlerin bileşimi olmaya veya bunların alt sistemine dönüştürülmeyecek sistem yok gibidir (Erkilet 1985, 26) diyerek sosyo-kültürel yapının temel 5 büyük sistemden oluştuğu, alt sistemlerin ise bunlardan geliştirildiğini ifade etmiştir. Buradan hareketle Sorokin’in sosyal sistem tanımına ulaştığı belirtilir. Ona göre anlamlar, normlar değerler sistemine bağlı kalınarak özgürce ya da zorla insanların bir topluluk şeklinde birbirlerine bağlandıkları durumda sosyal sistemden bahsetmek mümkündür (Erkilet 1985, 26). O halde kültürel sistemler ile sosyal sistemler birbirlerinden farklı şeyler olarak belirtmek gerekmektedir. Çünkü kültürel sistemler, farklı araçlarda, fertlerde ve toplumsal gruplarda ve onların davranışlarında görülebilen kültür unsurları özelliğindeki anlam ve değerlere ait sistemdir. Sosyal sistemler ise kültürel sistemleri teorik çerçeveden çıkarıp gerçekleştiren (realize) ve taşıyan birbirleriyle birebir doğrudan karşılıklı ilişki içerisinde buluşan beşeri ve sosyal varlıkların sistemleridir (Bilgiseven 1994, 135). Dolayısıyla sosyal bir kültürde herhangi bir olguyu oluşturan iç etkenlere dayalı yaklaşıma yönelmediği taktirde kültürün dıştan görülen yüzüne takılıp kalarak (Bilgiseven 1994, 136), yeterli bir gerçekçi çözümlemeye yönelmeme tehlikesi bulunmaktadır.

2. Post Endüstriyel Toplum Sürecinde Batı Toplumları ve Türkiye Açısından Karşılaştırmalı Yaklaşım

Post endüstriyel toplum sürecinin yeni söylem, uygulama ve etkinliğini ifade eden ilkeleri sadece Batı toplumu için ele almak yalnızca Batı toplumunu tanımaya bir ölçüde yetebilmektedir. Oysa karşılaştırma tekniği ile Batı toplumu ile Türkiye’nin toplumsal profilini birlikte ele alarak yaklaşmak iki toplumsal yapıların fark ve benzerliklerini daha net bir ölçü ile ortaya çıkartmak mümkün olabilmektedir. Bu yüzden bilimsel çalışmanın verimli olup bir perspektif sunabilmesi açısından, aynı zaman süreci içinde her iki toplumsal yapıların ilgili kurumlarının fark ve benzerliklerinin ortaya konulabilsin ki, pratik toplumsal hayata bir yön göstericiliği bulunabilsin.

Bu bölümdeki incelemede önce Batı toplumunun daha sonra da Türkiye’deki post endüstriyel toplum sürecinin iktisat ve çalışma hayatına kültür nosyonun etkisi ile yaklaşıp, bunların her iki toplumdaki “insan” tipolojilerine etkilerini ise Sorokin sosyolojisinin bütüncül boyutu bağlamında çözümlenecektir.

2.1. Batı Toplumlarındaki Post Endüstriyel Sürecin Ekonomik Kurum ve Çalışma Hayatı İlişkisine Kültürel Yaklaşım

Post endüstriyellik içerisindeki ilişkiler günümüzde ki dünyayı bilgi yolu ile birbirine bağlı bilgisayarlar, çok sayıda uydu ve binlerce link istasyonu vasıtasıyla günde yaklaşık 4.8 trilyon dolarlık ticari işlemin oluşturulduğu ekonomi eksenli bir ortam haline dönüştürmüştür. İçinde bulunulan 21. yüzyılın başlarında dünya da artık “yeni ekonomik dünya” (new electronic world) anlayışı geçerli olmaktadır. Bu anlayış beraberinde de “net ekonomiye” (net economy) dönüşme işaretleri taşımaktadır. Bu post endüstriyel süreci ifade eden elektronik dünyayı (Ekin 2000, 4) böylesi bir dönüşümle hazırlayan post endüstriyel süreç kendi içinde pek çok faktörden etkilenmektedir. Örneğin örgütsel yeniliklere ilaveten ulaşım ve haberleşme maliyetlerini minimize eden yeni teknolojilerdir. Bu yeni teknolojiler maliyetleri düşürerek uluslararası ölçekte ticarete konu olan mal ve hizmetlerin hacim ve kapsamını oldukça genişletmiştir (Tokal 2000, 133).

Post endüstriyel süreç, toplumlar üzerinde özellikle ekonomik, politik, sosyo-kültürel alanlarda yoğun etkileri görülmesine (Tokol 2000, 134) karşın bütün bu etkileri anlayıp yorumlayan toplumların aydın tipolojisi üzerinde de önemli etkileri bulunmaktadır. Post endüstriyel süreçteki gelişmeler kimi iktisatçılar, işletmeciler için dünya çapında refah artışı sağlayacak aktif bir güç olarak görülebildiği gibi, işçiler, sendikalar, sosyal politikacılar için de var olan durumun giderek daha kötülenmesi yönünde bir anlam ifade edebilmektedir (Tokal 2000, 134). Yine aynı süreç, insan-toplum-kültür bağlamına ülkelerdeki milli aydın tiplerini de ya daha liberal ya da toplumun gelenekçi değerlerine daha bağlı hale getirebilecek türde etkileri ortaya çıkabilmektedir.

