“Tevhidi Sosyal Düşünce”

HDP’nin Şımarık ve Meydan Okuyan Söylemenin Arkasındaki Zihniyetler

Son dönemde yükselen Türkiye,

Kendi medeniyet değerlerine “GÜVEN” duymaya başlayan Türkiye,

İki yüzyıllık batı durdurulmasından uyanan Türkiye, ….

Bütün bunları yeni dönemde artırarak söylemek mümkündür. Şu anda dünyada  bu durumdan rahatsızlık duyan bir Batı Hıristiyan-Yahudi yapılanması bulunmaktadır. Bir de bundan ayrıca rahatsız olan ikinci bir kesim bulunmaktadır. Bunlar ise  ikiyüz yıldır bu topraklarda İslam’ın bayraktarlığını yapmış bu milletin içine girmiş ”yerli gözüken” ama batı’ya ait, ona itaat eden ve bundan dolayı  ülkemizde; konfor, lüks içinde  bohem hayatı yaşayan, zaman zaman “erk” olan , kendilerinin gizli iktidarlığına inandırılmış olan bir kesimdir.  Bu önceleri;

Tanzimat bürokrasi olarak, Fransız ateist sosyal düşüncesini, İngiliz  materyalist liberal iktisat sistemini ilericilik olarak sunan, İslami  geleneği ve  devlet bürokrasisini işgal ederek el koyup, toplumu batılılaştıran bürokratik elitizm olarak,

Osmanlı’nın son dönemleri içinde Jön Türkler şeklinde  daha sonrasında ise  İttihat Terakkinin içinde bilinçli kesimler görünümünde,

sonrasında laik, seküler, laisizimci, jakobenci cumhuriyetçiler rolünde,

ardından  light İslam söylemiyle bin yıldır bu  Anadolu topraklarında İslam’ı ve O’nun hizmetkarlığını yapan müslüman Türk milletini  bu topraklardan atmak isteyen Hıristiyan-Yahudi kesimlerin, kendi topraklarında, eyaletlerinde  misafir etmiş olduğu yeni KADİYANİLİKÇİ Gulam Ahmet benzerlerinin, Türkiye’de sözde  İslam’ın başı olarak dini lider kisvesinde sunulmaya hazır bekleyen müşteşriklerin  talebelerinin görünümünde,

en sonunda da   HDP Eş Genel Başkanı’nın

“Biz sırtımızı Rojava’ya, Kobani’ye, IŞİD vahşetine karşı direnen halklara, insanlık mücadelesi yürüten YPG-YPJ’ye dayıyoruz. Bizlere ‘Sırtınızı terör örgütüne dayıyorsunuz’ diyenler, Suriye halklarını IŞİD’e kurban etti. Biz sırtımızı kime dayadığımızı söyledik” (http://www.milliyet.com.tr) diyecek kadar şımartılmış, açıktan Türkiye’nin milli ve manevi değerlerine, yapısına, kültürüne, vatanına, insanına karşı duruşunu ortaya koymuş bir zihniyet, ırkçı kürtçü hareket şeklinde ortaya çıkmıştır. Bu düzen, somut olarak Hıristiyan–Yahudi geleneğinin Anadolu’da; İslam, Osmanlı, Müslüman-Türk, Türk-İslam yapılanmasına karşı Tanzimat bürokrasinden etnik ırkçı kürt hareketine kadar ulaşan düzlemde, hep aynı temel çizgiyi taşımıştır. Zaten Osmanlı hanedanlığının İslam medeniyetini, Osmanlı devlet yapısı içinde 19.yüzyıl başında dünya siyasal lideri olarak siyaset sahseninden çıkmıştır. Bunun sonucunda dünay siyasal liderliği yeni bir aileye geçmiştir. Bu da Hırıstiyan –Yahudi yapılanması içinde İngiltere görüntüsünde Rotschild hanedanlığına zorunlu devri ortaya çıkarmıştır.  Buna göre dünya hala, modern ve çağdaş dönemde bir haneden anlayışı ile Batı medeniyeti üzerinden dünya siyasetine yön verilmektedir (Bu yeni dönemde çatışmalar özgün merkezli  Yeni Osmanlı oluşumları 21. yüzyıl sürecinde, dünya siyasetinde tekrar yeni bir el değiştirmeyi ortaya çıkarır gözükmektedir). İşte Türkiye’deki tanzimat bürokrasisinden ırkçı kürtçü ayrımcılık hareketine kadar bütün yerli işbirlikçiler bu hanedanlığın hizmetinde bulunmaktadırlar. Bundan dolayı sırtlarını artık kime dayadıklarını da açıktan söylemeye gidecek kadar kendilerini güçlü gören bu kesim artık  şımarıklıklıklarının son noktasına(zirve “ihanet noktalarını” ve  aynı anda “zirve itaat noktasına” geldiklerini göstermektedir. Yoksa Batı’ya hep hizmet ede gelmiş atesizimi, pozitivizmi, materyalizmi, laiklik görüntüsünde laisizmi ve jakobenliği savunan kibir, elitis Türk solu, kırk yaşlarındaki  kürt olmadığı halde kürt ırkçılığı yapan henüz  söyledikleri çelişkili ifadelerden dolayı siyasal kişiliği oturmamış lider pozisyonundaki bir kişiyi, 7 haziran seçimleri öncesinde kendi aralarına alıp, onu kurtarıcı gibi göstermeleri, bu kişiyi   sistem savunucusu gibi sunmalarının ardında başka ne olabilir. Bu noktada kimlerin sırtlarını nereye dayayarak nasıl itaat ve işbirliği içinde olduklarını göstermesi açsından bu  kesime yönelik siyasal gelişmeler ve beyanları önem taşımaktadır. Bu konuda  ABD'nin Louisville Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Justin McCarthy Toronto Univercity-Kanada   9.4. 2015(instagram “tarih-den”) tarihinde vermiş olduğu konferansta  söyledikleri oldukça açıklayıcı ve manidar bir mahiyet taşımaktadır :

