“Tevhidi Sosyal Düşünce”

KADIN VE MEDENİYET İLİŞKİSİ EKSENİNDE TÜRKİYE?DE KADINA ŞİDDET MESELESİNİN ARKA PLANI

GİRİŞ

Dünya siyasi tarihinin son bin yıllık döneminin ilk sekizyüz yılında Türkler, Bir yandan İslam medeniyetinin temsilcisi öte yandan da Orta Asya konar-göçerliğinden Doğu Roma’nın kalbi olan Anadolu’ya bu iki vasıfla yerleşmişlerdir. Bu iki özelliği taşıyan Müslüman Türkler,  İslam medeniyetinin “sevgi-adalet-güzel ahlak” ilkesi uyarınca Anadolu’yu hem İslamlaştırmış, hem de Müslüman Türk milletinin vatanı haline getirmişlerdir.

Son bin yılın son iki yüz yılında ise Müslüman Türkler, İslam medeniyetinin özgün ahlak anlayışından uzaklaşmalarının temel belirleyiciliğine bağlı olarak, Anadolu’da kültürel işgallere maruz bırakılarak, güçsüz düşürülüp Anadolu’dan hem İslam’ı hem de Müslüman Türk’ü uzaklaştırmacı oryantalist politikaya maruz bırakılmıştır.  Anadolu’daki İslam’ı ve Müslüman Türk’ü uzaklaştırmaya yönelik oryantalist politikaların başında hiç şüphesiz ki Batı merkezli düşünen aydın savrulması gelmektedir. Bunun ardınca da, İslam zıttı olan pozitivizm düşünce yönteminin etkileri, daha sonrasında ise bu pozitivizmin yetiştirmiş olduğu yerli gözüken okur-yazar-düşünen kesimin obskurantizme (bilmesinlercilik) maruz bırakılmış  “bilgi “hali gelmektedir.  Müslüman Türk toplumu için bu unsurlar, ancak analitik bir inceleme ile ortaya çıkartılabilicek türden meselelerdir. Bundan dolayı da sözkonusu olan “etkiler” aşağı yukarı 1807 den bu yana Anadolu coğrafyasından, İslam’ı ve müslüman Türkleri uzaklaştırmak için uygulana gelmiş olduğu belirtilebilinir. Fakat Müslüman Türk’lerin hala Anadolu’da varlıklarını sürdürmeye devam etmeleri, “Batı”lı kesimlerin Anadolu Türk-İslam toplumunu, kültürel olarak çözmede yeni bir arayışa sevk etmiştir. Bulunan yeni çözümün adı; Anadolu’da ki Müslüman Kadını; “kadına şiddet, özgürlük, hak, modernleşme “ gibi vicdani görünen söylemlerle, sözde özgürleşen kadın tipolojisini kurarak, Türk-İslam aile yapısının çökertilmesinin hedeflendiği ifadedilebilir. Çünkü çözülmenin en önemli ilişki setlerinden birisi, kadın-medeniyet ilişkisidir. Bu noktada medeniyeti yeni nesile annelik duygusuyla aktaran kadının kaybı, bir yandan medeniyetin öte yandan da toplumdaki aile kurumunun görevsizlik taşımasına yol açabilmektedir. Buna göre kadın öncelikle annedir ve ailenin ayakta tutucu çimentosu, aynı zamanda da ait olduğu medeniyetinde inşa gücünü taşımakta olduğu söylenebilir.

Medeniyet, asrileşme ve çağdaşlaşma aynı sürecin çeşitli merhalelerini ifade etmektedir. Bu süreç içinde ailenin önemli bir unsur teşkil ettiği yaşama tarzı da, Türk toplumuna 19.yüzyıldan itibaren, Tanzimat kültürü vasıtasıyla tedricen Batılı bir şekle bürünür olmuştur(Tabakoğlu 2005: 391). Bu Batı’lı yaşama tarzına bağlı olarak aile-kadın- medeniyet etkileşimi Türk­ - İslam toplumu açısından giderek zafiyet içine düşürülmüştür. Böylece günümüzde yaygın olarak takdim edilen medyanın kadın hakkını koruma eğilimi, kadına şiddet uygulanıyor başlığı ile kadın hakları sorunu,  artık toplumda var olan sadece kadın meselesi değil, aynı zamanda medeniyetler temelli bir tartışma konusunu oluşturmuş olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü modernleşme; cinsiyet farklılığı ve insan hakları üzerinden kadına şiddet konusuna yaklaşarak, göz boyamacı bir iyimserlikle birçok toplumlarda kadının şahsiyetini kaybetmesine ve teşhir aracı haline getirilmesini sağlanmıştır. İş hayatına atılan kadınlara ise güçlerinin üzerinde iş yaptırılmaktadır. Bu haliyle dünyada kadın, hem üreten hem de ezilen bir duruma getirilmiştir.

