“Tevhidi Sosyal Düşünce”

Modern Girişimcilik Zihniyeti ve Sanayi-Kültür Bağlamında Türk Girişimciliğinin, Sosyo-Kültürel Temelleri

MODERN GİRİŞİMCİLİK ZİHNİYETİ  VE  SANAYİ-KÜLTÜR BAĞLAMINDA TÜRK GİRİŞİMCİLİĞİNİN, SOSYO-KÜLTÜREL TEMELLERİ  (Ahilik –tasavvuf modellemesi)

Yrd.Doç.Dr.Osman Şimşek
Gazi Ünv.İ.İ.B.F.

1-  MODERN GİRİŞİMCİLİK OLGUSU 

Bir toplumun ekonomik, siyasal ve kültürel yapısını dönüştürenlerin toplam etkisini ifade eden girişimcilik konusu, medeniyetlerin/kültürlerin/toplumların/ülkelerin sosyal değişmesine ve gelişmesine katkı sağlamış ve etkisi, modern zamanda beliren bilgi toplumu sürecine kadar uzanmış olan bir “olgu” olarak görülmektedir.

Girişimcilik, sadece işletme içerikli bir kavram olmayıp, toplumsal hayatta pek çok rolleri olan çok boyutlu ele alınması gereken bir kavram olarak öne çıkmakta olduğundan, bu bilincin dinamik tutulması, toplum kalkınması adına oldukça önem taşımaktadır. Çünkügirişimciler, dünyanın ilk “fatih”leri ve misyonerleridirler. Onlar ürettikleri mal ve hizmetler yanında kültürlerini,  sınırlarının ötesine taşımasını bilen, dürüst, geleceği görebilen, vizyon sahibi, ticaret sevdalısıdırlar. Bu toplumsal kesim,  ticaret kervanları ile geçtikleri her coğrafyaya büyük bir canlılıkla birlikte zenginlik kazandırmış; değişmeci, risk alabilen, meraklı, dinamik insan tipleridir. Girişimcisi güçlü olan toplumlarda kıtlık ve çatışma yerine, bolluk, yarışma, gelişmeci rekabet bulunur.

Dünya siyaset, kültür, ekonomik ve demografik hareketlerine tarihi kavrayışı da kullanarak geniş bir zaman çerçevesinden bakıldığında, dünyadaki küreselleşmenin “yüzyıllar önce ticaretin ulusal sınırları aşarak, uluslar arası bir boyut kazanmasıyla başladığı görülür. Uluslar arası ticaret hacminin büyüyüp gelişmesine paralel olarak”, küreselleşmenin hız ve yoğunluğu buna bağlı olarak artmış olduğu belirtilir(Gürdoğan 2008:20). Küreselleşme sürecinde mikro elektronikler üzerine kurulan  yeni teknoloji paradigması,genetik mühendisliği ve iletişim teknolojileri üzerine kurulmuştur(Perrons 2004:169).Böylesine yeni ekonomi ve dijital  dünyada sürecinde,  uluslar arası ticaret, girişimcilik ve küreselleşme arasında olumlu bir ilişki/korelasyon,  ilk devirlerden buyana var olduğu gibi devam etmesi, bir gerçeklik olarak oluşmuştur. Böylece dünyada ilk defa ülke sınırlarını ordular değil girişimciler aşmıştır(Gürdoğan 2008:20) ifadesi, dünyadaki meydana gelen sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel ve demografik gelişmelerin /sosyal hareketlerin/fetihlerin/savaşların açıklanmasında, girişimcilik olgusunu temel açıklayıcı aktörler arasına sokmaktadır. Bu bağlamda toplumun kültür, ahlaki değerleri girişimcinin karekteriolojik yapısının oluşturması sonucu,  girişimci; ait olduğu medeniyet değerlerini, kültür anlayışını, iş ahlakını ve ticari tutumunu diğer toplumlara taşımış olmaktır. Bu durum ise girişimciyi kültürünü dış dünyaya taşıyan “dinamik özne” konumuna sokmuştur. Bundan dolayı modern zamanlarda( Batı medeniyetinde dahi) ahlak olmadan “ekonomi olmaz kültür olmadan da ahlak olmaz” anlayışı giderek yaygınlık kazanır hale gelmiştir(Gürdoğan 2008:33). Bu yeni düşünce, Batı’daki sanayi toplumu merkezli modernleşme kuramının geliştirdiği iş, sanayi, girişimci, kültür-sanayi-zihniyet ilişkisi üzerindeki görüşlerinde, pek çok yeni zihinsel açılıma ihtiyaç duyduğunu göstermektedir. Oysa girişimci insanın, ahlak, kültür ve değişme arasındaki ilişkiyi; denge, adalet, sosyal bütünleşme gibi konularla birlikte ele alan bir zihniyet dünyası ile kendi kültürünün dışındaki insana taşımaktadır. Bu durumu özelde, Türk toplumunda bulunan girişimcilik-din-ahlak etkileşimini ortaya koyan ahilik sistemi,  evrensel insana bile yakınlaşmacı veya yakınlık sağlayıcı bir bakış metodolojisiyle en yetkin cevaplar üretebilmektedir. Çünkü günümüz iş dünyasında tartışılan değerleri, ahilik kültürü çözüme kavuşturmuş dolayısıyla modern zamanlar ahilik kültürünün sanayi, girişimcilik ile ahlak arasındaki çözümlemesine ihtiyaç duyar hale dönüştüğü ifade edilmektedir(Gürdoğan 2008:49).

Bu konuda 20. yüzyılın ortalarından itibaren Batı’da yakınlaşma ihtiyacının baş göstermesi sonucu artık Batı’da iş, girişim, girişimcilik ve emek ilişkisinde yakınlaşmacıbakış açısından dolayı girişimci “insanlar her şeyden önce gelir” anlayışına yönelerek, bireyler ve onların duygularına yer vermek zorunda kalan bir iş ilişkisi ve girişimcilik anlayışı belirmektedir(Goleman 2002:73). Batı’da 2o.yüzyılın ortalarından itibaren özellikle çalışma hayatında gelişmeye başlayan bu “yakınlıkçı” yaklaşım “içinde sevgi barındıran her türlü” ilişkinin ifade edilmesi ile buna yönelik açılımların gelişiyor olması(Maisonneuve 2005:76), 19.yüzyıl Batı liberal girişimciliğin sınıfsal ayrılığı beslemesine yönelik eylemleri de anlamsız kıldığı anlaşılmaktadır. Bu ise Batı iş, çalışma ve girişimcilik anlayışının sadece ekonomi merkezli olmasının evrensel anlamda insan-iş-huzur- bütünleşme arasındaki korelâsyonu kurmada sosyal düşünce sisteminin zafiyet içerisinde olduğunu göstermesi bakımından önem taşımaktadır. Oysa 13.yüzyılda Osmanlı Türk devletinin temellerini atan Edebalı’ nin de bir girişimci ve sanayici olması(ahi), Osmanlı toplumsal kuruluşunun felsefi kökenlerinde de girişimcilik ve sanayi zihniyetine sahip lider(önder) kişiliktir. Sanayi ve tasavvufi özellikleri bünyesinde bulunduran ahi şeyhi(hocası) olan Edebalı’ya göre “insanı yaşat ki devlet yaşasın “ anlayışı ile sadece Türkleri değil, Türk olmayan insanlara da şevkat, iyilik, sevgi duygularıyla yakınlaşmanın girişimcilik temellerini o dönemlerde medeniyet-kültür -ahlak merkezli bir anlayışla ortaya koyduğu söylenebilir. Böylece devleti yaşatan temel ruhun insana sevgi ile yakınlaşmadan geçtiğini girişimci ve erdemli insan karakteri ile yaklaşık 700 yıl önce, bir başka söyleyişle de Batı sanayi devriminden 500 yıl önce ifade etmiş olmaktadır. Ahilik zihniyetinin Edebalı’nı kişiliğinde, Türk-İslam medeniyetini din-ekonomi-toplum-ahlak-girişimci etkileşimi bir Edebalı tipolojisi kavramsallaştırması ile somutlaştığı görülmektedir(Şimşek 2008.129).

Sonuç olarak; girişimciliğin, toplumun tarihi ve sosyal, kültürel ve ahlaki temellerine bağlı olarak gelişen bir olgu olduğuna dikkat çekilmesinden sonra, girişimcilik bilincinin yeniden ve özgün olarak ahilik zihniyetini merkez alarak çağa uygun oluşturulma ihtiyacı belirmektedir. Buna Türk toplumun seküler sermaye anlayışına sahip girişimcisinin ihtiyacı bulunduğu gibi, Batı medeniyetinin liberalist girişimciliğinin de, medeniyet-ahlak – girişimci etkileşimindeki sorunlarını aşmada da yeni paradigmatik açılımlar sağlamada, yeni modellemeler geliştirmesine yönelik faydalı ve verimli olabilecek işaretler verebileceği düşünülmektedir. Çünkü Batı medeniyeti doğa felsefesinden hareketle madde-(ekonomi, sanayi) merkezli bir anlayışa sahiptir. Ancak günümüzde Batı medeniyetinin küresel krize girmesi ve  Huntington 1993’de ünlü makalesi ile geleceği değerlendirmesinde yakın gelecekte asıl mücadelenin temasını, insanlar arasındaki kültürel farklılıkları temel alan kültür ve medeniyetlerin  birbirleriyle mücadeleler oluşturacaktır (Hungtington 2006: 23) diyerek, mücadelenin merkezini; sanayi, ekonomik güç olgusundan  bunların çerçeveleyen dinin, medeniyetlerin birbirleriyle mücadelesine doğru bir paradigmatik kayışı işaret etmektedir. Zaten Batı medeniyeti, içinde bulunduğu küresel krizle sistemik bir çözümsüzlüğe yönelmesi sonucu, küresel bağlamda entropik(kendi düzenin yok olması) bir sürecin içine girmiş olduğunu ifade etmektedir. Bu bağlamda Hungtington’un da belirtiği gibi 21.yüzyılı, maddi kültür merkezliliği yerine din ve medeniyet değerlerini merkeze alan bir yeni yapılanmayı işaret ediyor olması, sanayi-kültür- girişimci konusunda özgün Türk sosyo-kültürel dinamiklerini belirleyen parametrelerin, evrensel çözümleyiciliğine olan ilginin artmasına yol açtığı ifade edilebilinir. Bu çalışmada mukayeseli çözümleme tekniğine göre girişimciliğin kültürel merkezli analizinin ortaya konması amaçlanmıştır.   