Genel olarak post endüstriyel dönüşümün dünya toplumlarının ekonomileri üzerinde farklı niteliksel ölçütlerde etki yaptığı belirtilebilinir. Buna göre ilk niteliksel etkiyi sanayileşmiş ülkeler, IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü, OECD, G7 toplantıları gibi kurumların dünya sisteminin bütününü içine alacak türdeki üst yapılar biçiminde önemli görevler üstlenmiş olması olarak belirlenebilir (Boratav 2000, 18). İkinci niteliksel etki sanayileşmemiş, üçüncü dünya ülkeleri üzerinde uygulanan ekonomik ve sosyo-kültürel politikalarda görülebilmektedir. Post endüstriyel süreci ile beraber gelişen sanayileşmiş, kapitalist ülke aktivitelerin bu üçüncü dünya ülkelerindeki faaliyetlerinin temel hedefi, milli ekonomileri devletsizleştirmek ve küreselleştirmek yönünde oluşmuş olduğu belirtilebilinir. Bu etkili dalga ile üçüncü dünya ülkeleri artık kendi sosyo-kültürel yapıları üzerinde ekonomik ve sosyal politikalarını belirleme ve yeterli ölçüde hükümranlık haklarına sahip oldukları söylenemez bir noktaya gelinmiştir. Bu sosyo-kültürel yapılarda klasik toplumsal öze dayalı politika araçları giderek felce uğramakta; siyasi iktidarlar milli ülke bağlamında sosyal ve ekonomik politikaları uygulama uğraşından uzaklaşmak zorunda kalabilmektedirler (Boratav 2000, 19). Üçüncü niteliksel etki ise klasik iktisat anlayışının uluslararası faktör hareketleri bağlamındaki boyutunda görülebilmektedir. Post endüstriyel süreçteki sermaye hareketlerindeki hızlı gelişme ve serbestleşme hem sanayileşmiş ülke sermayesi hem de üçüncü dünya ülkelerinin burjuvazi kesimi için yeni imkanlar ortaya çıkarmaktadır. Ancak bu yeni imkanların ortaya çıkması üçüncü dünya ülkeleri açısından pozitif olarak görmek gerçekten zordur. Çünkü bu dönemde kısa vadeli ve spekülatif sermaye hareketlerinin devasa ölçülerde artması sanayileşmiş ülkeler ile üçüncü dünya ülkeleri arasındaki emek maliyetini giderek engeller hale dönüştürmüştür. Böylesi bir durum ise sermayenin uluslararasılaşması ile emeğin milli ekonomilerin sınırları içinde tutsak hale dönüşmesi ekonomik, siyasi ve ideolojik sonuçların ortaya çıkmasına yol açmıştır. Ekonomik sonuçlar açısından sermaye hareketlerini açmış olan üçüncü dünya ülkeleri giderek peş peşe gelen finansal krizlerin faturasını büyük ölçüde emek ya da işgücü piyasası öder hale gelmiştir (Boratav 2000, 20). Bu ise işsizlik, yoksulluk ve buna dayalı toplumsal hastalıkların ortaya çıkmasına yol açabilmektedir. Siyasi sonuçlar açısından da bu yeni süreç ile birlikte devlet aygıtı; düzenleyici, üretici, paylaştırıcı, harcayıcı rolleri adım adım tasfiye edilmeye başlanmıştır. Geride sadece devlet kurumunun saf ve çıplak baskıcı fonksiyonu olarak kalabilmiştir.

İdeolojik sonuçlar açısından ise Beynelminelci burjuvazileri ile toplumun “milli” kesimleri arasında bir kutuplaşma görülmeye başlamış hale gelinmiştir (Boratav 2000, 21).

Öte yandan post endüstriyel süreç bağlamındaki değişimleri göstermek amacıyla kullanılan ampirik göstergeler de genellikle ihracat ve yabancı sermayedeki artışlar bağlamında ele alınabilmektedir (Tonak 2000, 30). Ancak yabancı sermayenin de hızla üretken doğrudan yatırımlardan çok spekülatif yatırımlara yöneldiği de görünmektedir. Post endüstriyel gelişmeyi yaşayan sanayileşmiş ülke sermayedarlarının sanayileşmekte olan ülkelerdeki yatırımlarını daha çok tahvil, bono ve hisse senedi gibi kısa yatırım araçları türünde yoğunlaşmaktadır. Pek çok iktisatçı bu tür yabancı yatırımlarının gelişmekte olan ekonomilerde belirsiz mali kırılganlık oluşturduğunu ifade etmektedirler (Tonak 2000, 34).

Post endüstriyel süreçte belirgin olarak yaşandığı Batı dünyasında bu süreç ile ilgili pek çok yeni kavramdan söz edilmektedir. Bu yeni kavramlar aynı zamanda Batı toplumlarındaki maddi hayata ait kavramları dış cepheli bakış açısından içe dönük yaklaşımlara yönelen türdeki bakış açılarından geliştirildiği gözlenmektedir. Örneğin Dale Davidson ve William Ress-Mogg’n “Mutlak Birey” adlı çalışmalarında refah devletinin tarihten silinmek zorunda olduğunu çünkü yüksek gelir sahiplerinin zenginliği üretken kesimden alıp,bunu hak etmeyen vergi tüketicilerine kanalize eden yüksek vergi oranlarına karşı başkaldırı noktasına gelindiğini ifade etmektedirler. Yine aynı çalışmada post endüstriyel sürecin en hızlı büyüyen ve en önemli ekonomisinin Çin olmayıp “Siber ekonomi” olma yönelimine vurgu yapmışlardır (Ekin 2000, 10). Enformasyon teknolojisi aktiflerin oluşturulması ve kurulması bakımından piyasaların dikkat çekici her ölçüde genişlemesini mümkün kılabilme etkisine sahip olmaktadır. Yeniden paylaşım esasına dayalı olan yağmacı bir vergi rejimi ve baskıcı düzenlemelere sahip başlıca milli devletler, tercih edilen yetkili güç olma kabiliyetlerini kaybetme durumu söz konusu olabilmektedir. Yine post endüstriyel süreç bağlamının ekonomik etki özelliklerinden birisi de kağıt para üzerinde muhtemel taşırlılığıdır. Bu sürecin her aşamasında kağıt paranın yerini siber paranın alacağı ve aktiflerin korunması ve gizlenmesinde etkili şifreleme metodunun kullanılması öngörülmektedir.