Günümüzde bir kısım kadınlar, dinin, örf ve adetlerin çirkin saydığı işleri pervasızca yapmakta, aynı amacı taşıyan kimselerce de itibar görmektedir. Hâlbuki bu yanlış bir yol olup ahlaki değerlere, gelenek ve göreneklere bağlı kalanlara haksızlık edilmektedir(Tabakoğlu 2005:406).  Çünkü etkisini günümüzde de sürdüren toplumsal akımlar, kendi özelliklerini aksettiren aile anlayışını savunmuşlardır.

İçinde bulunduğumuz zaman sürecinde  “fiili durum” olarak Türkiye’de klasik-İslami aile tipi yerine batılılaşma-yenileşme süreci içinde Batı türü ailenin hakim olmaya başlamış olması bağlamında, Türkiye’de kadına şiddet meselesi toplumsal derinlikli bir konu olarak önem taşır bir noktaya gelmiştir. Buna göre bu inceleme Batı medeniyet değerlerine dayalı kadın görünümü ve medeniyet değerlerimize dayalı kadın tipinin mukayesesinden hareketle, tarafların kadına şiddet konusuna kültürel temalı  yaklaşımı ortaya konulmak istenmektedir. Böylece de “kadına şiddet” temasının kültürel arka planına ulaşılmak amaçlanmıştır. Buradan elde edilen sonuçlar çerçevesinde, sözkonusu çalışma, Türkiye’de kadın-kültür,” kadın-medeniyet- aile” ilişkisine yönelik özgün sosyal politikaların üretilmesine katkı sağlamaya bir vasıta olması düşünülebilinir.

Çalışmanın bu ana problemini oluşturan sorunlar ve sorunu oluşturan tespitler, özellikle Türkiye bağlamında aşağıdaki başlıklarla belirtilmiştir:

  • Kadın hayli sosyal meselelerden kaynaklanarak şiddette kadının rolü var mı ?
  • Görsel /medya nın kadına şiddet konusunu olumsuz etkilemektemidir? Yapıcı yaklaşmamaktamıdır? Kadına şiddet konusunda kadının da hatalarının da olabileceği, gözlerden uzak tutularak, Türk-İslam medeniyetinin Kadınını ait olduğu kültürden  uzaklaştırarak, laik, seküler ve modernist hayat tarzının ortaya çıkardığı feminist, özgürlükcü ve hür kadın  görünümünü oluşturma gayretleri  olarak görülebilinir mi?.
  • Kadına tüketim kültürüne yönelerek, başına buyruk, inanç ve ahlaki boşluğu içine düşürülmektedir. Bu da bir yönüyle erkeğe olan saygısını gidermektedir.

 

İSLAM’DA KADIN

Tarih boyunca kadın hakları, ifrat ve tefrit konusu olmaktan uzak tutulamamıştır(Dikmen 1981:39).

İslam   ise kadın ve erkek ilişkilerinde ifrat ve tefriti  ortadan kaldırmış, iki cins arasında tam bir denge ve ahenk kurmuş, böylece bu konu da da gerçek adaleti ortaya koymuş olduğu belirtilir.

İslamiyet’in kadın hakları konusunda yaptığı  yapısal değişimin  ana ilkelerini  şöyle sıralayabiliriz ;

1- “Yaradılış cihedinden  Allah’ın mahluku olmak bakımından kadınla erkek tamamen birbirine eşittir:

“Ey insanlar… Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi sırf birbirinizle tanışmanız için büyük cemiyetlere ve küçük küçük kabilelere ayırdık. Şüphesiz ki sizin Allah nezdinde en şerefliniz, takvaca en ilerde olanınızdır.”(Hucurat 13).