 

1.1.Girişimcilik Kavramı

Son yıllarda toplumumuzda Kobi’lerin yükselişe geçmesi, küresel ekonomik dalganın dünya ölçeğinde hızla yayılması, ülkemizin hızla sanayi toplumu özelliklerini tamamlama gayreti içine sokmuştur.  Bu gayret ülkemizi, sanayi sonrası toplum değişmelerini de yakından takip edip bunları bir ölçüde bünyesine uyarlama çabası gibi gelişmelere yöneltmiştir. İşte bu değişimin ve dönüşümün süratle yaşandığı günümüzde girişimcilik konusu, çok ilgi çekici ve önemlilik taşır duruma gelmiştir.

Girişimcilik kavramı, Fransızca “entreprendire” ve Almanca’daki “unternehmen” sözcüklerinden türetilen ve Türkçe’de “üstlenmek” anlamını ifade eden “bir fiil” olarak belirtilebilir. Söz konusu kavramın temel anlayışına göre girişimci, bir işletmedeki organizasyonu sağlama, yönetme ve risk alma biçimindeki sorumlulukları üstlenen kişi olarak belirtilir(Arıkan 2002: 27).Bu bağlamda en yaygın özellikler girişimcilik özellikleri; başlatma/bulma, yeni işletme, yenilik/yeni ürünler/yeni pazarlar, fırsatların peşinde koşma, risk alma/risk yönetimi/belirsizlik, kar arzusu/ kişisel fayda, yönetim, değer oluşturma, büyüme isteği, girişim, sahiplik duygusu taşıma, yönetim, sorumluluk taşıma, değişime öncülük etmedir(Erdoğmuş 2007:20-21).       

Girişimcilik olgusu, ekonomik, siyasal ve kültürel hayatın itici gücü noktasındadır. Toplumların-ülkelerin kurum ve kuruluşları, ürettikleri mal ve hizmetlerde kendi kültürlerinin özgünlüğünü de aktarırlar. Bir toplumun kültürünün aktif taşıyıcısı olan girişimciler, gittikleri ülkeye ürün ve hizmetleriyle birlikte değerlerini de aktararak, hem ekonomik hem de kültürel taşıyıcılık yaparlar. Bundan dolayı girişimciler için, günümüz sınırsız dünyasının en etkili ve en güçlü orduları olarak belirtir. Girişimciler bu yönleriyle toplumlarda gelişme yönünde görülen sosyal değişmeye silah ile değil, ürün ve hizmetleriyle katkı sağlamaktadırlar(Gürdoğan 2008:10-11).

Girişimcilik şüphesiz ki daha önceki tarihsel-toplumsal dönemlerde de bilinmekte ve gelişmiş her toplumda, önem taşıyan bir olgu olmuştur. Sanayileşmiş Batı toplumların da girişimcilik olgusu, özellikle 18.yüzyıl sürecinden itibaren ekonomi faktörünün önderliğinden hareket edilerek değerlendirilmeye tabi tutulmuş ve böylece girişimcilik, Batı toplumunda iktisadi bir faktör olarak öne çıkmıştır(Erdoğmuş 2007:19). Bundan dolayıdır ki, düşüncesinin kaynağını doğa felsefesi ve materyalistik anlayıştan üreten ve buna göre sosyal eylemini geliştiren Batı medeniyet değerlerli girişimcilik tanımları, ekonomi(sadece madde unsurluluk) merkezli olarak ele alınmaktadır. Buna göre söz konusu toplum tipinde girişimci, öncelikle iktisadi mülahazalarla hareket eden bir kişiliktir. Bunun sonucunda girişimci tek boyutluluktan hareketle yani ekonomik faydacılık elde etme isteğinden dolayı, mal ve hizmet üretmek veya pazarlamak maksadıyla doğal kaynaklar, işgücü ve sermaye olarak belirtilen üretim faktörlerini bir araya getiren kimsedir. Böylece girişimci kâr amacı peşinde koşan ve zarar ihtimalini de göz ardı etmeyen, bundan dolayı risk almış ekonomik düşünen(homo economicius özellikler taşıyan) bir birey olarak ifade edilir.

Sonuç itibariyle girişimcilikpek çok özeliklerle bağlı olarak açıklandığında onu; hırslı olma bağımsızlık isteği, sorumluluk ve özgüven, içsel güç odağı, büyümeye-dönüklük, bağımsızlığa-dönüklük, zanaatkârlığa-dönüklük, kişisel değerlere dönüklük ile açıklanmaya çalışılmıştır. Oysa girişimciliğin iktisadi, tarihi, siyasi, sosyolojik ve felsefi boyutlarıyla ele alındığında konu oldukça derinlikli olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu ise toplumların özgün kültür ve zihniyet dünyaları devreye girmekte olduğu anlamına gelmektedir. Böylece sosyal değişmeyi gerçekleştirici “öncü güçler” pozisyonu taşıyan girişimcilik kavramına,  sadece ekonomik kar olgusu bağlamında bakmak yetersizlik taşımaktadır. Konuyu, ekonomi ile birlikte bu unsuru etkileyen kültür, medeniyet, zihniyet, din, ahlak, gibi toplumsal olguların oluşturduğu “bütünlükçü” bir çerçeveden ele alma ihtiyacı daha öne çıkmaktadır

1.2. Girişimciliğin İktisadi, Tarihi, Siyasi, Sosyolojik ve Felsefi Boyutları    

Dünyada bütün tüm toplum hayatında görülen sosyal mahreçli düşüncelerin ya doğa felsefesi merkezli, ya da bütüncül karakterli idealist düşünceden kaynaklanmakta olduğunu söylemek mümkündür. Buna göre dünya da insan ve toplumları harekete geçiren düşüncelerine yön veren temelde iki ana düşünce okulu bulunmaktadır. Bunlardan ilki; akılı merkeze alan doğa felsefesi mahreçli materyalistik düşüncedir. İkincisi ise soyut (manevi, sübjektif, öznel)düşüncenin, somut(maddi, objektif, nesnel) davranışlar üzerindeki belirleyici olan etkisine dikkat çeken birleştirici, bütünleştirici/bütüncül olan idealistik düşüncedir.     

Doğa felsefesi mahreçli materyalistik düşünceyi Yunan felsefe geleneği içinden başlatılması kabulünde, konuyu “bilimsel düşünce” bağlamında ele alarak buna ilk yön verici aktörün, Miletli Thales olduğu belirtilir.

Doğa felsefesi, evreni görünen maddi nesneler vasıtasıyla açıklayarak maddeye oluşturucu bir güç atfeder. Kâinat anlayışını da buna göre; akıl, madde, gözlem gibi somut materyal algılayışla açıklama yolunu tercik eder.

Diyalektik kesim düşünürlerine göre madde önce üç boyutludur, mekânlı olup ve duyu organları yoluyla varlığının farkına varılan “şeyler” olarak tanımlanır. Madde;  “yıldızlardan atomlara kadar, hatta varlıkları kabul edildiği ölçüde esir parçacıklarına kadar bütün maddi varlıkları” ifade etmektedir.”Bu bağlamda Engels,  maddeci düşünürün maddeyi tanımlamasını, sınırlı gerçeklerden hareket ederek, içte ve dışta(en küçük ve en büyükte)sınırlandırmalar yaparak bir madde tarifine gitmekte olduğunu belirtir(Sezen 1996: 24). Lenin‘de de maddeyi; objektif gerçekliği göstermeye yarayan kategori olarak açıklayarak, doğa felsefesi mahreçli bir madde anlayışına göre bir tanımlamayı gittiği görülmektedir(Sezen 1996:25). 

Thales, doğayı açıklamada “Hiç den bir şey meydana gelmez” düşüncesinden hareketle,  meydana getirilmemiş ve yok olmayacak bir varlık olan ana madde, arkhe-(su)dur. Her şey sudan, bu ana maddeden meydana gelmiş olduğundan, doğanın kurucu unsuru, maddi duyu organlarla gözlemlenen bir öge olan “su”dur (Gökberk 2003:20) . “Doğa “ felsefesinden hareket eden materyalist düşünürlerinden bir diğeri de Anaximandros’dur. O’da ilk maddenin sonsuz ve tükenmez olduğunu bildirmekle birlikte madde-sonsuz ilişkisini ilk defa ortaya atarak maddenin sonsuz olduğunu belirterek, sonsuz ana madde kavramını geliştirdiği söylenebilir(Gökberk 2003:21). Anaximenes ise  ilk maddenin hava olduğu düşüncesinden hareketle, bütün var olanların havadan meydana geldiği vurgusuyla, materyalist düşüncenin bir boyutunu geliştirmiştir(Gökberk 2003:22-23). Herakletios da varlık sorunu üzerinde çalışmıştır. O’da varlığın ana maddesinin ateş olduğu ileri sürerek, maddeci bakışa akıl-gözlem-madde bağlamında katkı sağlamıştır (Gökberk 2003:24). Yunan felsefe geleneğinin “mantık ve dialektiğinin babası” sayılan Parmenides ise var olanın bilgisini (doğayı)salt akıl ile açıklama konusunda ön almaktadır. Yukarda sözü edilen düşünürlerin doğayı açıklamada genellikle deney-düşünme ikili ilişkisini kullanmalarına karşın Parmenides ise akıl ile “varlık üzerinde düşünmekle var olanın niteliklerini türetme” yoluna giderek salt akıl-madde ilişkisinin temellerini atmıştır(Gökberk 2003:27).