Throw, post endüstriyel süreç içinde kapitalizmin en ciddi hastalığının “miyopi” olduğunu ifade ederek kısa vadeli bakış açısından uzaklaşılması gerektiğini vurgular. Çünkü kısa vadeli bakış açısı kapitalist sistemin geleceğinin ipotek altına alınması ihtimalini ortaya çıkarabilmektedir. Kapitalizmin “bireycilik” üzerine inşa edilmiş bir sistem olması ve yine bireyin iç dünyasındaki kısa vadeyi öne çıkarma yani “hemen ulaşma” eğilimini dengeleyecek sosyal normlardan yoksun bir sistem olduğundan dolayı, kendi geleceğini ileri arttırmadan dolayı, Throw demokratik sistemin çözüm üretme (Ekin 2000, 11) yeteneğinin sorgulandığını belirtmektedir. Yine Throw, kapitalist sistemi çıkışsızlığa götüren günümüz tüketim ideolojisinin vazgeçilerek post endüstriyel süreçte yarının yeniden inşa projelerine yönelinmesi üzerinde dururken bunu gerçekleştirmede devlete ve hükümetlere önemli görevler düştüğünü ifade etmektedir (Ekin 2000, 12). Böylece post endüstriyel süreçte ki ekonomik kurgu yeni bir anlam kazanarak bütün dünyayı elektronik ağ ile etkin bir kapsam içine alma durumu sözkonusudur.

Post endüstriyel süreçte Batı toplumsal yapısının bu dış cepheli değişim/dönüşümüne eş olarak bu dönüşümün iç cepheli yaklaşımının da dikkate alınarak, Batılı insan tipini de bu anlamda dönüştürebilir. Çünkü daha önceleri Batı toplumunun dış cephesinde meydana gelen endüstrileşme insan-toplum ilişkisine bağlı olarak Batı insanının iç dünyasına çeşitli etkiler yapmıştır. Bu süreç Batılı insanı öncelikle Homo economicus anlayışına dayalı olarak öncelikli temel olan kar maksimizasyonu peşinde koşturmaya yönelmiştir. Her halükarda bu mücadele Batılı insanı adalet, sevgi, hoşgörü, yandılaşma, başkasının menfaatlerini kendi menfaatlerine tercih etme gibi ahlaki ve toplumsal düzenleyici kurallarından belli ölçüde uzaklaşmasına, rasyonaliteyi gerçekleştirme adına vazgeçmek zorunda bırakabilmiştir. Bu ise Batılı insan tipolojisini yalnızlaştırmaya ve yabancılaştırmaya yöneltmiştir. Böylece Batı endüstrileşme süreci, Batılı insanın dış cephesini dikkate alan yoğunlaşmalara yani acımasız rekabet ve bunun getirdiği güç sahibi olma bu alanda öncelikli gücü elinde tutanların şahsi haklarını koruyan demokrasi ve birey oluşturmuştur (Ortaylı 1997, 186). Dolayısıyla Batılı insanı endüstrileşmiş iç cephesinin ürettiği değerlerle dengeli insan-toplum ilişkisine yansıtamaması, insan-toplum ilişkisini bir bütün olarak görememe noktasına taşımıştır. Zaten son dönemlerde yapılan post modernlik tartışmalarının Batı toplumlarında yoğun olarak görülmesinde mekanik insan-toplum ilişkisinden bir uzaklaşma isteğinin sonucu olarak görmede mümkündür.

Batı toplumunun endüstriyel süreçten post endüstriyel sürece dönüşmesi ile toplumun dış yüzeyindeki kimi alanlarda ani, kimisinde ise yavaş bir dönüşme ortaya çıkabildi. Yeni ekonomi ilişkisi, yeni bilgi anlayışı, yeni üretim ve çalışma anlayışı vs. gibi bütün bu “Yeni”lerin hepsi Batılı insanın maddi (dış cephesinde) bir dönüşümü ortaya çıkardığı gibi iç cephesinde de bir dönüşümü zorunlu kılabilmektedir. Ancak böyle bir gelişme çerçevesinde insan-toplum ilişkisini oluşturan insanın iç ve dış değerlerinin bir bütün olarak sağlanması ile toplumsal bütünleşmeyi sağlamak mümkün olabilecektir. Dolayısıyla Batılı insan tipi “Bireyîn bu yeni süreçte endüstri toplumu mekanik insan tipinden uzaklaşarak post endüstriyel dönemin iç ve dış değerlerini birlikte dengeli olarak ele alan bir “Yeni İnsan” tipini oluşturması ihtiyacı sözkonusudur. Çünkü Jeremy Bentham’ında belirttiği gibi “endüstriyel yapılanma” düşkünlerini darülacezeleri ve fabrikaların yönetimleri arasında bir ayrıma gitmeksizin hepsine ve insan kitlesine aynı, tek değişmez düzenli ve öngörülebilen bir davranış metodunu dayatmak mecburiyetindedir. Yeni endüstriyel toplumun üretici tekçi davranış standardı insan unsurunun iç dünyasını ve buna dayalı eğilim farklılıklarını nötralize eden bir uygulama içine girmiştir (Bayman 1999, 26). Böylece post endüstriyel toplum süreci ilkeleri endüstriyel toplum sürecinin ürettiği tek davranış standardından uzak bir insan yaklaşımı sunan “Yeni insan” tipolojisini oluşturma eğilimini taşıyabilmelidir.