Kur’anı Kerimin bu hükmüyle, kadının insan olup olmadığını tartışan Batı’nın batıl ortaçağ zihniyetini yıkmıştır.

Diğer bir ayette” Ey insanlar, sizi bir tek candan yaratan ve ondan da yine onun zevcesini vucuda getiren ve ikisinden  bir çok erkekler ve kadınlar türeten Rabbinizden korkun”(Nisa 1).

Hz Peygamber (SAV) ‘de kadın erkek bütün insanlar arasındaki eşitliği şöyle beyan etmiştir:

“Kadın, erkek bütün insanlar, tarak dişleri gibi birbirlerine eşittirler”, Yine “Kadın erkek bütün müslümalar kardeştirler. Bir kimsenin diğer bir kimse üzerine, takvadan başka hiçbir üstünlüğü yoktur”( Dikmen 1981:40).

İslam’a göre kadın ve erkek bir elmanın iki yarısı gibidir. Birbirini tamamlar”( Dikmen 1981:40).Nitekim Hadis-i Şerifte”kadınlar erkeklerin (tamamlayıcısı) parçasıdır” şeklinde buyurulmuştur.

Ayeti kerime de ise “ Onlar(kadınlar) sizin için , siz de onlar için  birer libas(örtü)sünüz(Bakara 187). Böylece Kur’anı Kerim kadını, necis hükmünden kurtarmış, erkekğe hayat arkadaşı yapmıştır”( Dikmen 1981:41).

İslamda kadın da erkek gibi dindar olmaya, ibadet etmeye ehildir. Yapacağı amellere göre mükâfatlandırılacak veya cezalandırılacaktır. Cinsiyet farkı sevabın eksik olmasına sebep olmaz. Allah’ın kulu olmak bakımından erkekle kadın arasında hiçbir fark yoktur.

“Erkek olsun kadın olsun hiçbir çalışanın çalışmasını boşa çıkarmam (Al-i İmran . 195), “İster erkek, ister kadın mümin olarak Salih amelleri her kim işlerse, işte onlar cennete girerler ve yaptıklarının bir çöpü(zerresi) dahi zayi edilerek zulme uğramazlar…(En- Nisa 125) ”( Dikmen 1981:42).

İslamiyet erkeklere, kadınlara karşı büyük bir şefkat sevgi ve ihtimam göstermelerini emretmiştir”( Dikmen 1981:45). Bundan dolayı İslamiyet; kadını, kız çocuğu, zevce ve anne olarak yüksek bir makama çıkarmış, ve ona şerefli bir mevkii vermiştir ”( Dikmen 1981:46).

İslamiyet Kadına ilim öğrenmesi konusunda büyük ehemmiyet vermiştir. İslam uleması erkeğin öğrenmesini talep edilen bütün bilgilerin, kadın için de isteneceğinde ittifak etmişlerdir”( Dikmen 1981:52).

İslamiyet boşanma müessessisini, erkeğin zulmüne mani olacak ve istibdat ve diktatörlüğü önleyecek şekilde yeniden tanzim etmiştir.

İslamiyet kadına varis olma hakkını vermiştir. İster anne olsun, ister zevce, ister kız, ister büyük iter küçük, ister anne karnın da olsun.

İslamiyet kadın-erkek haklarını yeniden tanzim etmiş, kadına erkeğin hakları gibi birtakım haklar vermiştir. Bu konuda ayet:” Erkekler çalışma ve emeklerini alacaklar, kadınlarda çalışma ve emeklerinin karşılığını göreceklerdir”(Nisa 32).

İslam bu ayeti kerime ile iki esas getirmiştir;

a- Kadını insan olarak hareketlerinden mesul tanımanın esasını Batıdan 12 asır evvel getitmiştir.

b- Bu husus, sadece bir İslam cemiyetinin esası olmaktan öte, bütün insanlığı içine alan medeni bir cemiyetin esasıdır”( Dikmen 1981:53).

