ALLAH’LA VAROLMANIN YOLU: ZİKİR
Tasavvuf anlayışında hatırlamak/zikir, ilâhî rûhla yaşamanın ilkesidir. Bu ilke olmadan insanın hayatının her yönünde Yaratıcıyı hatırda tutması mümkün değildir. Hatırda tutmak, O’nun dileğini hayatın her aşamasında yerine getirmek demektir. Zikir, rûhun derinliklerinde, yani fıtratta varolan ilâhî murad gereği Allah ile hayat sürmektir. Bu insanın özüne dönüşü ve kendini tanıma hakikatidir. Eğer insan Allah’ın kendisindeki merkezi olan kalbi, Allah’ın dileği doğrultusunda aydınlatıp, O’nun aşkının cezbesiyle parlatıp cilalarsa, o vakit Allah’ın nûru bütün zerrelerini aydınlatır. Aydınlanan insan sürekli Allah ile yaşar ve O’nun ile bütünleşir. Yeter ki, insan kendinde saklı olan o defineye ulaşılabilsin. O, ilâhî hazineye ulaşıldığı zaman, artık o kişinin hayatının her aşamasında, bedenin her zerresinde Allah’a adanmış bir benlik vardır.
Zâkir, Allah’ın ebedî olarak kendisinde saklı kıldığı ilâhî nefhasıyla Allah’ı daima hatırlama hakikatiyle karşı karşıya kalmaktadır. Zira Allah’ı hatırlamak, O’nunla varolmak demektir. Allah’ı hatırlamak, aşkla, ma’rifetle Yaratıcıya bağlanmak, Allah ile hayat sürmektir. İnsan, Allah’ı hatırda tutmakla O’na doğru yükselmek seyrini gerçekleştirir. İnsan bu ulvîlikle sadece Allah’a olan urucunu gerçekleştirmez aynı zamanda Allah’ın nûruyla aydınlanmasını gerçekleştirmeyenlere ayna olup, onları Allah’tan aldığı nûrla aydınlatır.
Allah’ı anmadan atılan her adım, adım atan kişi için bir sorumluluk getirir. Zâkir, Allah’ın buyurduğu gibi, Allah’ı her eyleminde anmalıdır ki, Allah ile kendisi arasında muhabbet oluşsun ve Allah’ın ilmine kavuşmayı gerçekleştirsin. Allah’ı anan erler öyle bir aşka ulaşır ki tıpkı Mevlânâ gibi, bu coşkulu sevgi neticesinde, ilâhî aşkın taşmasıyla sıradan insanların algılayamadığı hareketlerde bulunurlar. Aynı şekilde Eyyûb peygamberin çektiği ıstırab, acının sabra ve muhabbete dönüştüğünün bir göstergesidir. Onlar, her halukârda Allah’ı anmakla ilâhî feyzin kuşatıcılığıyla huzûr bulurlar, kalpleri ve tenleri de bu nûrla aydınlanır.
Her şeyin pasını giderip temizleyen bir cilası vardır ve kalbin cilası da, Allah’ı çokça anmak, yani daima hatırda tutmaktır. Tasavvuf insanın olma ve olgunlaşma sürecinde insanın bütün hücrelerine inerek Allah ile dokur. Bu işlem ancak zikir hakikatiyle gerçekleşir. Zira zikir sâliki, hallacın pamuğu devşirdiği gibi benliğini devşirerek, kendisini Allah’a amede bir şahsiyet haline dönüştürür. Zikir, kişiyi sürekli Allah ile kıyam eden bir kişiliğe büründürür. Allah’ın; “Allah sözün en güzelini âyetleri ve hakikatleri tekrarlanan bir kitap halinde indirdi. Rablerinden korkanların derileri ondan ürperir! Sonra derileri de kapleri de Allah’ın zikrine yumuşar.” (Zümer, 39/23) buyurduğu gerçekte açıklandığı gibi.