2.2. Dünyadaki Post Endüstriyel Toplum Sürecinin Türkiye’de Ekonomi Kurumu ve Çalışma Hayatına İlişkin Kültürel Yaklaşım

Türkiye açısından post endüstriyel toplum süreci ile olan ilişkilerde öncelikle bulunduğu yerin tespiti önemli görülmektedir. Türkiye’nin toplumsal katagorisini üç ana iki de geçiş toplum şeklinde toplam beş katmanda ele alabilmek mümkündür.

Türkiye’nin toplumsal yapı profili, eş zamanlılık süreci içerisinde geleneksel, sanayi ve post endüstriyel toplum yapı özelliklerini birarada barındırmaktadır. Geleneksel sanayi ve sanayi ile de post endüstriyel toplum arasında etki de geçiş toplumu bulunduğu söylenebilir. Türkiye geleneksel toplum özelliği gösteren nüfusun toplam nüfus içindeki payı %45’ler civarında olup, bunlarda kırsal kesimde yaşamaktadır (Murat 2000, 317). Böylece toplumun en yoğun kütlesini yani nüfusun geriye kalan %55’inde büyük ölçüde sanayi toplumu yapı özelliklerini taşıdığı söylenebilir. Toplumun bütünü içinde önemli bir oransal güce sahip olmamasına rağmen günümüz Türk toplumsal yapısı içinde küreselleşme, bilgi teknolojileri, iletişim etkinliğini ve sosyo-kültürel farkları dikkate alan bir yaklaşımla dünya ile bütünleşme zihniyetleri gibi faktörlerin etkilediği post endüstriyel toplum özelliğini de taşıyan küçük de bir toplumsal grup da bulunmaktadır. Türk toplumsal yapısının bu sosyolojik özelliğine karşı diğer taraftan ekonomik anlamda da genel olarak sanayileşmiş toplum ile post endüstriyel toplum arasındaki farkları ortaya koyan ölçü birimleri de bulunmaktadır. Satın alma gücüne göre belirlenen kişi başına gelir, sanayileşme sürecinde olan ülkelerde ortalama 3.200 dolar seviyesinde iken (Türkiye’de günümüzdeki rakamlar bu ortalamanın altında seyretmektedir), post endüstriyel toplumlarda bu oran ortalama 7 kat civarında bir fazlalıkla 23.500 dolar seviyesindedir. Gelir bölüşümü bakımından ise dünyada en zengin %20’lik grup meydana getirilen gelirin %86’sına sahip iken en fakir %20 ise oluşan gelirin sadece %1’ini alır hale gelmiştir.

Türkiye’de satın alma gücüne göre belirlenen kişi başına gelir, post endüstriyel toplumların ortalamasının yaklaşık yedide biri seviyesinde bulunmaktadır (Temizel 2001, 19). Öte yandan da Türkiye’de gelir grupları ile bölgeler arasında da dengeli olmayan bir dağılım da sözkonusu olduğundan bölgeler arası gelişmişlik farkları da oldukça yüksektir (Elvan 2002, 330) Dolayısıyla Türkiye’de kişi başına gelir düzeyinin en yüksek olduğu bölge ile en düşük olduğu bölge arasında da gelir yönünden dört kat gibi bir fark bulunmaktadır (Temizel 2001, 19). Bu ise bölgelerarası dengesizliğin de ülke gelir dağılımının adaletli bölüştürülmesi sonucuna kaynaklık eden unsurlardan biri olarak görülmesine yol açmaktadır.

Türkiye’nin sanayi toplumunu oluşturma sürecinde toplumsal gruplar arasında böylesi bir tezatlığı sosyal bünyesinde yaşarken, dünya da post endüstriyel süreç yeni bir gelişme olarak belirmektedir. Uluslararası rekabet ve büyüyerek gelişen uluslararası üretim, sermaye ve teknoloji mobiletisinin yüksekliği gibi gelişmeler ülkelerin firmalarını üretim faaliyetlerinde karşılıklı bağımlılık ve bütünleşmelere yöneltmiştir. Bu durum sanayileşmekte olan ülkelerde girişimciliğin yaygınlaştırılmasına ve böylece de post endüstriyel gruptaki ülkeler ile aralarında mesafeyi bir ölçüde kapatabilmek için ekonomi, sanayi, sağlık ve eğitim altyapılarının hazırlanması, temel özellikler arasında bulunur hale gelmiştir (Atalay- Turhan 2002, 78). Ancak post endüstriyel süreç bağlamında ele alınan küreselleşme, bazı zorluklara rağmen özellikle bütün sanayileşmekte olan ülkelere kalkınma yönünde uzun dönemli fırsatlar da sunmaktadır. Bu fırsatlar içinde en önemlilerinden birisinin KOBİ’lerin geliştirilmesi olduğu belirtilebilir.

