Ak Parti Kongresinin Ardından Kültür Merkezli Kongre Dili Nasıl Okunmalı
Ak partinin 4.olagan büyük kongresinde Sayın Başbakan’ın yapmış olduğu 2.5 saatlik konuşmanın genel çerçevesine bakıldığında pek çok farklı başlıklar, bütünsel bir aklın eşliğinde ele alındığı görülmektedir. Ancak bu bütünselliğin içinde bazı ince tezatlıkların bulunduğu da belirtilebilinir.
Sayın Başbakan’ın bu kongrede yapacağı konuşmasının 2023’ e yönelik yeni yol haritasını oluşturacağı beklentisi karşılık bulmuştur. Konuşmanın mantığının 63 maddeye yansımış haliyle de yeni hedefler belirlenmiştir.
Sayın Başbakan’ın konuşmasında yeni bir felsefi bakış ve buna bağlı vizyonerlik oluşturacak yönler bulunmaktadır. Buna karşın Türkiye’nin Güneydoğu’sundaki terör sorununun çözümünü de”etnik bağlamda” ele alan yaklaşımıyla, bu konuda yeni özgün bir sosyolojik çözümlemeyi üretemedikleri de görülmektedir.
Üçüncü olarak dünyanın genel gidişatı bağlamın da ekonomi merkezli bir dünyadan daha çok kültürel meselerin öne çıktığı bir dünyaya yönelişin bulunmasına bağlı olarak, ekonomiden daha çok kültürel içerikli konulara ağırlıklı olarak değinilmiş olduğu belirtilebilinir.
Baştaki iki konunun yani bir yönüyle 2023 ve ötesi 2071 hedefi ile vizyoner bir Türkiye’nin nasıl oluşacağına yönelik Türk-İslam medeniyetinin tarihsel-kültürel- toplumsal köklerinden hareketle S.Karakoç diliyle yeni “Diriliş”i, N.Topçu ‘nun ifadesiyle yeni bir “Hareket”i ve bize göre de Mevlana, Yesevi, S.Eyyubi, Yunus, Hacı Bektaşı Veli, Fatih, Yavuz… atıfları, yeni dönemin “özgün düşünce yapımız”la örülmesine vurgu yapıldığı söylenebilir. Bu açıklama ile esasında icrada on yılı geçmiş, devletin limitleri hakkında müktesebat sahibi olmuş bir Başbakan’nın, Türkiye’nin geleceği açısından Batı’cı değerlerle bezenmiş pozitivist gelenegine dayalı devlet ve toplum aklının, zihniyet dönüşümünün gerekliliğine dikkat çekmiştir. Bu yönüyle Başbakanın tarihi şahsiyetlerimizden alıntılarla Türkiye’nin yeni bir kültürel bakış isteğini ortaya koymaktadır. Dolayısıyla bu vurgu, basit bir hitabet oyunuyla günü kurtarmak olarak görülmemelidir. Dahası bir zihniyet dönüşümünü ifade etmektedir. 2023 yol haritasına ruhunu veren söz konusu bakış açısının, Türkiye’de; devlet, toplum ve insan düşüncesini yeniden bu bağlamda inşa etme isteği arzusunu ifade etmesi bakımından son derece önem taşımaktadır. Böylece Sayın Başbakan’ın Türk toplumun milli ve manevi kültür birliğinden hareketle yeni dönemin yol haritasını çizmesi, Türkiye’nin Batıcı-pozitivist çizgisinin pek de alışık olduğu ve dilini bildiği bir durumu değildir. Kongre bu yönüyle Türkiye’nin yeni bir kültürlenme süreci içine girdiğini ortaya koymaktadır.
Türkiye’nin tarihsel-kültürel kök değerlerinin 2023 bağlamında yeniden yorumlanarak ele alınması, esasında Türkiye’nin terör meselesinden de önemli bir konu olarak görülebilir. Zaten Türkiye’nin Güney Doğu’sundaki terör meselesini çözememesi de konuya bu noktadan bakılamamasından kaynaklanmaktadır. Türkiye Cumhuriyetinin pozitivist akla sahip devlet geleneğinin sahip olduğu öncüllerin doğasından dolayı bu meseleyi çözememesi anlaşılır birşeydir. Ancak Ahmet Yesevi, Mevlana, Hacı Bektaşi, Fatih ….geleneğinin referanslarından hareket eden bir siyasi algı ise zamanımızın dilini kullanarak bu konuyu pek de zorlanmadan çözmesi beklenir.