Pythagorascı felsefe ise sayılardan oluşturdukları bilgileri genelleştirme yoluna giderek, sayıların bütün varlığın ilkeleri noktasına çıkararak, varlığın ana maddesini sayı olarak belirtirler. Böylece sayılara cisimsel (maddi) bir anlam yükleyerek, materyalistik bakış çerçevesinde varlık değerlendirmesine yöneldikleri anlaşılmaktadır(Gökberk 2003:229-30).

Demokritos ise atomcu bir bakış açısı ile materyalistik düşünüşe katkı sağlar. Demokritos’a göre madde, meydana gelmemiş (yani yaratılmamış), meydana getirilmediği içinde yok olmayacak ve değişmezliğini koruyarak hep kendisiyle aynı kalma özelliğine sahiptir. Demokritos maddenin bu özelliklerine sahip olması sonucu, bir de var olanın dışında varolmayana yani boşlukta, uzayda görülemeyen varlıklara dikkat çekmiştir. Maddenin uzayda bölünemeyecek kadar küçük bölünmesi ve görülemeyecek kadar görünemez hale gelmesi sonucu, bu duruma bölünemeyen (atom) adını vermektedir(Gökberk 2003: 36). Böylece Demokritos’a göre “gerçek, atomlar ve atomların hareketidir” diyerek ruhu materyalistik bir çevrede ele alarak mekanistik bir doğa bilimlerinin temelini atmış olduğu söylenebilir(Gökberk 2003:37).

Doğa felsefesinin sonlu evren anlayışından başlayarak görünene yani maddi olanı, akıl ve gözlem yoluyla değerlendirmenin bilimsel yöntem olması kabulü 18.yüzyılda, Batı Avrupa’da aydınlanma felsefesinin oluşmasına yol açmıştır(Gutek 2001:166). Bu bağlamda Batı medeniyeti bakımından aydınlanma, Batı’daki felsefi düşünce içinde dikkate değer bir değişmeyi ve gelişmeyi ifade etmektedir. Aydınlanma düşüncesi, fiziksel dünyanın doğal yasalarını sosyal dünyaya uygulanabilir gibi kabule dayalı fikir üzerine kurgulanmıştır(Ritzer1988:10). Bu yolla geleneksel değerler, manevi inançlar yada vahye dayalı din anlayışı, irrasyonel olarak değerlendirilmeye başlanmıştır(Ritzer1988:10). Buna göre aydınlanmanın oraya koyduğu madde merkezli doğa felsefesi, etkisini, düşünürlerinin ateist veya deist anlayışın içine girmelerine yol açmıştır. Bu düşünürler, vahye dayalı Hıristiyanlıktan nefret eden bir tavır içinde bulunmuşlardır. Yine bu düşünürler, doğa felsefesi anlayışı etkisi ile maddeci evren anlayışı bağlamından hareketle dini düşüncenin, insanlığın ilerlemesinin önündeki en büyük engel olduğunu ifade etmişler ve akılı kutsamışlardır. Böylece inanç ve dine karşı çıkarken, aynı zamanda “akıl ve bilime sarılan aydınlanma düşüncesi, Tanrı’nın evrene müdahalesine kesinlikle karşı çıkmış ve bilimin gerektirdiği kendi içinde kapalı ve düzenli bir sistem olarak evren görüşünü benimserken, Tanrı’yı en iyi durumda bir seyirci durumuna indirgemiştir”(http://felsefetarihi.net/18yy.htm S:18:50). Bu noktada artık yeni pagan Gurvitch’in ifadesiyle “akıl”dır ( Bolay1988:xxvı).             

19.yüzyılda ise doğa felsefesi, aydınlanma felsefesini yorumu üzerine pozitivist felsefe ve onun insan-toplum görüşünü geliştirmiştir. Materyalist toplum anlayışı ve buna bağlı gelişen insanın tavır, tutum, davranışları ve zihniyet dünyası, pozitivizm ile çepeçevre sarılarak liberalist –kapitalist toplum ve onun geliştirdiği girişimcilik hep bu silsile yolu ile belirmiştir.

Batılı insanın materyalist, rasyonalist ve mekanistik anlayış ile güce sahip olma tutkusu; hem iç dünya hem de dış dünya da biricik “değer” seviyesinde konumlandırmıştır. Bu durumun ise doğa felsefesinden hareket eden Batı toplumunda toplumu, insan =madde bağlamında “tek” boyutlu (ekonomi faktörünün başatlığında) düşünen, buna göre sosyal eylem ve  sosyal organizasyonu geliştiren bir noktaya nasıl dönüştürdüğü görülmektedir(Şimşek 2005: 140). Batı toplumunda ki doğa felsefe merkezli insan =madde ilişkisi, materyalistik düşünen insan tipolojini, egosantrik ve antroposentrik bir anlayışa sahip girişimcilik tipinin karekteriolojik oluşumunu ortaya çıkardığı görülmektedir.

Egosantrik düşünce, insanın zihninde geçen şeylerle toplumsal gerçeklikte olanlar arasındaki farkı ayırt edememesinden doğan ve başkalarının hatalı olduğunu ve bundan dolayı yanlış yaptıklarını düşünene bir anlayıştır. Egosantrik düşünceden daha ileri bir bireyciliği ifade eden  antroposentrizm ise insan merkezciliği anlamına gelmektedir. Yaniinsanın tanrı yerine kendini koyması bir başka ifade ile kendisinitanrılaştırılması ve insanın tüm hayatın ve onun dışındaki diğer herşeyin temeline bu zihni düşüncesinin oturtulmasıdır(Şimşek 2005: 141). Böylece doğa felsefesinden hareketle materyalistik düşüncenin sonsuz evren anlayışına bağlı zihniyeti gelişen seküler antroposentrik karekterioljiye sahip Batı girişimcisi, kendi gücünü koruma adına  insan- gösteriş tüketim ilişkisini popüler hale sokmuştur. Bu yönüyle de, antroposentrik girişimci, insan unsurunu, dünya ölçeğinde tüketim kültürüne yöneltmekle(Gürdoğan 2008:62), onu, sonu gelmez bir yarışa yani maddeye hakim olma ve onunla sosyal prestij elde etme materyalistliğine yönlendiriyor olduğu gözlenmektedir.

Bu durum ise ağırlıklı olarak 19.yüzyıldan bu yana yaygınlık kazanan seküler kültürün, idealistik merkezli bütüncül kültürün yerini tam anlamı ile ve dolduramadı anlamına gelmektedir. Çünkü doğa felsefesinden hareket eden materyalistik mahreçli seküler kültür içinde davranış geliştiren antroposentrik girişimcilerin, reklam ve diğer popülerleştirmelerle, tüketici konumunda olan bireyin daha çok harcama yarışına itilmesini teşvik etmesi ,bu yolla da, tüketim kültürünün bir hayat tarzı haline dönüşmüş olmasına yol açmıştır. Böylece seküler kültür ile idealistik kültür hesaplaşmasının toplumlar arasında zirve noktasına ulaştığı günümüzde temel sorunu şöyle ifade etmek mümkündür: maddi zenginliğin artması, arzu, tutku gibi duyguların hükümranlığında bireyin sosyal davranışları, tüketim merkezli bir amaca yöneltirken, bu durumun insanın mana(iç) dünyasındaki zenginliğinin eritilmesi sonucu onun maddeleşmeyi içselleştirdiği söylenebilir.(Gürdoğan 2008:64).

Doğa felsefesinin tekçi materyalistik yorumunun ekonomi merkezli düşünen girişimci tipolojisine karşın idealistik felsefenin bütüncül düşüncesine yani sonlu evren anlayışına göre varlık; madde+mana birlikteliği, bütünlüğü çerçevesinde açıklanmaktadır. Bu anlayışta ise girişimcinin zihin inşasını maddi, somut, nesnel,(Fark) ve manevi, soyut, öznel(Cem) değerlerinin birlikteliği, bütüncüllüğü oluşturmaktadır(Şimşek 2008:170).Buna göre fark+cem idrakine yönelik zihniyet anlayışının, girişimcisinin etkilediği ticaret ve sanayi hayatı, hep idealistik felsefenin bütüncül anlayışını ortaya koymaktadır. Böylece Fark+ Cem anlayışı dünya ve dünya ötesi hayata “eşit” düzeyde önem atfeden “denge” halindeki insan zihniyeti ile formüle edilen bir ideal birey-toplum anlayışını ortaya koyarak onu sistemleştirmektedir(Şimşek 2008:170).   

“Sistem, unsurları yapı ve işleyişte birbirini ahenkle tamamlayan bir bütün anlamına gelir” (Bilgiseven 1990: 8-9). İdealist felsefede ise sonlu evren anlayışı ve onu yaratan bir Allah inancı bulunmaktadır. Fark+Cem = Birlik, Bütünlük, Tevhit’i ifade etmekle bu bütüncül formülasyon, aynı zamanda, bütün ilimlerin/bilimlerin temelinde yer alan temel tabiat kanununu yani ana kanunu ifade etme niteliğindedir. Bu bütüncül “birlikçi” anlayışa göre insanın kâinatta iyi ve kötünün, olumlu ya da olumsuz tasavvurunun, birbirine zıt olan şeylerin birlikte var olmasıyla bir tevhitçi, bütünlükçü kavrayışa sahip olmaktadır. Bundan dolayı “zıtların kaynağı da tektir ve tek varlık anlamında Tevhit mesajına (yani Allah’ın hüviyetinden başka bir hüviyet yoktur) inancına bir teklik (tevhit) anlayışı ile ulaşılmaktadır(Bilgiseven 1990:13-14).