Post endüstriyel süreçte sanayileşmekte olan ülke KOBİ’lerinin, gelişmiş ülkelerin uluslar arası firmalarla düşük düzeyde bütünleşmelere gitmeleri söz konusu “yeni fırsatlar” olarak belirtilebilinir. Çünkü bu yolla sanayileşmekte ya da sanayileşmesini tamamlamakta olan ülkeler açısından bu bütünleşmeler KOBİ’lerin arz kapasitelerine iyi bir koordinasyon ve bilgilendirme özelliği kazandırabilecektir. Bundan dolayı KOBİ’ler dış dünyaya açılarak bir miktar da üstünlük kazanmaları mümkün olabilecektir (Atalay/Turhan 2002, 84). Dolayısıyla post endüstriyel süreç, sanayileşmekte olan ülke KOBİ’lerini arz artırma imkanı sağlamak, ayrıca da bu işletmelerin esnek üretim faaliyetlerine uygun olmaları nedeniyle de yenilikleri çabucak içselleştirebileceklerdir. Yine KOBİ’lerin dinamik yapıları nedeniyle üretim ilişkileri bağlamında post endüstriyel süreçte bunların üzerlerine ilgiyi çekebilme imkanları yeniden belirmiştir. Bundan dolayı post endüstriyel süreçte Türkiye gibi sanayi toplumu özelliğini tamamlamaya yaklaşan ülkelerde KOBİ’lerin öncelikle arz gücünün birleştirilip büyümesi temel gerçeklik olarak görülmektedir. Yine bu bağlamda Türkiye’de sosyal bünyeyi oluşturan gruplar arasındaki farkların mümkün olan minimizasyonunu sağlayabilmek amacıyla da üretim olgusuna dinamizm kazandırmak gerekmektedir. Bu amaç için ise önceliklerden biri olarak üretim eksenli bir tavır ile ana ve yan sanayilerin bütünleşmesine yönelmeyi başarabilmek gerekmektedir. Buna ilaveten KOBİ’lerin ortak pazarlama örgütlerini yaygınlaştırarak, firmaların işbirliği ve yeni yeni iletişim imkanları kullanarak araştırılması öngörülmektedir (Atalay/Turhan 2002, 99).

Türkiye’de post endüstriyel sürece yönelmede ekonomik kurumunun üretim anlayışı temeline dayalı olarak dinamik örgütler olan KOBİ’ler vasıtasıyla yapısı, statü değiştirmesi mümkün görülebilmektedir. Ancak Türkiye’nin post-endüstriyel süreçte yer alabilmesi için çalışma hayatında da sanayi toplumuna hitap eden mevcut duruma ne türde katkılar sağlaması gerekmektedir. Bunun analizi edilebilmek için çalışma hayatının temel prensipleri olan devlet-işçi kesimi-işveren üçlüsünden özellikle işveren ve işçi kesiminin yapısını yeniden ele almak bunun için de öncelikle post endüstriyel süreç argumanlarını ve Türk sosyo-kültürel farklılaşmasının özgünlüğünü de dikkate alarak kurumların ihtiyaç duyulan yeni profillerini yeniden karakterize edilmesi ihtiyacı bulunmaktadır. Öncelikle işveren kesiminin analizine gerek duyulmaktadır. Dünya’da 1945-1980 arasında sanayileşmiş Batı toplumlarında Keynesyen refah devleti anlayışı ve kitle üretimine dayalı Fordist üretim modeli özellikle 1973 petrol krizi etkisiyle çalışma hayatının içine düştüğü krizi İsveç modeli diye benimsenen toplumsal sözleşmeler olarak da tanımlanan “neo-corporatist” politikalara yönelerek aşmaya çalışmışlardır. Bu modelde işçi-işveren ve devlet, çıkarları en üst örgütlenmeler olan konfederasyonlar yoluyla temsil edilerek üçlü diyalog yoluyla konsensüse dayalı yeni bir çalışma hayatı anlayışı toplumsal pratiğe yoğunluklu olarak girmişti. Buna göre yeni korporatist modelde Keynesyen istihdam politikalarına devam edilerek, işverenler işten çıkarmaları en aza indirgemelerine karşın işçiler ücret artışını donduracaktı. Bu sözleşme ulusal düzeyde bağlanarak tüm sektörlerdeki işveren kesimini sorumlu tutabilecekti. Batı toplumunun çalışma hayatında bu gelişmeler yaşanırken Türk çalışma hayatında ise daha olağan bir yapı gözlenmektedir. 1960’lar sonrasında Türkiye’de işçi sendikalarının gelişmesi ile birlikte İşverenler, sanayileşme sürecinde çalışma hayatındaki sorunların çözüm adresi olarak işveren sendikalarına yönelik bu kurumun oluşumuna yön vermişlerdir.

1980’li yılların başlarından itibaren ülkelerin makro dengelerinin bozulmaya başlaması ve yine bu dönemde uluslararası rekabet ve teknoloji yenileme, dünyadaki sanayi toplumlarında yapısal değişmeyi de beraberinde getirmiştir. Başta ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, İsveç gibi devletler uluslar arası pazarlarda Pazar payını giderek Japonya, Hong Kong, Singapur, Güney Kore ve Tayvan gibi ülkelere kaptırmaya başlaması Batılı toplumlarını yeni politika arayışlarına yönlendirmiştir. Batı toplumlarının yeni politikalar arayışları Japonların esnek üretim ve insan kaynağı yönetim metodlarını incelemeye zorlamıştır (Baydur 2001, 24-25). Bu arayışlar Batı toplumlarının ekonomi ve çalışma hayatlarına önem veren Keynesyen politikalardan uzaklaştırarak, monetarist liberal politikalara yöneltmiştir. Böylece batı toplumları ekonomilerini bu yeni politika anlayışına dayandırma durumunda kalmışlardır. Post endüstriyel süreçte Batı toplumları dışa açılma, küreselleşme eğilimleri ve rekabetçi Pazar  baskısı tüm ülkelerin makro denge hesaplarını tutturmada aynı amaç içinde oldukları görülmektedir. Dışsal faktörlerdeki değişmenin ise işletme düzeyinde içsel değerlerin etkilenmesine yol açabilmiştir. Böylece Fordist üretim süreci katı bulunarak temel üretim sürecinde ve insan kaynakları yönetiminde “esneklik” anlayışını gündeme getiren “yeni üretim metodları” ortaya çıkmıştır (Baydur 2001, 26). Dolayısıyla Dünyada post endüstriyel süreçte ekonomi politikalarının ve çalışma hayatı üretim arayışlarının değişmesi Türkiye’yi de post endüstriyel sürece hazırlayan işveren kısmının üretimi ve dolayısıyla toplum menfaatlerini maksimize eden (sadece tekel karı değil) yeni bir anlayışa ihtiyaç duyulur hale getirebilmiştir. Bu anlamda Türk işveren-girişimci kesimi kendi toplumunun sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel anlayışlarına uygun dinamik üretim anlayışını yaygınlaştırarak daha öz sermayeli, ileri teknoloji ile hareket ederek dünyadaki rekabete ortak olarak gelişen ve dönüşen bir tipoloji ortaya koymak durumundadır.