İslamiyet kadına dünyevi hükümlerde gereken hak ve eşitliği sağlamıştır. Dünyaya ait cezalarda kadınla erkek arasında fark yoktur. Kadına karşı işlenen suçlar, ister kadının şahsına ister mal veya şerefine olsun, erkeğe karşı işlenen suçlar gibi ceza gerektirir. Hatta bu hususta kadının lehine bazı durumlar bile vardır”( Dikmen 1981:54).

MODERNİTE VE KADIN

Modern dönemde değişimin en fazla hissedildiği alanlardan biri, kadınların hayatıdır. Bu değişmeden aile de etkilenmiştir.

Günümüzde ailedeki değişim sürecinin en bariz görüldüğü alanlardan biri, kadının annelik rolü çerçevesinde yaşanan değişimdir. Bir de bu role çalışma hayatı arasındaki gerilimli ilişki eklendiğinde, anne rolündeki değişimin radikal sonuçlarına ulaşılır. Bu gerilimli ilişkinin arka planında Sanayi Devrimi yer almaktadır.  Sanayi Devrimiyle birlikte işin ve üretimin organizasyonu tamamen değişmiştir. Geçim ekonomisinden(Şişman 2011: 14),kapitalist ekonomiye geçiş, en fazla kadınların hayatını etkilemiştir. Çünkü belirlenen mesai tanımı, ev ile iş arasında keskin bir sınır çiziyordu.       Modern ulus-devletin ortaya çıkışı da kadınların ev içi rollerini ve anneliğini vurgulamıştır. Buna göre  “Yeni anne”yi, yani geleneksel metotlarla değil,  yeni tıp teknolojilerinin ışığında, yeni eğitim metotlarını kullanarak yeni vatandaşı yetiştiren “ anne kadın”ı ön plana çıkarmıştır.  Modernlikle birlikte anne, adeta laik bir kült nesnesi haline gelmiştir. Bizim modernleşme sürecimizde de yeni ulusun inşasında “eğitilmiş anne”nin, fenni usullerle çocuk yetiştirmenin, yani vatandaş yetiştirmenin nasıl vazgeçilmez bir konum kazandığını bilinmektedir.

Kapitalist ekonominin yüklediği tüketici ev kadınlığı, bu yeni annenin bir başka önemli boyutunu oluşturmaktadır. Çocuğuna sunabildiği tüketim imkânıyla iyi anneliği ölçen bir yaklaşım gittikçe yükseliyor. Bu bakış, çocuk yetiştirme uygulamalarını nasıl etkilemektedir. Özgür, mutlu ama bencil çocuklar yetiştirmek ailenin öncelikleri arasında yerini alır olmuştur( Şişman 2011: 15).Bundan dolayı özellikle günümüz toplumumuz da çalışan kadın, İslam’ın yasakladığı bir duruma düşmekten sakınmalı, ancak şartlar uygun olduğu zaman çalışmaya karar vermelidir( Baktır 2005: 140). Önce kadının çalıştığı iş, İslami esaslara aykırı olmamalıdır. Erkeğin çalışması haram olan bir takım işler vardır ki, bunlar da kadının çalışması caiz değildir. Bu arada kadının kadınlık vasfını teşhir ederek çalışması ne şekilde olursa olsun onu öne çıkararak para kazanması helal olmaz. Cinsiyet ve kadınlık açısından o, sadece kendi kocasına mahsustur. Günümüzde erkeklerin de yapabileceği birçok işlerde kadınlar tercih ediliyor. Bunun sebeplerinin başında, kadının cinsi cazibesinin bir alet olarak kullanılmasının geldiği söylenebilir( Baktır 2005: 142). Örtünme sorunu, kadını sosyal ve medeni hayattan ayırmaktadır. Yine Batı’cı anlayışa göre onu(kadını) bu hayata döndürmek için örtünmeyi kaldırmaktan başka çare yoktur. Burada Batı’cıların gerçekleşmesini istediği değişikliklerin oldukça radikal olduğu ve önemli bir kısmının da yürürlükteki İslam hukukuyla bağdaşmadığı görülmektedir(Aydın 2005: 168).  Buna göre çalışan kadını iki başlıkta ele almak gerektiği söylenebilir. Bunlardan ilki,  imanın ameli gereklerini yerine getirmeye, hayatını İslam’a göre yaşamaya çalışan kadınlar, İkincisi ise inanmakla birlikte İslami hayatında (amelinde , yaşayışında) günahlar, kusurlar bulunan kadınlardır. Mesela İslam’da avret sayılan, örtülmesi gereken yerlerin örtülmesi farz, açılması haramdır, günahtır. Bunun böyle olduğuna inanan bir kadın, çeşitli sebeplerle örtünme emrini yerine getirmezse, Müslüman; fakat günahkar, dini bakımdan kusurlu bir kadın olur. Buna karşı Müslümanların vazifesi tebliğ ve eğitimdir. Hem çalışan hem de örtünen kadın ise, bu bakımdan ameli kusuru da olmadan “çalışan kadındır.” (Karaman 2005:334). Kadının aile kavramını önde tutması, ailede meydana getirdiği huzur, yeni nesillerin eğitimi verdiği önemle kadın, toplum kalkınmasında ana bir rol taşır(Karaman 2005: 335).

