Küreselleşme ve Milliyetçilik Anlayışından Dini Milliyetçiliğe Geçiş
Batı’da aydınlanma düşüncesinin egemenliği, Fransız ihtilali, sanayi devrimi gibi gelişmeler ulus-devlet milliyetçiliğini geliştirmiştir. Düşünce bağlamında bu gelişmelere bağlı olarak ekonomik anlamda da ulus-devlet milliyetçiliği liberalizm ve kapitalizm ile anlamını bulmuştur.
Batı’da aydınlanma düşüncesinin egemenliği, Fransız ihtilali, sanayi devrimi gibi gelişmeler ulus-devlet milliyetçiliğini geliştirmiştir. Düşünce bağlamında bu gelişmelere bağlı olarak ekonomik anlamda da ulus-devlet milliyetçiliği liberalizm ve kapitalizm ile anlamını bulmuştur. Ulus-devlet millieytçilikleri akıçılık üzerine kurulu, liberal-kapitalist sermeyenin temerküzünü hedefleyen bir manaya sahiptir. Dünya 18.yüzyıl gelişmleri sonrasında 19 ve 20.yüzyıllar “milliyetçilik” çağları olarak anılmışlardır. Bu konuda Eric Hobsbawn “milletlerin milliyetçiliği değil, milliyetçiliğin milletleri ortaya çıkardığını” ifadesine göre, Batı medeniyetinde rasyonel sosyal düşünce ve liberal-kapitalist ekonomik zihniyetli milliyetçilik anlayışını, o da milletleri oluşturmuştur.
1990’larda başlayan küreselleşme süreciyle dünya, artık yeni dünya düzeni 19 ve 20.yüzyılda liberal-kapitalizmi besleyen ve sonrasında liberal-kapitalizminde dönüp onu besleyen bir ırk ve ekonomi merkezli millieytçilik anlayışından gitgide uzaklaşarak dini değerlerden beslenen milliyetçilik anlayışına doğru bir yöneliş geçirmektedir. Bu değişimin farkına varmanın gereği bulunmaktadır.
21.yüzyıl din, kültür, ahlak, medeniyet değerlerini öne çıktığı bir kültür merkezli çağ olarak değerlendirlmektedir. Kültürüde belirleyen en önemli alt parametre ise din olarak gösterilmektedir. Çünkü 20 yüzyılda Batı ulus-devlet milliyetçiliğinin ilerleyişinin demokrasi ve kapiatlizmden ziyade kan ve savaşlarla yürüdüğüden, dünya bu güç- ırk ilişki merkezli noktadan giderek din temelli milliyetçiliğe doğru bir evrilme içine girmiştir. Bu konuda manevi birliğin sağlanması anlayışı çerçevesinde din-kültür bağının güçlenmesine yönelik arayışlar hızlanmıştır. Bu yolla Batı ‘da kapitalizmin atomize /parçalanmış krize girmiş bireyini yeniden manevi bütünleşme şuuruyla bir “birlik” içine sokma gayretleri açığa çıkmıştır. Öte yandan küreselleşme süreci bu bağlamda dine dönüşten söz eden birbirlerinden farklı ekollerden gelen neo-marksist ve neo-muhafazakar kesimlerin yazarlarınıda (Jameson ve D.Belll gibi..) ortak bir noktada buluşturmuştur. Zaten Huntington’un meşhur medeniyetler çatışması tezi, “milliyetçiliklerden” çok “dini milliyetçilik” anlayışının dünyada yaygınlaşmasına yol açaçak türden bir yaklaşımı ortaya koymaktadır.
Türkiye’nin özellikle benimsemiş olduğu liberal-kapitalist ulus-devlet milliyeçilik anlayışından giderek arasına mesafe koyması ve bunun yerine “dini milliyetçiliği” den hareketle özgün Türk sosyo-kültürel değerlerin dominat yorumsanması bağlamında yeni bir sosyal kuramsallaşma süreci içine girmesi gerekli görülmelidir. Dünya 21.yüzyılda dini milliyetçiliğe yönelerek kültür-din birlikteliği üzerinden sosyal bağının güçlendirirken, Türkiye halk-elit farklılaşmasının besleyen jakoben ulus-devlet milliyetçiliği ekseninde kalması, çağı kültürel olarak kaçırma anlamına gelir. Zaten günümüzde özellike Türkiye ulus-devlet milliyetçiliği üzerinden hareket eden kurum ve sosyal kesimlerin/elitlerin toplumda pek de karşılığı olmayan bir sürece girerek marjinelleşmeye doğru evrildiği görülmektedir. Bu kesimlerin ıkıntıları da; ya bu değişimi görememekten yada bu değişim durumunu kendi bünyelerinde uygulama zorlukları/eksiklikleri içinde bulunmalarından kaynaklanmış görünmektedir.
ankarameydani.com 17.01.2012 Salı - 14:00