Post endüstriyel süreç bağlamında Türk işçi kesimi ve sendika kurumunun da sanayi toplumu işçi ve sendikacılık anlayışından uzaklaşarak ülke gerçeklerine uygun çalışma hayatı ilkelerini kendi açılarından yeniden yapılandırmaları gerekmektedir. Çünkü Türkiye henüz sanayi devrimi aşamasına tamamen yapısal olarak dönüşmediğinden nüfus ve işgücü yapıları, köylü ve esnaf tipolojisinden tam anlamıyla kurtulamamıştır (Ekin 2001, 16). Ancak “Çağ peşinden koşarak değil önü kesilerek yakalanır” gerçeğine göre (Ekin 2001, 12), Türk işgücü bir yandan hem post endüstriyel sürecin ortaya çıkardığı bilgi çağı insan tipolojisine giderken öte yandan da sendika kurumunun demokrasiyi daha geliştiren bir “önder kurum” olma formatına bürünmesini sağlamalıdır. Ancak bu çok yönlü kurumların toplumsal hareketliliği ile Türkiye post endüstriyel süreci ifade eden toplumsal gelişmeleri kendi bünyesine mal edebilmesi sözkonusu olabilecektir.

Buraya kadar Türkiye üzerinde yapılan iktisat ve çalışma hayatına yönelik incelemede Türk toplumunun dış cephesini içeren “maddi üretim” olgusundan hareket ederek, toplumun ağırlık merkezinin oluşturduğu sanayi toplumu özelliklerini tamamlayarak ve post endüstriyel topluma ulaşabilme yolundaki toplumsal maddi kültürün üretmesi gereken dış cepheli bir yaklaşım ortaya konulmaya çalışılmıştır.

Sorokin sosyolojisi bağlamında kültürün bütüncül yönü dikkate alındığında, toplumun gelişmeci yönde yapısal değişime uğraması sadece maddi kültür cephesi ile izah etmek yetersizdir. Dolayısıyla kalkınmada toplumun sosyo-kültürel sisteminin maddi cephesi ile birlikte iç (manevi) cephesini dikkate almayan yaklaşımlar ne toplumun yapısal sıçramasını ideal ölçülerde gerçekleştirebilir ne de toplumun diğer toplumlara göre özgünlüğünü muhafaza edebilir.

Bütüncül teori  çerçeve ekseninden hareketle Türkiye’nin Batı toplumsal yapısında görülen post endüstriyel toplum sürecine girebilmesinin en önemli birinci temel şartı maddi gelişme koşullarını sağlayabilmek ise olmazsa olmaz  ikinci temel şartı da iç kültür cephesine dayalı değerlerin özgünlüğünü koruyarak bunları çağdaş dünya değerleri ile bütünselleştirebilme kabiliyetine sahip olmasından geçebilmektedir. Bu özgün değerleri çağdaş dünya değerleri ile bütünleştirmeyi başarmada da birincil görev “milli şahsiyet” tipinin gelişmiş olduğu aydın tipolojisinde bulunmaktadır.

Aydın insan; her şeyden önce farklı ve ileri düzeylerdeki bilgiyi elde edebilecek bir zihni terbiye ve düşünme yöntemine sahip olmasının yanında yine aydın, gördükleri arasında bir neden-sonuç ilişkisi bulmaya çalışarak objektif gerçekliği kavrama uğraşı içinde olan kişidir (Güngör 1993, 254). Dolayısıyla aydının toplumun iç ve dış kültür değerlerini objektif sorgulama biçimi ile toplumsal kültür değişimine öncülük eden yönüyle de önemli bir toplumsal görevi bulunmaktadır (Ülgener 1983, 66).