“Rotschild-Rockfeller hanedanlıkları güçlerini Osmanlı’nın yeniden kuruluyor olmasından dolayı birleştirdiler. IŞID Rockfeller hanedanlığı PYD-YPG-PKK ise Roctschildler tarafından yönlendirilen, Batı’ya Gizli Haçlı ordusu Doğuya ise özgürlük savaşçıları olarak gösterilen oluşumlardır.  Osmanlı’nın yeniden doğuşunu tek bir şey geciktirebilir, o da Kürtlerin İslam’dan arındırılarak ırkçılaştırılması ve hanedanlarca kurulacak kukla devlet ile Müslüman halkların Osmanlı Çatısı altında yeniden birleşmeyi önlemek mümkündür. Görüyorsunuz İŞİD Kobani bölgesine yönlendirilerek  bir tepki oluşturuluyor, sonrasında ise yerini Rotschild  hanedanı komutasındaki PYD’ye bırakıyor Oysa IŞID ve PYD iki ikiz kardeştir. Bu çok kirli bir savaş! Müslümanları dikkatli olmaya davet ediyorum”.

Bu durumun(etnik ayrılıkçıların şımartılması ve özgün siyaset  geleneğini koyamama) ortaya çıkmasında hiç şüphesiz Batı Hıristiyan-Yahudi geleneği(Protestanlık) ve  onun yerli görüntüsündeki işbirlikçilerinin yanında, Türkiye’de geleneği temsil eden pozisyondaki milli vemanevi görünümlü sağ siyaset anlayışınında (daha öncesi de var olmakla birlikte) en azından 1984 ‘den  bu yana  büyük bir hamakati bulunmaktadır.

Öncelikle Türkiye’de okutulan ve aydın olarak yetiştirilen sosyal bilimciler, pozitivist mantıkla üniversitelerde yetiştirilmektedirler. Pozitivist yetiştirilmelerinin iki temel sonucu bulunmaktadır. Bunlardan ilki, yetişen sosyal bilimci; gelenekçi  aydınlar, materyalist düşünceye göre;