İslam’a uymayan düzen ve sistemler toplumda uygulandığında buna bağlı çeşitli problemler ortaya çıkmaktadır.

Bir iş ve meslekte çalışan kadın, İslam’ı yaşasın –yaşamasın izin, psikolojik baskı, taciz, farklı muamele, yıpranma, ücret, çocuk bakımı, yalnızlık, sağlık ve güvenlik gibi problemlerle karşı karşıyadır. Çalışan ve aynı zamanda İslam’ı yaşamak isteyen kadınlar ise, yukarıdakilerin yanında örtünme, ibadet, halvet, ihtilat, kocasının izni, seyahat, baskı gibi problemlere göğüs germek durumdadırlar. Buna göre kadın konusu üzerinde toplumsal alanda sıkça rastlanan sorunlar ağrılıklı olarak toplumun zihniyet dünyasına bağlı olarak geliştiği söylenebilir. Bu bağlamda kadının toplum hayatında başlıca problemleri sistem farklılığından kaynaklanmaktadır. Günümüzde laik ülkelerde hem çalışıp, hem de İslam’ı yaşamak isteyen kadınların sıkça rastlanan problemlerin başında örtünme meselesi gelmektedir.

Örtünme; İslam zinayı kesin olarak yasakladığı ve eşlerin birbirine sadakatini vazgeçilmez bir gereklilik olarak gördüğü için zinaya götüren yolları da tıkamış, kadın-erkek ilişkilerine sınırlar koyarak tedbirini daha baştan almıştır. Ailenin kuruluş ve devamında cazibenin önemli rolü vardır. Cazibe evlenmeye yol açtığı gibi cinsi günah, hıyanet ve cinayetlere de sebep olabilir. Bu menfi gelişmeyi önlemek için İslam kadın ve erkeğin cinsi cazibe merkezlerini zineti örtmelerini, buraları karı-koca  ve bazı yerleri kısmen akraba dışında kimseye göstermemelerini istemiştir. İşte İslam’da erkek ve kadının giyinmeleri, örtünmeleri bu hikmete bu hikmete bağlı bulunmaktadır. Tamamen dini ve ahlakidir( Karaman 2005: 336). Bu noktada Türkiye’de kadın, laik-seküler çizginin yaşama tarzı ile kendi geleneksel çizgisinin farklı zihin tutum ve tavırları arasında sıkışıp kalmıştır. Kendi geleneksel değerlerinden taviz vererek, seküler hayat tarzının biçimlenmesine göre bir tarz ortaya koymuştur. Söz konusu durum ise topluma kadın aile içi şiddete maruz kaldığı söylemi yaygınlık kazanmaktadır. Öte yandan bu sıkışma, yukarda da ifade edildiği gibi başta örtünme, ibadet, kocasının izni,  seyahat,   baskı gibi alanlarda kadına yönelik sorunlar olarak görülebilir(Karaman 2005:336).

Günümüz modern kültüründe dahi kadınların çalışma ortamının rasyonel, seküler ve laik menşeli yapılanmasına bağlı olarak, bir kısmı bazı ortamlar da maalesef erkekleşiyor denilmektedir(Kaldırımcı 2005:261).