Mevcut iktidar Güneydoğu’daki terör olaylarını Batı’cı pozitivist devlet algısından hareket ederek sorunu çözmeye çalışması, konunun gerçekten etnik mi ya da ne kadar etniksiymiş gibi sunulmasında bir ayırım hatasına düşmüş olduğu da görülmektedir. Bundan dolayı bir yandan Mevlana, Yesevi, Yunus, Hacı Bektaşı Veli aklı diyeceksiniz, diğer yandan da Hobbes’un” insan insanın kurdudur” anlayışı ve bunun üzerine liberal-kapitalizm soslu, ekonomi merkezli ulus-devletçiliğin gelişimi ilkeleri olan; ayrımcılık, güvesizlik, eşitsizliği ve çatışmayı besleyen bu sistemsel bakışın çözüm öneriyle meseleye yaklaşacaksınız. Bu konuda bir bakış hatasının bulunduğu açıktır. Konuya yaklaşımda kök değerli kültür merkezli özgün yöntemin üretilememesi sorunu yaşanmaktadır. Hobbesgil merkez anlayışı üzerine kurulmuş modern ulus devletin gelişim paradigmasıyla bakılırsa, Güneydoğuda ki mesele bir etnik meseledir.
Yunus, Mevlana, Hacı Bektaşı Veli yönteminden bakarsanız o zamanda aynı sorun, yani Güneydoğu’da ki 30 yıldır yaşanan mesele etnik bir konu değildir. Peki buna göre mesele nedir?.
Cevap: Türkiye’nin Güneydoğu’sun da var olan ya da üretilen bir güvenlik ve terör meselesidir. Yani aynı dini, aynı yaşama tarzına sahip kardeşlerinin (Örneğin bir Edirneli yahut Sinop’lunun, Mersin’linin,Çorum’lunun…) yaşadığı terör ve güvenlik sorunu gibidir.
Bu noktada hangi ekolden hareket ederek( modern ulus devlet paradigmasının yöntemi ile mi? yoksa Mevlana, Hacı Bektaşı Veli Ahmet Yesevi, Yunus’a ait olan özgün modele göre mi?) söz konusu fiili duruma çözüm ürettiğiniz söyleyebilirsiniz? Bu nokta hem Ak Partinin hem Türkiye’nin yakıcı bir meselesidir.
Sayın Başbakan’ın 2023 merkezli kültürel açıklaması dünya gerçeklerine de uyan bir ana politika tercihini ortaya koymaktadır.
Öte yandan Sayın Başbakan’ın konuyla ilgili yaptığı açıklamalara göre, 2023 sürecinde Güneydoğu’daki Kürt kardeşlerimizi Hobbesgil temelli ve modernleşme merkezli bir anlayışla etnik bir topluluk olarak gördüğü ortaya çıkmaktadır. 63 madde içinde konu ile ilgili bölümler ("Anadil de kamu hizmetlerine erişim", "kamu hizmetlerinde Kürtçe tercümanlık…"), bu anlamı ortaya koymaktadır. Buna göre Sayın Başbakan hem bundan önceki iktidar döneminde hem de bugünden 2023’e uzanan süreçte konuya böyle bakması kendilerinin salt etniklik ve haklar üzerinden bilgilendirilmeye tabi tutulduğu anlaşılmaktadır. Bu bilgilerin özgün Türk sosyolojisi bilgisi açısından hatalı, hatta yanlış politikaların üretilemesine yol açabildiği açıktır.
Bir toplumda etniklikten bahsedebilmek için üç unsurun bulunması gerekir, bunlar ;
Din farklılığı olacak,
yaşama tarzı farklılığı olacak,
kök kaynak yönüyle dil farklılığı olacaktır.
Bu üç unsur iki toplum arasında varsa bu iki toplumun birbirlerine etnik olduğu söylenebilir. Buna göre Türkiye’de bu üç unsurun “farklılığını” gösteren Türkler ile Rumlar, Türkler ile Ermeniler, Türkler ile Süryaniler birbirlerine karşı etnikdir diyebiliriz. Çünkü bunların dinleri, yaşam yaşama tarzları ve dilleri birbirlerinden farklıdır.
- Türkiye’nin Gğeydoğu Bölgesinde Kürt başlığı altında ;
- Arapça ekrat (Konar-Göçer) anlamına gelen sünni Kürtler,
- Keldani, Mecusi, Yezidi, Asuri, Süryani ve öncesi Ermeni kökene sahip Kürt görünümündeki Kürtler(Bu konuda Yusuf Halaçoğlu’nun çalışmalarına bakılabilinir) olmak üzere ikili bir sosyolojik yapı bulunmaktadır.