İslam’ı,

Milli kültürü,

milli devlet anlayışını,

milliyetçiliği,

İslam ahlakını,

Milli insan yetiştirmeyi,

Vatan kavramının ontolojisini,

resmi liberal-poztivist anlayışa göre hep materyalist mantığa çerçevesinde bu bilgileri aldırılarak öğrenilip, eğitilip, uzmanlaştırıldılar.  Geleneği ve milli manevi kültürü temsil eden bu aydın olarak görülen kesim, milli ve manevi cepheden hareket ettiğini sanarak  esasında materyalist anlamda; İslam düşüncesine, milli kimlik anlayışına, milliyetçiliğe, milli devlet yapısına, özgürlüklere, haklara, siyasal yönetim modellerine  hep bu çerçeveden bakarak farkında olmadan(iyi niyetlleri için) liberal, merkez sağcı, protestanlaştırılmış bir milli ve manevi kimliğe sahip siyasal düşünceyi savunmuşlardır. Bunu vatanperverelik, milliyetçilik, İslam’ın bayraktarlığını yapma şeklinde tek taraflı bir anlayışla siyasetçi olmuşlar, akademisyen olmuşlar, yazar, bürokrat ve düşünen söz söyleyen insanlar haline gelmişler/getirilmişlerdir. Böylece resmi ideoloji(liberal-kapitalist–pozitivist devlet yapılanması nüfusun yüzde 75 ‘e yakınını oluşturan bu kesimin protestan mahreçli, materyalsit sağ siyaset üzerinden Türkiye’yi yöneterek bugünkü etnik ayırımcı şımarıklığın ortaya çıkmasının temellerinden birisini oluşturmuşlardır. Çünkü bu geleneği temsil eden yerli aydınlar, yönetim, siyaset, devlet, etniklik, haklar, özgürlükler gibi bütün zamanımızdaki siyasal ve toplumsal sorunları batı sosyolojisi, batı felsefesi ve batı siyaset bilgisine göre okuyup karar merciine geldiklerinde bir Batı’lı sosyal bilimcinin aklı gibi düşünüp etnik meseleye, haklar konusuna, özgürlüklere bakışta, insanı ele almada, yönetim modelini belirlemede, bu çerçeveden bakarak kendi milli  ve manevi değerlerine karşı ama sanki onu savunuyormuş gibi bir  illizyona düşmektedir.  Bu durum ise ortaya çıkan şımarıklıkların ana temellerini oluşturmaktadır. İşte milli ve manevi değer merkezli siyasetin çözüm sürecini kendisine göre kurgulamasında ve  bakış açısındaki temel ilmi yaklaşımının isabetsizliği de bu noktadan kaynaklandığı söylenebilir. Bundan öncede milli ve manevi merkezli siyaset üretenlerin 1984 ve öncesinde, ortaya Türk-İslam medeniyet değerlerin özüne yönelik ilmi bir sosyal ilimlerden bakan anlayış koymamaları da aynen çözüm sürecinde yapılan hatadan daha vahim sorumluk taşımaktadır. Bu kesiminde Weber Avrupa Protestanlığı ve pozitivizmine dayalı gelenekçiliğini temel alarak Türk toplumunun gelenekçi siyasetini kurgulamak ise Batı açısından çok kabul gören bir anlayışı ifade etmiştir.   Bu durumda tam daRotschild ve onun çırağı konumundaki Rockfeller benzerleri ikinci, üçüncü derecedeki Hıristıyan-Yahudi (protestan) ailelerin etkinliği ülkemizde ve medeniyetimizde artırmıştır.

Bu noktada geleneği temsil eder gözüken sağ aydın zihniyetinin ikinci sonucu; başta sosyal bilim eğitimi olmak üzere batıcı materyalist metoda dayalı eğitim veren Türk üniversitelerinin neticede ülkemizde Rotschild-Rockfeller hanedanlıklarına hizmet etmesine en büyük katkıyı yaptığı tespiti önem arz etmektedir. Bütün bunların sonucunda Kürt ırkçılığı ve şımarıklığının kodlarını nerelere dayandırdığı aşikâr gözükmektedir. Bu noktada sosyal düşünce yapısının yeniden ele alınarak yeni Türkiye’nin yolunu açacak nesillerin zihniyet dönüşümünün, üniversite bilgi yönteminin, milli ve manevi temelli oluşturularak sağlanması gerekmektedir. Teröre sebep olan zihniyet çarpıklıklarının bertaraf edilmesi, devlet-toplum bütünleşmesinin sağlanması, kardeşlik şuurunun oluşması ve sosyal ahlakın gelişmesi ve bütün bunların sosyolojik etkileri yeni Türkiye’nin dünya ölçeğinde uygulama kabiliyeti olan siyasal model sunabilmesi anlamına gelecektir.

Yazarın Son Makaleleri

Sosyal Ağlarda Paylaş

Twitter Facebook Google+ E-mail

Kategoriler

Son Yazılar