İslam ülkelerinde kadın hakları savunucuları aslında kendilerinde ait orijinal fikirlere sahipleri değildirler. Bunlar pek çok konuda olduğu gibi Batı’daki bazı feministlerin fikirlerini tartışmasız benimseyen kimselerdir. Batı dünyası ile İslam dünyası sistemlerinin toplumsal gerçekleri, birbirlerinden çok ayrı hatta zıt yapıda olmalarına rağmen, kadın hakları konusunda Batı’da sunulan fikirler ve uygulamalar aynen İslam dünyasında da savunulur hale dönüştürülmüştür(Aktan 2005:293).  

İslam’ın diğer sistem ve inanışlara göre kadına sağlamış olduğu hak ve güvencelere rağmen, Türkiye’de modernleşme, laiklik, seküler bir çizgideki sosyal sisteme uyumlulaştırılmış kadın, dünya hayatı yaşantısında İslam’ın bu konudaki hukuki haklarından uzak düşmek durumunda kalmıştır. Bu noktada Türkiye’de de kadın ekonomik merkezli bir dünya tasavvurunun merkez etkisine bağlı kalarak, düşüncesini ve hayat tarzını bu anlayışa göre biçimlendirmesine bağlı olarak onu,  çalışma hayatına iten ekonomik nedenleri şöyle belirtebiliriz:

Mali sebepler, rızık temini, ekmek bulabilme, yaşam kavgası, çeşitli düzeylerdeki dar gelirlilik ve yoksulluk düzeyleridir. Kadınları çalışmaya iten bu ekonomik başlıklı faktörlere ilaveten bir diğer sebep ise tamamen siyasi veya daha başka amaçlı unsurlar olabilmektedir. Bu noktada örneğin sırf anarşinin işe sevk ettiği kadınlar az değildir. İdeolojik sebepler, bir tür hastalık haline gelerek, kadının nahif bünyesini kötü emellerinde harcamaktadır. Bu politik kuruluşun, yasal olmayan bir teşekkülün, partinin veya sosyal kulübün, hatta kumar masalarının kadını istihdam ettiği bir gerçektir. Görüldüğü gibi bunların bir çoğu, ekmek parası gibi aziz ve kutsal değildir(Koçkuzu 2005; 322). Bundan dolayı kadın-medeniyet ilişkisi çok yönlü ve toplum hayatının en temel ve dinamik konularından biri olduğu görülmektedir.

SONUÇ

Kadına şiddet başlığı adı altında toplumumuzda” yaşananlar; yıllardır toplumumuza empoze edilen ve inandığımız değerlerin tahribini esas alan “radikal feminist” tezler başta olmak üzere,  batılı bakış açısının düşüncelerimizi ve davranışlarımızı biçimlendirmesi ve onun sonuçlarıdır”(http:// www.haber7.com. 18 mart 2013).

Batı medeniyetinin aile kurumunun çöküş içinde bulunması da, öte yandan da 21.yüzyılın kültür medeniyet çatışmalarına mekanlık taşıması gibi gelişmeler, kadına şiddet konusu üzerinden Türk aile kurumu çökertilmek istendiğine yönelik bir görünümü ortaya çıkardığından söz edilebilinir. Mevcut kadına şiddet yaklaşımı, salt kadının kendisini korumaya odaklandırmaya yönelmiş gözükmesi kadın ve aile kurumu arasındaki irtibatın kopmasına yol açmaya neden olmaktadır. Bu durum ise çöküşe yönelen bir aile kurumunu ortaya çıkarıyor denebilir. Böylece kadına şiddet üzerinden, Türk aile yapısının çökertilmesi göz ardı edilmekte, sadece kadının maruz kaldığı konuya dikkatler çekilerek, konunun özünden saptırmalar meydana gelmektedir.