Fark+Cem idraki bağlamında en kapsayıcı örnek oluşturma adına foton konusu incelendiğinde modern fizik bilgisi, bu fark +cem idrakine yönelik kâinatın ana formülünün her durumu açıklayıcı zenginliğini ve sosyal ile fen bilimlerinin yasalarını ispatlar nitelikte gözükmektedir. Böylece toplumsal olay ve olguların açıklanmasında bu idrak kavrayışının, temel bir çözümleme gücünü ortaya koyduğu ifade edilebilir. Buna göre Foton, “ışık duvarı üzerinde her iki âleme ait pozitif ve negatif kütleleri dengede olan ve ışık hızıyla hareket eden bir birleşimdir. Foton, saniyede yaklaşık olarak 300.000 km. hızla hareket etmek zorunluluğundadır. Fotonun her iki parçacığı kendi âlemleri üzerinde hareket etmektedir”( kaynak:http://www.mihr.com/mihr). Böylece fotonun bir kanadını maddi dünyada(fark alemi), bir kanadı da görünmeyen dünya da (cem, gayb, anti madde aleminde) olan ve “ışık duvarı denilen iki alemi her noktada birbirinden ayıran bir hayali hız duvarı üzerinde uçan bir uçağa” benzetmek mümkündür.”Böylece fotonun kendi içinde devamlı bir duvarın varlığı bulunduğundan koordinatları da aynı fakat iç içe iki alemde her nokta; hem asıl alemdir, hem de karşıt alemi oluşturmaktadır. Bu bağlamda dünya, fark+cem idrakine bağlı kanunları çerçevesinde var olduğundan, fotonun özelliği bu ana kanun işleyişine denk gelmekte olduğu söylenebilir.  Yani fotonun maddi(fark) alem, hem de manevi(cemi, görünmeyen) alemin özellikleri ile tekçi bir nitelik taşımakta olması, fark+ cem kavrayışına bağlı ana kanunun; dünyadaki sosyal, beşeri ve fizik bilimlerinin bütününü açıklar bir genel geçerliliğe sahip olduğunu doğrular mahiyette gözükmektedir.

Zamanımızda dünya üzerinde pozitif bilimlerle uğraşan bilim adamlarının fark+cem idrakine yabancı olduklarından(çünkü söz konusu olan bu kesim doğa felsefesi ve ona bağlı bilim anlayışı ile akıl-bilgi(matreyalistik) bağlamında bilgi ürettiklerinden tekçi bakışla bu kavrayışa ulaşamama yetersizliği taşıdıklarından) dünyanın aynı zamanda başka boyutta bir diğer alemi de kapsadığı gerçeğini kabul etme güçlüğü içinde bulunmaktadırlar.
Çünkü bilindiği gibi atomlar, merkezde nükleus ve çevrede elektronlar olmak üzere aknokta ve karanoktada meydana gelmiştir. Nükleus'un yani merkezdeki çekirdeğin en önemli parçaları proton ve nötrondur. Çevrede ise elektronlar dönmektedir. Dünya üzerinde yüzlerce laboratuarda antiproton, antinötron ve antielektron kesin bir şekilde tespit edilmiştir. Böylece dünyada (fark alemi) proton, nötron elektron oluşumu maddilik çerçevesinde müşahade edilebilirken, fotonun tabiatı gereği görünmeyen alemde (cem aleminde) ise antiproton, antinötron ve antielektronlardan oluşmaktadır. Bu anti parçacıkların varlığı kesindir. Bütün nükleer kimya ve fizik bilim adamları için bu parçacıkların varlığı tartışmasız olarak kabul görmüştür.Fakat aynı bilim adamları, var olduğuna kesinlikle inandıkları bu parçacıkların teşkil edeceği atomlardan oluşacak bir gayb aleminin, bir diğer alemin varlığını kabul etmemektedirler (http://www.mihr.com/mihr )

Günümüzde fiziki ve sosyal bilimlerin bu temel ilkeyi kabul etmekle birlikte, doğa felsefesinden hareketle materyalist görüş bu kainat formülasyonun ancak sadece fark boyutuna (maddi ) dayalı bir sosyal idrak seviyesinde bulunabilmektedir. Buna göre de sadece fark idrakine dayalı toplum tasarımını geliştirmek, evrensel “birlik” yasasına ters düşülmesi anlamına geldiğinden,  Berger’inde ifade ettiği gibigünümüzde, seküler kültür, hâkim batı medeniyet tarafından temsil edilmesine rağmensekülerleşme kuramı”nın geçersizliği vurgulanmaya başlanmıştır. (Berger 2006:381).

Sekülerleşme-modernleşme bağlamından doğa felsefesi merkezli insan zihniyeti ise modern insanı, zamanı, mekanı ve insanı;  moderniteye karakterini veren “rasyonalite”, ”konfor”, “özgürlük”, “ilerlemecilik”… gibi kavramlar çerçevesinde ele almaktadır. Böylece modern insan,  rasyonel olarak açıklayabildiği şeyleri ancak anlamlı bulabilmektedir. Rasyonel açıklama getiremediği konuları ise irrasyonel bularak kabul etmektedir. Örneğin kader, ahiret, Allah inancı, hep bu doğa felsefesi- materyalist bakış türünden anlama ile ele alınmaktadır  (Sifil 2008:9). Bu ise sadece fark (somut, maddi) yönünden hareketle, modern Batı medeniyetinde hâkim sosyal düşüncenin madde merkezli gelişmesine, dolayısıyla da “maddi güç”ü (sadece ekonomiyi, ekonomi merkezli bakışı) merkeze alan liberalist-kapitalist girişimci insan tipinin (homo- econimicus) oluşmasına yol açmıştır.

Sadece Cem faktörünün(farkı dikkate almayan, farksız cem kavrayışı) etkisiyle hareket eden toplumlarda bulunmaktadır. Örneğin Hint toplumları dünya hayatına, maddi objelere önem vermeksizin yani farkı ihmal ederek, sadece öte dünya hayatını merkeze alarak farksız cem anlayışı ile denge toplum ve üretim hayatını kavramaktan uzaklaşmışlardır(Bilgiseven 1992 :12).

Fark ve Cem idrakini birlikte alan Türk toplumunun özgün yapısı, birlikçi düşünceden hareketle insan tipolojisini bu bağlamda, “Ben ve Biz” şuurlarını birleştiren “Ben”*duygusuna sahip olan insanı, “Biz” duygusuyla da donatan yani “Ben”in içinde “Ben ve Biz”i birleştiren, bütünleştiren, birbirleriyle kaynaştıran ve böylece toplumla bütünleşen insan tipi zihniyetini oluşturmuştur(Şimşek 2008: 170-171). Weber bu durumu, İslam’da dini kuralların etkisine bağlı olarak gelişen, onun yönlendirdiği maddi hayat kuralları(seküler kurallar), dünya hayatının yani maddi hayatın basit bir şey olmadığını ifade etmekte olduğunu belirtir(Weber 1978:818). Dolayısıyla maddi(seküler)hayata bakış,  sırf farktan hareket edenegoist ve materyalistik homo economicus mahreçli antroposentrik insan gibi düşünmeyen, topluma karşı a-sosyal olmayan, yüksek sosyalleşme özelliği taşıyan tümevarım ve tümdengelimci bir karekteriolojiyi ifade eden sosyaladamın(Bilgiseven1992:81)bakışı hâkimdir. Sosyal eylemleri de bu anlayışın inşa ettiği girişimcinin fark+cem bütünlüğünü ifade eden sosyal eylemlerdir.

Türk toplumunun özellikle 16.yüzyıl idealistik kültür anlayışı sürecinde, özgün kültür yapısı fark+cem idraki ile üretim ve girişimciliği toplumsal birlik ve bütünlüğün sağlanmasın da maddi olgular ile toplumun manevi olgularını birlikçi zihin potasında bütünleştirebilmiştir. Böylece dini, akılcı bir biçimde birleştiren ahi(girişimci)-sufi(tasavvuf) mahreçli sosyal kesimler, sosyo-kültürel yapılarına uygun en gerçekçi üretim zihniyeti anlayışına ulaşarak, aynı zamanda iş ve meslek ahlakına önem de verdikleri gözlenmiştir. Buna göre söz konusu olan ahi- sufi mahreçli toplumun dini ve ekonomik hayatının önder tipleri olan erdemli insanlar, girişim ve girişimciliği toplumsal değişim ve gelişmedeki rollerine oldukça önem vermişlerdir. Toplumun idealistik kültürünü ve onun tevhitçi ruhunu fark+cem idraki ile kavrayıp bunu sistemleştirerek toplumun gündemine dinamik bir şekilde sokan bu erdemlilik vasfına sahip kültür öncüleri,“güzel ahlak” ile “parayı dengeli olarak bütünleştirmişlerdir(Sayar 1998: 334). Böylece Eski Yunan’dan bu ya medeniyet kurmuş toplumların gerçekleştirmekte ve onu sürekli kılabilmekte en zorlandıkları olgunun para ile inancın aynı yoğunluk” düzeyinde bir arada tutabilme uğraşısı olduğu söylenebilir. Bunu en sistemli geliştirebilen kültür ve toplum yapıları, dünya medeniyetinde lider olabilmeyi gerçekleştirebilmektedirler. Türk toplumunda mana etrafında bütünleşmenin sağlandığı ve buna bağlı olarak 16.ve 17. yüzyıl sürecinde dünya ya yön veren medeniyeti bu insanlar(erdemlilik vasfına sahip girişimciler), Osmanlı toplumsal yapısında para-dindengesinin gereği olarak(Sayar 1998: 335), iş, üretim, girişimcilik, iş ahlakı-tasavvuf gibi sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel ve sosyo-psikolojik parametrelerden oldukça istifade etmişlerdir.