Toplumun dış yüzünü ifade eden teknolojinin, toplumun iç yüzünün de  belirlediği kültür ve sosyal organizasyon üzerinde daha sonraki zaman diliminde ortaya çıkan olumsuz tesirleri görülebilir. Ancak toplumların dış yüzünün belirticisi olan teknolojik etkinliğin olumsuz tesirliliği, toplumun iç kültür cepheli yaklaşımı ve bu yöndeki sosyal organizasyonlarla düzeltilmeye çalışılmaktadır (Güngör, 1994, 29). Dengeli, çağı yakalayan bir toplumsal gelişmenin ortaya konulup, daha bir üst yapıya geçebilmek için aydınların “teknoloji-kültürün iki boyutu-insan unsuru” arasındaki etkileşimi dikkate alarak, yeni bir toplumsal yorumlamaya girmeleri beklenebilir. Gerçekte böylesi bir yaklaşım Türk aydın tipolojisinin Batı post endüstriyel sürecini yakalayan ya da onun önünü kesen bu iki toplumsal yapıyı eşleştirebilecek “insan unsurunu” ve sosyo-kültürel farklılaşmayı dikkate alan yeni bir “bütüncül” sosyal sistem yaklaşımını ortaya çıkarabilmesine bağlı olabilmektedir. Ancak bunu gerçekleştirebilmek içinde yaklaşık yüz yıl önce Prens Sabahattin’in de Türk insanındaki eğitimin yetersizliğini ifade ettiği gibi (Prens Sabahattin 2002, 17), günümüzde de eğitimin yetersizliği, çağı yakalamada Türk aydın-bilim adamının önündeki en büyük zorluk olarak görülmektedir.Çünkü kültürün iç ve dış boyutunu dikkate almadan yetişen iyi eğitilmeyen aydın-bilim adamları tipleri politize olarak fikirlerini toplumun yöneticilerinin (belki de iktidarın) fikirlerine uyacak şekilde deforme edebilerek (Stiglitz 2002, 10) özerk aydın tipinden güdümlü aydın tipine  gerileyerek toplumsal fonksiyonlarını yerine getirmekten uzaklaşır hale dönüşebilmektedir.

Bu ise insan-toplum-çağ ilişkilerini yeterli yorumlayamayan aydını ortaya çıkardığından toplumsal gelişmenin geri kaldığı bir toplumsal yapıyı da beraberinde getirmektedir. Türk toplumsal yapısının bu olumsuzluktan uzaklaşabilmesi için Türk aydın tipolojisi, post endüstriyel toplum sürecinin özgünlük temel ekseninden haraket edebilen ve sosyo-kültürel farklılıkları dikkate alan yeni bir beyin fırtınası ile Türk toplumunu yeni gelişmişlik noktalarına ulaşmaya hazırlamak toplumsal görevliliğini taşımaktadır. Bu ise (sanayi, bilgi) teknoloji-kültürel iç ve dış boyut-insan unsuru ilişkisine dayalı, çağı yakalayan yeni bir bakış açısını beraberinde getirebilmektedir.

SONUÇ

19. yüzyıl Batı sosyolojisi pozitivist gelenekten hareketle insanın toplumsal “faaliyetlerinin” birincil derecedeki önemini vurgulayarak “duygularını ve sezgilerini” yeterince dikkate almayan bir bakış açısı geliştirmiştir. Dolayısıyla ampirik toplumsal hayatta kültürün dış cephesine hitap eden akılcı “faaliyeti” temel önemseyen bir yaklaşım ortaya koymuştur. Toplumsal kurgulamada insanın duyguları-sezgileri yani kültürün iç cephesine yönelik vurgu ise önemli görülmemeye başlanmıştır. İnsan “faaliyetleri” temel eksenli Batı sanayi toplumu post endüstriyel süreçte bu yaklaşımdan uzaklaşarak post modernite tartışmalarını yoğunlaştırmıştır. Bu yeni süreç çalışma hayatında insan kaynakları bağlamında insanın iç dünyasına daha çok değer veren yaklaşımları gündeme yoğun olarak taşır hale getirmiştir. Böylece bu yeni süreçte çalışma hayatındaki değişikliklerde dikkate alındığından insanın sanayi toplumu mekanik kültürün dış cephesine vurgu yapan insan tipinden, daha farklı bir insan tipine (duygu ve sezgiyi dikkate alan) yönelim ortaya konulmaktadır.

Türk toplumsal yapısında ise bu süreç sosyo-kültürel farklılaşmadan dolayı daha başka bir noktadan gelişebilmektedir. Türk toplumsal yapısında ise modernleşme bağlamında Batı pozitivist geleneğinin etkisiyle teknoloji-kültürün dış cephesi-mekanik insan ilişkisine dayalı toplumsal yapılaşma anlayışı yaklaşıl 100 yıllık tarihsel süreç içinde ancak kırsal nüfusun %45’lere kentli nüfusun %55’ler civarına çıkarabilmiştir. Bu tablo ise Türk toplumunun Batı post endüstriyel sürece göre oldukça geri bir durumunu ortaya koymaktadır. Bu olumsuz tablonun giderilebilmesi için öncelikle Türkiye’nin ve Türk aydınının post endüstriyel süreci yakalamak ya da önünü kesmede önceki dönemde geri kalmışlığının nedenlerini ortaya koyarak yeniden özgünlüğünü dikkate alan paradigmatik bir değişimi geliştirebilmelidir. Bunu başarabilmek için ise öncelikle Türk sosyal bilim metodolojisinin bütüncül bir karaktere sahip olmasından geçebilmektedir. Yani aynı anda toplumun maddi kültürü olan hem akıl ve onun zorunlu sonucu olan “faaliyeti” önemseyen bir yaklaşımı, hem de toplumsal kültürün iç (manevi) yönünü ifade eden duygu-sezgisel boyutu birlikte, bunların birbirini tamamlayan bir bütünlük içinde ele alınması gerekmektedir.