  • Modern Batı’da erkeğin kapitalist aklı, cinsel istek arzusu, fizyolojik üstünlüğü, erkeğe egemenliğinin sömürü ilişkisi içinde kadına bakışına sahip olması, kadın üzerinde cinsiyet ayırımını ortaya çıkarmıştır. Türk toplumunun kültürel köklerinde kadın, erkeğe verilen bir “emanet” anlayışı ile kendisine yaklaşılma gereği bulunmaktadır. Ancak liberal-kapitalist rasyonel modern sistem, hem kurumlarını hem de günlük toplum yaşantısını erkek egemenliği çerçevesinde kurmuştur. İslam’ın toplum bazında tevhit ahlakından uzaklaşmış erkek ve kadın, “emanet” kültürüne dayalı ilişkisinden, seküler erkegin hegemonluğuna dayalı bir yaşam tarzına doğru hem yönlendirilmiş, hem de hayat tarzı haline dönüştürülmüştür.  Bu durum ise Türk-İslam toplumunda erkek, kadın ve aile açısından huzursuzluğun ana noktasını oluşturmakta olduğu söylenebilir.
  • Kapitalizm, erkek egemen bir toplumdur. Feminist kadın, kapitalist erkek aklının istismarına uğrayarak, feminist hale dönüşmüştür. Batı’da kadının bu sömürülmüş tepkiselliği ile Türkiye üzerinde kadın ve aile olguları üzerinden gerçekleştirilen “kültür savaşı”na bağlı olarak Türk kadını medya yoluyla ayartılmak isteği ortaya çıkmaktadır.

Kadının ekonomik bağımsızlığı olgusu öne çıkarılarak, Türk aile yapısı içerisinde kadının erkeğe saygı duymamaya, boşanmaya kolayca yol açabilmesiyle sonuçlanması muhtemel uygulamalar, “mazlum kadın” senaryosuyla gerçekleştirilmesi söz konusu olmaktadır. Öte yandan Türk toplumunda erkeğinde aileyi denge-huzur ekseninde yönetebilecek İslam kültürüne dair bilgi birikim eksikliği açık olarak ortaya çıkmaktadır. Erkeklerinde İslam kültürünün kadın, aile, çocuk ve ekonomi,  israf gibi konularda bakış açısını ne olduğu konusunda bilgilenme ihtiyacı ortaya çıkmaktadır. Kadın şiddetinde kadının seküler eğilimleri belirgin olarak şiddetin ortaya çıkmasında rol oynar olsa da, erkeğinde bu noktada seküler eğilimlerden dolayı kadın kadar sorumluluğu bulunduğu söylenebilir. Türk toplumun bu eksiğin in giderilmesine yönelik kamusal ve sivil toplum kuruluşlarının faaliyetine ihtiyaç duyulmaktadır.

 

KAYNAKÇA

Aydın, Akif :   “Osmanlı Toplumunda kadın ve Tanzimat Sonrası Gelişmeler”  Sosyal Hayatta  Kadın, Ensar  Neşriyat, 2005,  İstanbul.
Aktan, Hamza; “İslam’a Göre Kadının Sosyal Aktivitesi, Sosyal Hayatta Kadın”, Ensar Neşriyat, 2005,  İstanbul.
Baktır, Mustafa ; “İslam’da Kadının Çalışması Şartları”, Sosyal Hayatta Kadın,  Ensar Neşriyat, 2005,  İstanbul.
Tabakoğlu, Ahmet  ; İktisat Tarihi, Toplu Makaleleri,  Kitapevi yayınları, 2005,İstanbul.
Tabakoğlu, Ahmet ; “Batıda Aile ve Kadın”, Sosyal Hayatta Kadın, Ensar Neşriyat, 2005;  İstanbul.
Dikmen, Mehmet: İslam’da Kadın Hakları, Sosyal İlimler Serisi, 1981, İstanbul.
Koçkuzu, Ali, Osman :” Toplumumuzda Kadını Çalışmaya İten Sebepleri ve Bunun Sonuçları”,Sosyal Hayatta Kadın, Ensar Neşriyat, 2005; İstanbul.
Karaman, Hayrettin: “Günümüzde Çalışan Müslüman Kadının  Problemleri”, Sosyal Hayatta Kadın, Ensar Neşriyat, 2005; İstanbul.
Kaldırımcı, Nurettin; “Müzakereler”, Sosyal Hayatta Kadın, Ensar Neşriyat, 2005;  İstanbul.
Şişman, Nazife ; “Erkek Kimliği Ve Aile”,  Rıhle Dergisi,Yıl:3, Sayı: 12, 2011,İstanbul. (http:// www.haber7.com. 18 mart 2013).

Yazarın Son Makaleleri

Sosyal Ağlarda Paylaş

Twitter Facebook Google+ E-mail

Kategoriler

Son Yazılar