1. 3. Girişimcilik Kuramları

Ticaret ve ticarete bağlı olarak girişimcilik,  ekonomik, sosyal ve kültürel etkisinden dolayı, Doğu’dan Batı’ya toplumların gelişme tarihini ifade etmektedir. Toplumsal gelişme aşamalarının her birinde yani tarım toplumunda sonrasında sanayi toplumunda ve ondan sonra günümüzde etkin olan bilgi toplumunda doğru ticaret, toplumların temel dinamiği ve girişimci de ise değişimin adresi olmaktadır. Ticaretin ve girişimciliğin zamanlar ötesi yapısı toplumların büyük ölçüde değişmesine rağmen, özünde köklü değişikliklerin olmadığını en açık bir şekilde ifade etmektedir. Buna göre ticaret ve girişimciliğe konu olan ürün,  hizmet,  bilgi alış verişi gibi olgular, ticaret tarihinin her döneminde önemini muhafaza etmiştir.

Bundan dolayı” ticaretin olmadığı yerde insan, insanın olmadığı yerde üretim, üretimin olmadığı yerde de şehirler” olmamaktadır(Gürdoğan 2008:34). Böylece ticaret ve girişimcilik olgusu tarih boyunca toplumların ekonomik, siyasal ve kültürel işbirliğinin sağlanmasına kaynaklık etmiş olduğu söylenebilir. Bu ise pazar vasıtasıyla gelişmektedir. Pazar,  ticari hayatta alıcı ile satıcının buluştuğu yerdir. Bundan dolayı “en basitinden en karmaşığına kadar bütün ekonomilerde pazar vazgeçilmez bir yer” tutmaktadır(Gürdoğan 2008:39).

İslam medeniyeti açısından pazar kavramı, toplumsal hayatta ve ticari alanda önemli bir yer tutmaktadır. Kendisi ve eşi bizzat girişimci olan İslam peygamberinin pazar konusunda “bu işleri piyasada pazarlık tayin eder”  yaklaşımı ile ticari hayat-girişimcilik- serbest piyasa modeli arasındaki etkileşime, sanayi kapitalizminin oluştuğu 19.yüzyıldan yaklaşık 12oo yıl önce dikkat çekerek, toplum hayatında, ticaret, girişimcilik ve iktisat ilişkisinin önemini belirtmiştir(Öztürk 2008:14).

İslam medeniyetinin bir ticaret kenti olan Mekke’de ortaya çıkmasıyla, din-ticaret-pazar mekanizması-toplum ilişkisinin etkileşimi, sosyal değişmeyi gerçekleştirmede ve yeni bir “yapı “nın oluşum sürecinin sosyolojik temellerini inşası açısından önem taşımaktadır. Bu bağlamda pazar mekanizmasının işleyişine yönelik ilk önemli çalışmaları öncelikle İslam medeniyetinin; şehirde, şehir kültüründe oluşmasından dolay, girişimcilik üzerine öncü yazını, Gazali ve İbn-i Haldun olmak üzere başta İslam düşünürler yapmışlardır. Çünkü Weber’inde işaret ettiği gibi bir kültürün ilk oluşum sürecinde şehir ve o şehirde de yeni bir şehir insanın inşası gerçekleşir(Weber 2003:45). Bundan dolayı ve şehirli bir anlayışa sahip İslam medeniyetinde şehir-ticaret- insan ilişkisini bu düşünürler ekonomi, girişimcilik, ticaret ve ahlak etkileşimi bağlamında değerlendirmişlerdir. Söz konusu düşünürler, idealistik düşüncenin bütüncül bakış açısından hareketle toplumun ekonomik, siyasal ve kültürel hayatın odak noktasında; açgözlü, çıkarcı, egoistik insanın değil, tokgözlü, dürüst diğergam, sevgi merkezli yaklaşım içinde bulunan insana dikkat çekmektedirler (Gürdoğan 2008:40). Buna göre girişimcilik kuramının oluşumunda öncü durumda bulunanİbn-i Haldun’a göre girişimci; ticaretten para kazanarak zengin olan ya da mevcut sermayesini koruma adına bu yönde de kendisinde pek çok bireysel özellikler bulunan kişi olarak söz etmektedir. İbn-i Haldun bu bireysel özellikleri de girişimcilik ruhu (atılganlık) ve cesaret olarak ifade eder (Ülgener 1991: 135). Buna göre  İbn-i Haldun’un  bir yandan deterministik (fark) öte yandan maneviyatcı(cem)bir düzlemde girişimciliği ele aldığı anlaşılmaktadır(Bilgiseven 1994:58).  Gazali ise din-ahlak- ekonomi ilişkisinin karşılıklı etkileşimine dikkat çekerek bu, etkileşimin ana noktasını insan unsuru oluşturmaktadır(Orman 2002:57). Bu anlayışa göre Gazali insanın ihtiyaçlarının bulunduğunu, bu ihtiyaçların giderilmesi için gerekli olan maddelerin ise çoğunlukla işlenmemiş, ham bir halde bulunduğundan bunları, işleme tabi tutacak ve böylece ihtiyaçların giderilmesini sağlayacak olan ve bunu gerçekleştirme konusunda işbirliği ve işbölümünü gerçekleştirmiş bir  üretici/girişimci kitleye dikkat çekmektedir(Orman 2002:59). Gazali  din-ahlak-üretim(ekonomi) ilişkisinde insan; i- arzu, istek, ii-öfke veya hırs taşıma, iii- bilgi, bilme duygularının etkisi altında kaldığından (Orman 2002: 58), genelde davranışlarını, özel de ise ekonomik faaliyetlerini bu duygular eşlinde gerçekleştirdiğini işaret etmektedir. Gazali’ye göre din duygusu ekonomik düşünen insanın arzu ve isteklerinin kontrol edilmesine yararken, öfke ve hırs taşıma duygusu ise insanı maddeleştirme yönünde aktive-saldırganlaştırır-eder. İşte insanın içindeki bu iki zıt duygunun çatışma halinde olduğundan, “disharmonik” insan ortaya çıkmaktadır. Bu genellemeden sonra Gazali “disharmonik” insanı ekonomik faaliyetler bağlamında iç-çatışmalı bir insan tanımı ile ele aldığı anlaşılmaktadır. Disharmonik insan, iç dünyasında birinin diğerini yenmek için birbirleriyle daima mücadele halinde olan insandır. Böylece dini hayat anlayışı ile ahlak anlayışı ve ekonomik hayat arasında sıkı bir ilişkinin bulunduğunu belirterek, ekonomik hayatın girişimci insanın iç dünyasındaki çatışmada “arzu ve istek” tarafının yani maddeci yönünün baskın çıkmasına, buna karşılık dini duygu tarafının ise yenik düşmesine yol açabilir(Orman 2002:60). Gazali’nin “arzu ve istek” duyguları olarak ifade etmiş olduğu seküler (maddi akıl) akıl merkezli girişimciliğin bu çalışmadaki modelleme de cemsiz fark anlayışına bağlı olarak açıkladığı ifade edilebilir. Buna göre Gazali’nin duygu-sosyal davranış merkezli açıklamalarının genelde girişimcilik kavramına, özel de ise modern zamanların materyalistik girişimci tipinin hangi duygular altında kaldığını göstermesi bakımından oldukça önem taşımaktadır. Arzu, istek merkezli iç duygunun geliştirdiği sosyal davranış biçimi Batı liberal girişimci bireyin neden antroposentrikleştiğini de bir ölçüde açıklamış olmaktadır. Bu birey zihniyeti “ben “merkezli olup kendisini ve menfaatlerini merkeze alırken, Gazali fark+cem =tevhit formülü ile bütüncül mahiyette ortaya koyduğu girişimci insanını “iktisat ahlak”ını; yüksek sosyalleşme duygusu, ben içinde bizi anlatan başkalarına faydalı olma yani “ihsan” anlayışı içinde, diğergamlık zihniyeti ile ifade etmektedir(Torlak/Özdemir/Erdemir 2008:23).

Sosyo-kültürel açıdan girişimciliğe bakıldığında medeniyet-toplum-kültür-tarih felsefesi bağlamında, Batı Avrupa’daki girişimciliğin gelişimini,  feodalite ve hemen sonrası  “politik” ve “ekonomik” değişime bağlı olarak gerçekleşe sosyal gelişmenin, liberalist- kapitalist girişimciliği geliştirmiş olduğu  söylenebilir (Parsons/Smelser,1984:286–287).

Modern liberal girişimcilik yazınındagirişimcinin özelliklerine dikkat çekme adına pek çok yazar girişimciliğe çeşitli yönlerden bakan görüşler ortaya koymuşlardır.  Bunlardan;” Weber, girişimcilerdeki temel özelliğe onların “biçimsel otoritenin kaynağı olma”ları açısından yaklaşmış, Davids ise girişimciliği “hırslı olma bağımsızlık isteği, sorumluluk ve özgüven” ile Borland “içsel güç odağı”, Dungelberg-Cooper “büyümeye-dönüklük, bağımsızlığa-dönüklük, zanaatkârlığa-dönüklük”, Gasse ”kişisel değerlere dönüklük” (Şimşek 2008: 119) ile açıklamaya çalışmışlardır”.

Batı toplumunda girişimcilik konusuna iktisatçı Joseph Schumpeter önceliğinde konu ele alınmıştır. Schumpeter, ekonomik sosyoloji terimini ilk popüler eden (Hodgsong.m.hodgson@herts.ac.uk, )iktisatçıdır.Schumpeter’e göre girişimciler yeni bileşenler yaparak mevcut ekonomik düzeni yıkan bireyler olarak belirtilir. Yani girişimci; güç sahibi olarak sistemli bir şekilde mal üretimini gerçekleştiren ve yeniliği üstlenen kişi olarak belirtilir(Schumpeter 2000:51). Schumpeter’ in bu bakış açısıyla girişimcinin fonksiyonunu“yaratıcı yıkıcılık” kavramı ile açıklamış olduğu söylenebilir (Öztürk 2008:14). Yine J.Schumpeter girişimciyi,”innovasyon yapan ve denenmemiş teknolojileri geliştiren kişi olarak” görürken D.McClelland ise “girişimci faal, orta düzeyde risk alan kişi”, Peter Drucker ise girişimciyi “fırsatları maksizmize eden kişi”, Karl Vesper ise”girişimciler, ekonomistler, psikologlar, iş adamları ve politikacılar tarafından farklı değerlendirmektedir”, Robert Hisrich ise “girişimcilik, finansal, sosyal, psikolojik risklerle birlikte parasal ve kişisel tatmin elde etme; bu amaçla, gerekli zaman ve çabayı harcayarak farklı bir değere sahip bir şey” ortaya koyma süreci olarak tanımlayarak iş –ekonomi ilişkisine bağlı olarak( Erdoğmuş 2007:19-20), girişimcilikte öne çıkan sosyo-ekonomik, sosyo-kültürel ve sosyo-psikolojik belirtileri; riskalma, öncü düşünceye sahip olma ve analitik kavrayış özelliğini taşıma gibi temel olan genel geçer girişimcilik özellikleri olarak belirtmişlerdir(Erdoğmuş 2007:23).