KAYNAKÇA

  • Allen, R. Francis; Socio-Cultural Dynamics An Introduction to Social Change, The Macmillian com. New York 1971.
  • Atalay, Mehmet/Turhan, Mustafa; “Küreselleşme, Gelişmekte Olan Ülkeler ve Türk İmalat Sanayii” Planlama Dergisi, DPT’nin Kuruluşunun 42. Yılı Özel Sayı, Ankara, 2002.
  • Atasoy, Fahri; Sorokin’in Toplum Felsefesi, Saba İlmi Araştırmalar Dizisi 5, Ankara, 1997.
  • Bauman, Ezyqmunt; Çalışma, Tüketicilik ve Yeni Yoksullar, Çev: Ümit Öktem, Sarmal Yayınevi, İstanbul 1999.
  • Baydur, Refik; “21. Yüzyılda Türkiye’nin Yapması Gerekenler ve Kamu Maliyesinin Rolü” Mercek Dergisi, Türk Metal Sanayicileri Sendikası, İstanbul 2001.
  • Bedir, Eyüp; “Yirmibirinci Yüzyılda İstihdamın Artan Önemi ve Eğitim-İstihdam İlişkisi”, Kamu-İş Dergisi, Cilt 7, Sayı 1, Ankara 2002.
  • Bilgiseven, Amiran Kurtkan; Sosyal İlimler Metodolojisi, 4. Baskı, Filiz Kitabevi, İstanbul 1994.
  • Boratav, Korkut; “Emperyalizmi mi Küreselleşme mi”, Küreselleşme Emperyalizm Yerelcilik İlişkisi, Derleyen E. Ahmet Tonak, İmge Yayınları, Ankara 2000.
  • Ekin, Nusret; “Değişim ve Sendikaların Geleceği” Mercek Dergisi, Türk Metal Sanayicileri Sendikası, İstanbul 1996.
  • Ekin, Nusret; “Teknolojik Dönüşüm ve Bilgi Çağı” Mercek Dergisi, Türk Metal Sanayicileri Sendikası, İstanbul 2000.
  • Ekin, Nusret; “Türkiye’de Yeni Çağa Doğru İstihdamda İki Defa Sıçramalıdır” Mercek Dergisi, Türk Metal Sanayicileri Sendikası, İstanbul 2001.
  • Elvan, Lütfi; “Türkiye’de Bölgelerarası İktisadi Gelişmişlik Farklarının GSYİH (İller Endeksi) Esas Alınarak Karşılaştırılması”, Planlama Dergisi, DPT’nin Kuruluşunun 42. Yılı Özel Sayı, Ankara, 2002.
  • Erkilet Başer Alev; “Bilge Bir Sosyolog: Pitirim A. Sorokin’in Tarih Felsefesi ve Değişme Kuramı”, Tarih Çerçevesi İki Aylık Tarih ve Kültür Dergisi, Sayı: 18, 1995.
  • Erkilet, Alev; Çağdaş Sosyal Değişme Teorilerinin Sınıflandırılmasına İlişkin Bir Deneme H.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Ankara 1985.
  • Güngör, Erol; Kültür Değişimi ve Milliyetçilik, Ötüken Yayınları, İstanbul 1994.
  • Güngör, Erol; Sosyal Meseleler ve Aydınlar, Ötüken Yayınları, İstanbul 1993.
  • Kaplan, A. Mortan; Essental Rules and Rules of Transformation, Social Change Sources Patternsand Consequences Edited by Amitai Etzioni and Eva Etzioni, Basre Books. Inc, Public hers New York-London, 1971.
  • Murat, Güven; “Küreselleşen Ekonomide İstihdam”, Prof. Dr. Metin Kutal’a Armağan, TUHİS Türk Ağır Sanayi ve Hizmet Sektörü Kamu İşverenleri Sendikası, Ankara 1998.
  • Ortaylı, İlber; Türkiye’yi  Yeniden Düşünmek Sempozyumu, Türkiye Gönüllü Kültür Teşekkülleri 6. İstişare Toplantısı, Hak-İş, 1996.
  • Prens Sabahattin; Türkiye Nasıl Kurtarılabilir, Çev: İnan Keser, Liberte Yayınları, İstanbul, 2002
  • Ritzer, George; Sociological Theory Second Edition, Maryland of University, Alfread A. Knopf New York 1988.
  • Sorokin, A. Pitirim; “Social and Cultural Mobility” First Free press Raporback edition, New York 1964.
  • Sorokin, A. Pitirim; “Socio Logical Theories of Toolay A Harper International edition, New York 1966.
  • Stiglitz, Joseph E.; Küreselleşme Büyük Hayal Kırıklığı, Türkçesi: Arzu Taşçıoğlu, Deniz Vural, Plan B Yayıncılık, İstanbul 2002.
  • Temizel, Zekeriya; “Yeni Binyıl Yeni Bir Başlangıç”: Temiz Toplum Saydam Devlet İlişkisi”, Mercek Dergisi, Türk Metal Sanayicileri Sendikası, İstanbul 2001.
  • Tokol, Ayşen; “Küreselleşme ve Endüstri İlişkilerine Etkisi” Küreselleşmenin İnsani Yüzü, Derleyen Veysel Bozkurt, Alfa Yayınları: 836, İstanbul 2000.
  • Tonak, E. Ahmet; “ÇTYA’nın  Bağlamı: Küreselleşme ve Yabancı Sermaye”, Küreselleşme Emperyalizm Yerelcilik İşçi Sınıfı, Derleyen E. Ahmet Tonak, İmge Yayınevi, Ankara, 2000.
  • Ülgener, F. Sabri; Zihniyet Aydınlar ve İzmler, Mayaş Yayınları, Ankara, 1983.
  • Yıldırım, Ali- Şimşek Hasan; Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri, 2. Baskı, Seçkin Kitabevi, Ankara 2000.

 

NOT: Bu makale Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Seçme Yazıları, Editör. E.T.Kaplan-B.Bayat,Gazi Üniversitesi İİBF Geliştirme Vakfı,Ankara, 2003, adlı kitapda bir  bölüm olarak yayınlanmıştır

Yazarın Son Makaleleri

Sosyal Ağlarda Paylaş

Twitter Facebook Google+ E-mail

Kategoriler

Son Yazılar