“Tevhidi Sosyal Düşünce”

Batı'da Küresel Kriz ve Türkiye'de Yeni Anayasa tartışmaları

Bu kriz sorunu genelde ekonomik gibi görülmektedir. Ancak Batı medeniyetinin ana kurumu olan ekonomi önderliğinde, bütün toplumsal yapısı şekillendiğinden ekonomik krizin aşılması sistemin devamını mümkün kılacak kanısını oluşturmaktadır. Ancak mesele bu kadar basit görünmemektedir. 

Batı medeniyetinin yükselişi, iki yüzyıldır kurulmuş liberal-kapitalist iktisatın teknoloji, emperyalizm, kapitalist birey, devlet ve bu sistemi çalıştıran bürokrasi arasındaki iç bütünselci etkileşimle sağlanabilmiştir. Liberal-kapitalist Batı medeniyeti son iki yüzyıldır çeşitli sistem krizleri yaşamasına rağmen, sistemin üç ana unsuru olan; devlet, ağırlıklı olarak silah ve petrol sanayinde yoğunlaşan girişimciler, ve askeri bürokrasi arasındaki eşgüdüm sayesinde sözkonusu krizler atlatılmıştır. 

Fakat 2007 sürecinden itibaren başlayan günümüze değin aralıklarla seyreden ve artık frenlenmesi ya da örtbas edilmesi mümkün olmayan bir noktaya gelen bu kriz, kapitalizmin ilk defa başına gelen sistemsel bir kriz hükmündedir. Çünkü ilk kez kapiatlist sistemi ören bu üç dayanışmacı ağ unsurları ilk kez bir birleriyle dayanışma yerine çatışma içine girerek, menfaat mücalesini yaşar duruma gelmişlerdir.

1990’larda küreselleşme ile tek kutuplu dünya da dünya ölçeğinde zenginliğe kavuşan sermaye, küresel ölçekteki Amerikan milli menfaatlerinden egoistik menfatlere yönelerek sistemdeki eşgüdümü bozarak, hegomonik ABD’ye sistemsel sarsıcı darbe vurmuştur. Çünkü bu küresel sermaye artık ABD’nin milli menfaatlerini savunarak kazandıklarından katbe kat kazanç elde ettiğinden öncesine dönüp bakma ihtiyacı hissetmemeye ve dolayısıyla ittifakı bozucu bir meyil ortaya koyması Batı medeniyetinin sistemsel krizinin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Böylece Batı medeniyetinin ana düşünce kalıbını oluşturan ekonomi merkezli sosyal sistem yapısında olumsuzluklar baş göstererek çıplak hegomon durumuna düşen bir ABD ve Batı pozitivist, liberal-kapitalist sosyal düşünce sistemi kof bir hale dönüşmüştür. 

Türkiye ise Batılılaşma sürecine bağlı olarak kendi gelişimini liberal kapitalist anlayışa uygun ekonomi merkezli bir Batı’yı taklit eden bir sosyal sistem tranformasyonuna bağlı olarak varlığını sürdürmüştür.

Ekonominin başrol oynadığı bir dünya tasavvurunda siyaset, sosyal, kültürel, ahlaki kavrayışlar ekonominin maddi ruhundan alınan örüntülere göre kurgulandığından, Türkiye’de siyasal sistemde bu yönde (pozitivist, liberal-kapitalizm ana ekseninde) şekillendirilmiştir. Tabii ki Türkiye anayasalarının Batı’dan aldığı sosyal sistem zihniyetine göre kurgulamıştır.

İçinde bulunduğumuz şu günlerde bir yandan Batı medeniyetinin küresel kriz içine girmesi öte yandan da Batı’dan devşirilen 19.yüzyıl pozitivist, liberal-kapitalist sosyal düşünce sistemine ekseninde yeni anayasa tartışmalarının doruğa çıktığı görülmektedir. 

Türkiye’de mevcut anayasanın da, 1961 ve 1982 anayasaları gibi, bu sistemin temel mantığına göre ele alınmış olunacağını söylemek pek yanlış olmayacak gibi gözükmektedir. Mevcut anlayış bağlamında yapılması düşünülen yeni anayasanın da aynı sosyal düşünce zihniyetine göre yapılması durumunda; 

  • önceki anayasalardaki zımni jakobenizmi destekleyen yön, 
  • demokrasiyi liberal sermayenin daha da zenginleşmesine aracılık etmede kullanabilen araçsallık,
  • laikliği topluma karşı tahakküm oluşturmada “laisizmci” yorumla ele alma, 
  • insanları sekülerleştiren ve böylece Türkiye’de protestancı bir zihniyetle din ile milliyetçiliğin arasını ayıran bir anlayışın varlığını koruyan bir görüntü ortaya çıkabilir. 

Bu durum ise muhafazakarlık rüzgarının şu günlerde güçlü estiği Türkiye’de hala belki 28 Şubat’çı dayatmaya göre şiddeti oldukça azaltılmış ama ana zihniyet yapısı korunmuş (pozitivist, materyalist, liberal-kapitalist) bir anayasanın oluşumu, icra tarafından yeni anayasa yapma adına muhafaza edilmiş olunacaktır. Oysa 21. Yüzyıl Türkiye’nin süper bir güç olabilmesi için kendisini azgelişmişlik kategorisinde bulunmaya yol açabilen “mevcut anayasa zihniyetinden”(anayasadan değil, çünkü anayasa hâkim zihniyetin dünya görüşünün bir sonuç metnini yansıtır) ayrışacak yeni (özgün) bir sistemsel düşünüşe dayalı sosyal bilimcilerin önderliğinde bu işe yönelmesinin rasyonel bir tercih olduğu söylenebilir. 

Sonuç olarak Batı, içinde bulunduğu krziden kurtulmak için kendi makro ekonomi teorisini baştan sona değiştirilmesinin gerektiğini tartışırken ve kendisine yeni bir teoriye ihtiyaç duyarken, biz hala ana zihni yapısını liberal-kapitalist ekonominin vazgeçmeye çalıştığı teoriye göre, siyasal ve sosyal düşünce üreten bir zihniyet ile 21.yüzyılın anayasının inşa etmeye çalışmak oldukça düşündürücü görünmektedir.

ankarameydani.com 20.10.2011 Perşembe - 11:18

Yazarın Son Makaleleri

Sosyal Ağlarda Paylaş

Twitter Facebook Google+ E-mail

Kategoriler

Son Yazılar