Kapitalist-liberalist iktisat anlayışına göre bireylerin çıkarların en üst seviyeye çıkarılmış olması, girişimciliği ateşleyen en önemli güdüyü oluşturmaktadır. Kapitalist-liberalist mahreçli klasik iktisat zihniyetine göre bireyin ekonomik fayda ve kar elde etme isteği, girişimciliğin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Neo-klasik iktisat anlayışına göre toplumdaki hâkim olan sınıf, girişimcilerdir ve laisser-faire da onun ideolojisini oluşturmaktadır(Kazgan 1969: 136). Böylece Comte’ci “Üç Hal” kanundaki pozitif aşamadaki(19.yüzyıl sürecinde bu ortaya çıkar) sistemi taşıyan, onu ilerleten önder tipin liberalist-kapitalist girişimci birey olduğu(Comte 1964:20), bu bireyin la-dini(cemsiz fark anlayışına göre kurgulanmış) olarak doğa felsefesinden türetilen materyalistik aydınlanma ve pozitivist felsefenin ürünü bir anlayışa bağlı oluştuğu söylenebilir.

Klasik iktisat girişimcilik yazınında bireysel çıkarların en üst seviyeye çıkarılması, girişimciliği ateşleyen en önemli güdüdür. Yani ekonomik fayda ve kar elde etme isteği girişimciliğin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Klasik iktisat kuramının bu yaklaşımına karşılık, kimi düşünürler de girişimciliğin gelişmesinin, ekonomik güdülerden ziyade, psikolojik bir değişken olan başarma ihtiyacına bağlı olduğunu belirtmektedir. Buna göre kişilik ve çevre faktörlerini, girişimciliğin ortaya çıkmasında teorik açılım olarak kullanmaktadırlar (Öztürk 2008:22).

Naffziger gibi kişilik faktörüne vurgu yapan yazarlara göre, girişimcide bulunan kişisel özelliklerin, girişimcilik faaliyetini yönlendirmedeki güdeleyici fonksiyonuna dikkat çektikleri gözlenmektedir. Bu konuda girişimcilik-kişilik ilişkisinden harekete edenler aha çok; başarma ihtiyacı, denetim odağı ve risk alma gibi noktalarda yoğunlaşmaktadırlar.

Girişimciliğin ortaya çıkmasında ikinci faktör olarak çevre unsuruna vurgu yapanlara göre girişimci bireylerin belirmesinde, pazar mekanizmaları ve devlet/ hükümet politikalarının etkinlilik taşıması dikkat çekmektedir. Sanayileşmesini tamamlamış toplumlarda, girişimci tipini olgunlaşmasında, pazar mekanizmalarının etkinliği temel bir rol oynamaktadır. Buna karşın sanayileşmesini yeteri derece de geliştirememiş ya da gelişmekte olan toplumlarda, girişimciliğin oluşması büyük ölçüde hükümet politikalarınca “girişimci birey inşa etme “niyetiyle resmi/devlet eliyle gerçekleşmektedir(Öztürk 2008:22).

Girişimcilik konusunda kişilik ve çevre faktörüne vurgu yanında birde “senteze ulaşma” amaçlı yazında bulunmaktadır. Bu yazında girişimcilikte kişilik önemli olmakla birlikte diğer faktörlerin etkisiyle kişiliğin bir anlam ifade edeceğini belirtilerek, girişimci davranışlarını, girişimcinin faaliyet gösterdiği o zaman(dönem) dilimindeki iktisadi, sosyal şartların ortaya çıkardığı ”oyun kuralları ve ekonomideki ödül yapısı büyük ölçüde” belirleyicilik taşımakta olduğuna dikkat çekmektedir (Öztürk 2008:23).

Sonuç itibariyle birtoplumun kültürel ve ekonomik dönüşüm hızı, başka toplumların dönüşüm hızlarının çok gerisinde bulunması halinde, o toplum kaynaklarını, ancak üretimden ziyade tüketimde değerlendirilmesi söz konusu olur. Bu durum ise dönüşüm konusunda geri kalmış olan toplum açısından,  ilerleme bir yana mevcudu koruma konusunda bile yetersizlik taşıyabilir hale gelir.

Toplumların sürdürülebilir bir ekonomik büyüme gerçekleştirebilmeleri ancak kamu, özel veyahut gönüllü olan kurumlarca, geleceğe yönelik kestirim çalışmalarına ağırlık vererek, bugünden daha çok yarınları düşünmeleri ve planlamaları gerekmektedir. Kurumların geleceklerini düşünmelerinin en faydalı yolu ise, bünyelerinde yenilik yapma arzu ve gayreti ile kendilerini yenileyip ve toplamda verimlilik artışına hizmet etmiş olmalarıdır. Bu istenen durumun gerçekleşebilmesi içinde, değişimi gerçekleştirme de temel aktör olan girişimciliğin, sürdürülmesine yönelik bilgilendirme ve bilinçlendirme faaliyetleri oldukça önem taşımaktadır.

Bilinçli bir girişim kültürü olmadan, dengeli bir tüketim ve sürdürülebilir bir üretim kültürü olamayacağından, bu anlamda ekonomik gelişmede istenilen noktaya ulaşılması oldukça zordur. Bunun başarılması için toplum kaynaklarının en verimli yatırım alanlarına dağılmasının önemine vakıf, toplumu ve toplumun iktisadi kapasitesini bilen fark+ cem idrakini kavramış bilinçli girişimcilik kültürü ve girişimcilerce sağlanması mümkün görülmektedir.

2- TÜRK GİRİŞİMCİLİĞİNİN TARİHSEL-TOPLUMSAL TEMELLERİ

Sosyal bilim yazınında yer yer Batı liberal merkezli sosyal bilim anlayışı 18.yüzyıl ön-endüstri çağından itibaren kalkınma sürecinin temel dinamiğini oluşturan unsurlar arasında aktif özne olarak, liberal zihniyete sahip girişimci tipinin oluşmasına bağlı olarak çeşitli açıklamalara rastlanılmaktadır. Bu söylem modern bağlamda girişimciliğin Batı’da ortaya çıktığını ifade etmektedir.

Girişimcilik olgusunun Batı liberalist-kapitalizmle özdeşleştirilmesi, ticaret merkezli bir sosyal hayat görüşüne sahip olan Türk toplumu ve onun medeniyet değerlerini bir ölçüde dışlama anlamına gelebilmektedir. Bu bilgi ve yorum eksikliği, “sosyal” e bakıştaki nokta tarihçilik anlayışı ile birleştiğinde, Türk toplumunun tarihsel toplumsal dinamiklerinin Türk girişimciliğinin oluşumu üzerindeki etkilerini görmezden gelme ya da onu küçümseme taraflılığına yönlendirebilmektedir. Bu durum ise Türk toplumunun sahip olmuş olduğu medeniyet değerlerini, toplum dinamiklerini, çağ görüşünü inşa etmede sosyal sisteminin bütüncül yönünü objektif olarak görme kısırlığını oluşturabilmiştir. İşte Batı medeniyetinin bu tek taraflı sosyal bilim anlayışından hareketle geliştirdiği bakış, Türk toplumunun medeniyet taşıyıcı özeliği olan dinamik insanın, (içerden bir bakışla ama evrensel sosyal bilim kavramsal çerçevesini de kullanarak),girişimcilik bağlamında değerlendirmeye tabi tutulması ihtiyacı belirmektedir.  Bu açılım için öncelikle Türk girişimciliğinin ve medeniyet taşıcı bir olgu olarak “ticaret”in ortak izdüşümünü bünyesinde barındıran ahilik kurumunun, girişimcilik ve kalkınma sosyolojik mahreçli analizi önem taşımaktadır.

2.1.Ahilik Kavramı

Ahilik geniş anlamda bir Asya ve Orta Doğu kaynaklı sosyal içeriği bulunan bir kavramdır. Ahilik bu sayılan bölgelerin kültürel anlayışından ve sosyolojik yapısından etkilenerek gelişmiştir. Ahilik, Orta Asya akılık geleneğinin İslami bir kalıp içine bürünmüş halidir(Tabakoğolu2005:368). Bundan dolayı Anadolu’daki kültür merkezli ahilik, sanayi ve girişimcilik faaliyetinin içeriğini ele almak için önce bu kavramın alp-erenlik, insan-ı kâmillik(erdemli insan ) ve tasavvuf ile olan ilişkisinin iktisadi ve sosyolojik temellerini ortaya konulmalıdır. Bundan dolayı bu alt bölümdeki incelememiz de, bu kavramların içerdiği anlamdan hareketle sosyolojik etkilerini tahlili ile ahiliğin, Türk-İslam medeniyetindeki girişimcilik ve sanayi faaliyetlerinin siyasal-kültürel etkilerle olan bağlılığı ortaya konulacaktır.