Sûfînin Allah’ı hatırda tutmakla edindiği bilgi, Allah’ın zât’ı, sıfatları ve isimleri olunca bu bilgi şüphe götürmeyen bir bilgidir. Bu ma’rifet, Allah’ın yakîn olarak tanınıp bilinmesi ve O’nunla hayat yaşama gerçeğini ortaya koyar. Zikir, Allah’ı tam rubûbiyyetle tanımak, benliği kul olarak bilmek, Allah’ın her varlığın ilki olduğunu, sonunda da her şeyin O’na döndürüleceğini bilmektir.
Allah’ı hatırlamak, Allah’ı isim ve sıfatlarıyla tanımak, her fiilinde Allah’a sadakat göstermek, her türlü beşerî ahlâktan ve bu ahlâkın getirmiş olduğu kötü afetlerden kaçınmaktır. Sâlik zikirle Allah’ı unutturan her şeyi bir kenara bırakıp, şevk ve muhabbet denizinde kendi benliğinden kurtulur. Hatırlamak sevgiye, sevgi ise bilgiye götüren en önemli metoddur. Ma’rifet sevginin semeresi, sevgi de, Allah zikretmenin semeresidir. Ârif sûfînin kişiliği hatırlama neticesinde, ilâhî sevgi ile ilâhî bilginin birleşmesinde oluşur. Sûfîyi rabbanî ve kozmik hakikatleri keşfetme merhalesine ulaştıran kalbin nûr aydınlığında yansıyan gerçeklerdir.
Kişi Allah’ı hatırda tutmakla, O’nun güzelliğinin kaynağı olan kafûr pınarından kana kana içer. İçilen bu şarap onun kalbinde ilim ve hikmet deryasını oluşturur. Hiçbir beşerî bilginin veremediği zevk ve lezzet mertebesine çıkarır. Sûfî Allah’ı hatırlamakla, kendisini Allah’a götüren delilin yine Allah olduğunu hatırlatıyor. Zikrin insana hatırlattığı şey, her iki dünyayı da gül bahçesine çevirme bilincini vermesidir. Allah ile her ânını geçiren muhakkîk sûfî, yaratıcılığı ve sanatkârlığıyla toplumda yaşayan bireyin hayatını kolaylaştıran kişidir.
Zikir, Allah dışındaki ağyardan geçip, gönül sarayını O’na arş yapmak için tertemiz hale getirdikten sonra mutlu ve huzûrlu bir hâl yaşamanın yolunu gösteriyor. Hatırlamak, yaratılan varlıktan bir bütün arınıp Allah ile beraber yaşamanın mutluluk reçetesini sunmaktadır. Bu reçeteyle psikolojik ve sosyal değerlerin en üst seviyesinde olan “insan-ı kâmil” prototipinin portesini ortaya koymaktadır. Zikir, tasavvufî hâl ile donanan insanların bireyin ve toplumun sosyo-psikolojik yaralarını nasıl onardığının gerçeğini dilendirip, bireyin ve toplumun çıkmazına, travmalarına fiiliyle çözüm yollarını göstererek, bireysel ve toplumsal huzûra yeni bir hayat arz etmektedir.
Hatırlama/zikir, kişinin irfân ilmiyle önce kendini, sonra diğer varlığı tanıyıp, en sonunda da, Yaratıcıyla hemhâl olma gerçeğini öğretmektedir. İnsana öze dönüş ilminin yöntemini öğreterek, gerçek ilmin “benlik” keşfini gerçekleştirmek olduğunun yolunu göstermektedir. Yani en büyük hazinenin insanın kendisi olduğu, insanın da kendinde saklı olan bu defineyi keşfederse en büyük servete kavuşacağını vurgulamaktadır.
[1] Bu yazı Allah’la Varolmanın Yolu: Zikir, Erkam Yay., İstanbul 2015 kitabının sonuç bölümünden alınmıştır.