Dolayısıyla Türkiye’nin Güneydoğu bölgesinin büyük çoğunluğu Sünni Kürtlerden oluşmaktadır. Bunlarda, din olarak İslam’a tabi, yaşama tarzı olarak Müslüman Türk milleti ile aynı örf adet ve ananeye sahiptirler. Yaşama tarzını göstermesi bakımından; Kutsal günler(Ramazan, Kurban Bayramı, Çanakkale savaşı, İstiklal savaşındaki ortak verilen “vatan ve din” mücadelesi), Kur’an-ı Kerime olan bağlılık, Hz Peygamber’in davranışlarını gündelik hayata yansıtmada, kız alıp- verme, cenaze ve düğün törenleri, misafirlik anlayışı…. Gibi yaşama tarzlarını ortaya koyan etkiler Anadolu Müslüman Türk ile sünni Güneydoğulu Kürt’ün birbirleriyle benzerliklerinin, ortak karekteriolojik davranışlarının varlığını, aynı kök geleneğine sahip olunduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bu doğrudan benzerliklere karşın dil ise biraz farklı gibi görülebilir. Türkçe ve Kürtçe’nin Altay dil grubu etkisiyle Orta Asya Türkçesi, Farsça, Arapça etkileri ile Anadolu’daki dağ ile ova mekânlarının farklılığı, iç göç ve zorunlu iskânlar sonucunun sosyolojik etkilerine bağlı olarak “dil tabakalaşması”(1) üzerinden kök değerlerle benzerlik taşımaktadır. Böyle bir özelliğe sahip sünni Kürtleri nasıl etnik bir grup olarak ele alınabilir. Bu toplumsal özelliklerin birlik görüntüsü sergilemesi, Türkiye’nin Güneydoğu’su için iktidarın, etnik politikalar üzerinden değil de, kültürel birliği sağlayıcı birleştirici, bütünleştirici politikaların uygulanmasını gerekli kılmaktadır. Böylesi hassas bir konuyu etnik olarak tanımlayıp, yanlış sosyolojik tanım ve kabullerden hareket ederek çözümlerin üretilmesini ortaya koymak ise yeni ve daha işin içinden çıkılamaz sorunların oluşmasına yol açmaktadır.
Türkiye’nin Güneydoğusu’ndaki ağırlıklı nüfusa sahip sünni Kürt’leri etnik olarak tanımak, Batı’daki 5-6 devletin işine yaradığından, bu noktada özgün Türk-İslam medeniyetinin zihniyet köklerinden hareketle üretilen sosyoloji bilgisinin, mevcut sunulan yol haritasından oldukça önemli farklılılar taşıyan yeni bir yol haritası çizeceği aşikar gözükmektedir. Diğer yandan Güneydoğuda yukarıda sayılan sünni Kürt’lerin dışındaki marjinal kesimler ise Türklere göre ayrı bir din, dil ve yaşama tarzına sahip olduklarından etnik unsurdurlar. Toplam sayıları dahi marjinal olan bölgedeki etnik unsurun, sünni Kürt sayısını arkasına almadan büyük bir etnik sorun varlığını ortaya koyma yeteneği ise bulunmamaktadır.
Toplum olarak sünni Kürt’ün Anadolu Müslüman Türk ile kök birliği bilimsel olarak ortaya konulmadığından O’nun birlikçi ve bütünlükçü bakıştan uzak olarak yalnız bırakılması, diğer etnik marjinal kesimin rahatça söylem geliştirmesine imkan tanınması anlamına gelmektedir. Bu yönüyle Güneydoğuda’ki sünni Kürt’lerin etnikmiş gibi kabulü üzerinden oluşan siyasal tercihler hem Ak Partiyi, hem de 2023 yolundaki Türkiye’yi “etnik tuzağın” içine çekme anlamına gelmektedir. Buna göre bölgeye ve sorunlarına, insan ve kültürüne özgün milli ve manevi değerli sosyal bilim anlayışı ile yaklaşılması önem taşımaktadır. Bu anlayışın üzerinden politika üretilmesi mevcut iktidarı daha güçlü kılabileceği gibi, Batı paradigmasının ayrıştırıcı toplum ve siyaset kuramsal yönteminden hareketle bu bölgede politika üretmesi halinde ise hem kendisinin hem de Türkiye’nin daha zora sokulacağı beklenebilir.