2.2. Ahiliğin Toplumsal Görünümü

13.yüzyılın ilk yarısında acımasız Moğol saldırıları önünden kaçıp İran ‘da Anadolu’ya gelen şehirli sanatkâr olanTürkler, burada tarihi ve sosyo-ekonomik nedenlerle ahiliğin, konukseverlik, yardımseverlik, sanat ve meslek eğitimi yönünde büyük ağırlık verdiler(Çağatay 1996: 36). İşte bu Moğol saldırılarından batıya göç etmek durumunda kalan şehirli Türk esnaf ve sanatkârları,  Türkistan’dan Anadolu’nun içlerine gelenler, daha sonra gelenlere sahiplenerek, onları  “akı örgütü”  bağlamında yönlendirerek, bu insanların, Anadolu’ya Kırım’a ve Balkanlar’a yerleşmelerini sağlamışlardır.  122o’ler de başlayan insaf dışı yakıcı ve yıkıcı Moğol saldırısı öyle vahşet içermekteydi ki, çoğu esnaf ve sanatkâr olan onbinlerce halk, yerlerinden ayrılıp güvenli bir yer olan soydaşlarının yanına, Anadolu’ ya yöneldiler. (Çağatay 1996: 37). Bu kalabalık ve sürekli göçle biraz menkul değerlere sahip olan köylüler, zengin girişimci-tüccarlar, ilim ve düşünce insanları, insan-kamil olan mutasavvıflar, alp-eren dervişler(Tabakoğlu1998:76),  esnaf ve sanatkarlar hemen birleştiler, kendilerinden sonra göç etmiş olan kesimlerin “zorluk çekmeden, kimseye yük olmadan, namerde el avuç açmadan alın teri ile yaşamlarını sürdürmek için tezgah ve atölyelerini kurdular”. Birer misafir evi ve geceleri toplanılması için de  “ahi zaviyeleri”ni yaptılar(Çağatay 1996: 38).

Ahilikte ana ölçü, bir sanat ya da bir meslek sahibi olmaktır. Fütüvvet namelerde bu konuda şöyle denir:”Ahilere helal para kazanmak farzdır ve hem vacip hem de sünnettir. Her kimin ki meslek ya da sanatı yoksa ona fütüvvet değmez. Ahinin onsekiz dirhem gümüş sermayesi olmalı, mutlaka bir işi olmalı, işsiz olmamalı”.

Büyük Türk ekonomisti ve zanaat ustası Nasırüddin Ahi Evren Mahmut, ahlak, konukseverlik, yardımseverlik ve sanatın uyumlu birleşimi olan ahiliği, teşkilat yapısını kurarak onu çok saygın ve hürmet duyulan bir kurum haline getirmiştir. Bundan dolayı zamanının ve daha sonraki hükümdarlar bile bu kuruma üye olmayı kendileri açısından bir şeref olarak kabul etmişlerdir (Çağatay 1996:399).Böylece Ahiliğin belirgin özelliği olan, sanatkârları ve çalışanları bünyesinde toplayan bir esnaf teşkilatı görüntüsü oluşmuştur. Ahiliği asıl önemli yanı ise bu teşkilata mensup kimselerin dindi-manevi ihtiyaçlarına müspet cevap veren bir inanç, ahlak ve tasavvuf hareketi olmasından kaynaklanmaktadır. İslam dini içinde tasavvuf doğrudan doğruya insanın gönlüne ve ruhuna hitap ettiği için, layıkıyla anlaşılıp tatbik edildiği muhit ve devirlerde oldukça verimli sonuçlar ortaya koymuştur. Tasavvufun asıl amacı, ruhi ve manevi bakımdan dengeli ve disiplinli insan tipi meydana getirmektir. Bunu da insan, kalbini, Allah dışındaki varlıklardan temizlemesi ve kalbinde sadece Allah’ın yerleşmesinin onu sevgisinin daimileşmesinin eğitimini almakla başarabilir. Böylece benliği/nefsin/egonun başta içgüdüsel istekler olmak üzere maddi dünyaya olan sevgisinden uzaklaştırılması gerçekleşerek erdemli insan(insan-ı kamillik)  olma vasfı gerçekleşmiş olmaktadır

Tasavvufta insanın bu ruhi gelişim yolu, ancak yedi basamaklı bir nefs eğitim yöntemi ile gerçekleşebilir. İnsan öncelikle doğuştan nefs-i emare özelliklerine sahiptir.   Bu yöntem ”nefs-i emare den nefs-i safiye(kamile)ye uzanan yedi nefs mertebesi(emare,levvame, mülhime,mutmanne, raziye, merziye,safiye) fıtratında var olan en aşağı varlık mertebesi(esfeli safilin) ile en üst varlık mertebesi (eşref-i mahlukat) arasında tercih  kabiliyeti veren insanın(homo sapiens) olgunlaşma sürecini ifade etmektedir. “Ben”lik ve “sosyal benlik” kategorilerinden geçerek “evrensel / kozmik benlik” düzeyine ulaşan insan(insan-ı kamil) hayatın en üst seviyesinde anlam bilgisine ulaşmıştır”(Göktürk/ Yılmaz 2005:428-429).

İşte ahilik, gücünü tasavvuftan aldığı yönüyle üyelerinin, ,belirli bir makama hesap verme durumunda olduğundan, kontrollü ve prensiplerine bağlı bir insan tipine ulaştırmayı hedefliyordu. 

Anadolu’da Ahiliğin temelleri ilk olarak meşhur mutasavvıflar tarafından atılmış olduğu görülmektedir Çünkü ahilik, bir tasavvuf kavramı olan fütüvvetin Anadolu da görünen şekli sayılır. “Fütüvvet ise Feta, Arapçada “genç” ,delikanlı, köle, hizmetçi, cömert gibi manalar taşır. Çoğulu “fityan” ve “fitye”dir. Bu kökten gelen fütüvvet ise, sözlükte kerem mürüvvet, cömertlik, gençlik, anlamına gelmektedir. Bunlardan hareketle fütüvvet yiğitlik, kardeşlik, kahramanlık yanında, tasavvuf terimi olarak cömertlik, diğergamlık, şefkat, alçak gönüllülük, mürüvvet gibi çok zengin manalar ifade eder”.Fütüvvetten söz eden kaynaklar ise bu kavramın içinde, İslamiyet’in ifade ettiği bütün güzel ahlak esaslarını bulmak mümkündür. İlk sufi düşünürler, fütüvveti anlatırken iyi ahlakın en üst seviyesinde ve bu nitelikleri taşıyan olgun ve eli açık kişilerden söz ederek(Demirci 1996: 44) bu kavramı, tasavvufi ahlak ölçüleri içinde yoğunluklu olarak ele almışlardır.

Sonuç itibariyle ahiliği, Türk-İslam medeniyeti açısından, Orta- Asya merkezli bir gençlik, sanayi, üretim, girişimcilik ve ahlaki-ruhi gelişime yönelik eğitiminin yapıldığı ve etkilerinin toplumun kültür ve siyaset alanına yansıyan geniş yönlerini bulunan diğergamlık üzerine kurulmuş bir sivil toplum kuruluşu olarak belirtilir. Bu kurumu, Türk-İslam medeniyetinin her çağ ve her toplum için geçerli olan ve çağlar ötesi etki gücüne sahip kâinatın ana kanunu fark+cem =tevhit birlikteliğinin din-ekonomi bağlamında gelişmiş olan iki yönlü bir kurumu olarak görmek mümkündür.

Ahiliğin, tasavvuf ile olan ilişkisi bağlamında erdemli insanlık vasfının(insan-ı kâmilliğin) toplumsal gelişmedeki eğitici rolünü ortaya koymada, alp-erenlik tiplemesi önem taşır. Bu bağlamında ise alp-eren insan modeli; üretim, sanayi ve girişimciliğin diğergam bir gönülle(ermişlik) birleştiren iki yönlü dinamik insanı inşa etmesiyle ve ahlak merkezli sanayi, ticaret ve girişimciliğin coğrafyayı vatanlaştırıcı veya toplumsal kalkınmayı sağlamada ise çağ”lar ötesi bir daimi geçerliliğin modelini sunmaktadır. Bu bakımından ahiliğin, günümüz koşullarında Batı medeniyeti ve onu model alma arzusundaki toplumların,  insan-toplum ve girişimcilik anlayışına çok şeyler öğretebilecek köklü bir derinliğe sahip olduğu söylenebilir.

2.3.  Ahi Girişimciliği, Tasavvuf, Erdemli İnsan Tipolojisi ve Kurucu Sosyal  Yapıcı Özelliği

Ahilik, Anadolu’da tasavvuf eğitiminden geçmiş bir mesleki bilgi ile donatılmış Müslüman Türk insanın” yüzyıllar önce kaliteli ürün ve hizmet üretmeyi teşvik etmek amacıyla üreticilerin kurup geliştirdiği” bir sivil toplum kuruluşudur.(Gürdoğan 2008:48).Ahilik,”hakka dayalı adalet, güvenlik, sabra dayalı,eğitim hükümet dörtlüsünün meydana getirdiği devlet anlayışını, halk kavramı ile mükemmel bir biçimde iş birliğine yönelterek güçlü,saygın ve bilinçli bir millet meydana getirmede önemli rol oynayan”  ve bu özellikleriyle  Osmanlı Devletini kuran kuruluş olarak da belirtilebilinir(Seyfeli 2005:791).

“Yetmiş iki millete bir göz ile bakmak” gerektiğini belirten tasavvufi” birlik” fikri(Bilgiseven 1984:151),erdemli insan(insan-ı kamillik) kavramı ile insan-toplum-ahlak etkileşimini geliştirir. Bu dengeli etkileşim, Fark +Cem =Tevhit birlikteliği bağlamında genelde İslam medeniyetinin ve özelde ise özgün Türk-İslam kültürünün “toplumsal kalkınma” formülünün içeriğini belirtir.

Türk-İslam medeniyeti açısından toplumsal kalkınmada insanın en temel iki unsuru bulunur.  Bunlardan ilkini, psikolojik faktör bağlamında ele almak mümkündür. Bu faktör gereğince insan nefisinin/egoizminin olumsuzluklarını giderme eğitimi (tezkiyesisi) sonucu; arzu, istek, tutku gibi olumsuzluk taşıyan duyguların metalaşma yönündeki etkinliğinin bertaraf edilmesi ile iç dünyası berraklaşmış, erdemli insan (insan-ı kâmil) haline dönüşmüştür. Bu hale dönüşen insan artık sadece seküler akıldan hareket etme yerine, seküler akıl+ metafizik akıl birlikteliğine yükselmiş bir üst bakışa sahip varlık olmuştur. Yani sadece epistemik düşünen insandan, epistemolojik ve ontolojik bir zihniyet kurgusuna ya da “gen haritasına” sahip insana geçiş söz konusu olmaktadır(Öztürk 2008:16).

 Bu “insan”ın, ikinci temel özelliği reel dünya tasavvuruna sahip olmasıdır. Dünya ve eşyayı da maddi kültür bağlamında ele alarak, maddi dünyada da başarılı olmanın öneminin bilincinde bulunan seküler akıl ile de tekniğe, teknolojik gelişmeye sahip olma anlayışı da ikinci yönünü oluşturur. İşte Türk sosyo-kültürel sisteminin erdemli insan tipolojisi (insanı kâmillik) bu iki unsuru iç dünyasında (manasında) ve dış dünyasında(maddesinde) birleştiren karizmatik şahsiyettir.

Sabri Ülgener, erdemli insanı; (İnsan-ı kâmilin) her çağın dünya görüşü ile beraber ideal insan ölçüsünün de değişmesine bağlı olarak onu, değişimi yakalayan gelişmeci bir ruh olarak ele alır.  Buna göre zamanın değişik bir görünüm sergileyen ama özü hep aynı olan bu insan tipinin özelliğini O şöyle izah eder :”değme kimsenin hakkından gelemeyeceği bir el açıklığını ve yürek pekliğini nefsinde toplamış insan demektir”.(Ülgener.1991: 62). Bu insanlar, aynı zamanda kendi toplumsal değerlerine uygun üretim anlayışına ulaşmıştır. İş ve meslek ahlakına önem de vermişlerdir.  Sanayiyi, üretimi ve üreticiliği- girişimciliği gerekli bulup ve bunları ahlak ve kültür anlayışlarıyla dengeli olarak da bütünleştiren, daha öncede ifade edildiği gibi  “güzel ahlak-iman”  ile “para”yı aynı yoğunlukta dengede tutmayı de başarabilen az sayıdaki önemli insanlardır (Sayar 1998: 334). Bunlar fark+cem =tevhidi bünyelerinde gerçekleştirmiş olduklarından, sistemin “Büyük Adam”ları konumundadırlar.   “Büyük Adam” olgusu”(Kaya 2005:44), toplum kalkınmasında; kalkınmanın gerçekleşmesinde, toplumsal değişimin olumlu yönde seyretmesinde, sosyal gelişmenin sağlanmasında temel dinamiğini oluşturan en önemli etmenlerin başında geldiği söylenebilir. Çünkü “Büyük Adam” olgusu insanlığın yol haritasını çizen karakterdir.

20 yüzyıl sosyologlarından Sorokin tarafından sistemleştirilen sosyo-kültürel kalkınmanın gerçekleşmesinde gerekli olan anlam ( din, semboler, inançlar), araç(maddi üretim unsurları) ve insan faktörlerinin birlikteliğine vurgu yapan açıklamaya oldukça uygun düşmektedir. Bu yönüyle Edebalı modeli,  batı mahreçli idealist felsefenim ancak 20.yüzyıl da çağdaş bir kalkınma modelini açılımına 13.yüzyılda yetkin uygulama örneğine sahip olarak ortaya konmaktadır(Şimşek 2008: 129). Buna göre Edebalı’nın ahi,girişimci olması, Sorokin’in modelinde araç, maddi boyuta, tasavvufçu yönü İslamın güzel ahlaka sahip olma koşulunu sağladığında anlam, mana yönüne dikkat çekmektedir. Edebalı’nın yol gösterici kimliğe sahip (mürşit) olması yani tasavvuf hocası sıfatıyla da erdemli “insan” unsurunu tamamlaması, kalkınmada bu üç unsurun Sorokin’den yaklaşık 700 yıl önce Anadolu’da İslam medeniyeti Türk kültürü bu idealist modeli kurmuş ve eyleme geçirerek başarı sağlamıştır. Modern zamanlarda Sorokin’de kendi çalışmalarında bunu ortaya koyarak zaman olgusunu kainat formülü olan fark+cem birlikteliğine hiçbir olumsuz tesir yapamadığını ortaya koymuş gözükmektedir.

 Fark+ cem =tevhitçi özelliğe sahip kurucu “büyük adam”lardan birisi de muhtemelen bir ahi olan Ahmet Yesevi’dir. (Gündüz 2005: 468). A.Yesevi, Türkistan’da dergâhında dervişlerini hem zahir (dış) yönüyle yetiştirip zamanında bir meslek sahibi olarak yetiştirirken aynı zamanda bu özelliğe sahip dervişin mesleğini tasavvuf terbiyesi ile icra etmesi içinde,  batın (iç) eğitimden geçirmiştir.  Bu kitleyi, “iki boyutlu özellik taşıyan kâmil bir insan “   olgusuna sahip olarak erdemli vasıflara sahip ve bu özelliklerini topluma sosyal pratiklerle aktaran bir “model insan” vasfıyla Anadolu’ya kolonizatör Türk dervişleri olarak göndermiştir(Horata 2005:532). Bu iki boyutlu özelliğe sahip “model insan”lar da, Anadolu’da maddi mesleğini icra ederken aynı zamanda yüksek ahlak ölçülerine sahip bir ruh dünyası ile adaletli, diğergam ahlaklı, paylaşımcı, cömert ve işini teknik olarak da iyi yapan bir insan tablosu ortaya koyarak fark+cem =tevhidi ifade eden kainat formülüne denk düşen “denge” insan tipini ortaya çıkarmışlardır. Böylece maddi dünyaya meslek açısından tam bir uzmanlaşmışlığın yanında bunu metafizik ahlak anlayışı ve onun uygulanmasıyla da, manevi değerleri sosyal hayat içinde “birlikte” ve “denge” ölçüsü içinde uygulayabilmişlerdir.

Yesevi eğitiminin maddi meslek ve metafiziki ahlak inşası sonucu oluşan “model insan”ın  dergâh da edindiği bütün bu özellikler, Anadolu toplumsal alanında, Yesevi dervişleri İslamiyet in güzel ahlak anlayışını en güzel şekilde benliklerinde uygulamalarıyla, müslüman olmayan kesimleri etkilemiş ve bu sosyal grupları kütleler halinde kendi özgür iradeleriyle/gönüllü olarak müslümanlığı seçmelerine yol açmıştır(Anadol 1994:96). Çünkü bu sufi dervişler; insanları dıştan içe döndürmüşler, onların içlerindeki yüce varlığı fark etmelerine yönlendirmeye çalışarak; kin ve öfkenin yerine sevgi ve sabrın hakim olmasına, ihtiras, hırs yerine kanaatkarlık duygusunun hakim olmasına, cimrilik ve kıskançlığın yerine cömertlik ve yardımlaşmanın etkin duygu olarak hakim olmasına, başkalarına karşı kibir ve üstün olma yerine eşitlik ve hoşgörünün hakim olmasına yönelik duygu transferi yoluyla ahlaki değişimi savunmuşlar ve bunu da yaşayarak model sunarak ortaya koymuşlardır(Horata 2005:532).Bu dini, metafiziki duygu transferi ile girişimcilik olgusunu biçimlendirerek, girişimcilikte fark ve cem birlikteliğini sağlayarak, reel üretimden hareketle yeni bir siyasal yapı organizasyonunu (Osmanlı Devletini) gerçekleştirebilmişlerdir. Böylece insan-ı kâmil olan kolanizatör dervişler fark+cem =tevhid idraki ile bir yandan iş - zanaat sahibi olmaları ve iş ahlakına vakıf bulunmaları, öte yandan bunları tasavvuf eğitiminden geçirerek, bireysel davranış mükemmelliğine ulaşmalarını sağlamıştır. Bu iki özelliğiyle eğitilen talebelerin dünya ve dünya ötesine karşı barışlık duygusunun bütünleşmesi sonucu, “hiç ölmeyecekmiş gibi dünya, yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalışma” anlayışın karekterilojik eğitimine ulaşmışlardır((Torlak/Özdemir/Erdemir 2008:23). Bu fark+cem =tevhit anlayışı ile eğitilen talebeler yani ideal insan unsuruna bazı diğer faktörlerle birlikte eklenince Anadolu’nun vatanlaşması; tasavvufi eğitim ve uzmanlaşmış teknik bilgiye sahip reel dünyayı önemseyen insan –toplum-kültür bütünleşme ile sağlamış olduğu söylenebilir. Bu modellemenin işaretlerini, kolanizatör tasavvuf öğretisine mensup model insanın sosyal faaliyetleri sonucu tasavvuf-ahilik etkileşiminin vatan yapıcı din anlayışı(Ülken 2004: 304) çerçevesinde toplumsal kuruluşu yönlendirdiği açıkça görülmek mümkündür. Buradan hareketle devlet olgusunun biçimlenmesindeki sosyal kuruluş anlayışı, kalkınma, adalet-hukuk- sanayi- kültür gibi etkileşimlerin bu iki boyutlu eğitim anlayışının model insanın karekteriolojik inşasında maddi hayatta girişimcilik, manevi hayatta ise öte dünya anlayışını merkeze alan bir seküler akıl+metafizik akıl merkezli zihni bir çerçeve içerisinde oluştuğunu söylenebilir.

15.yüzyılda yaşamış Büyük Türk Mutasavvıfı insan-ı kâmil Hacı Bayramı Veli’ nin de bir ahi şeyhi(fark,seküler boyut) ve tasavvuf hocası(cem,metafizk boyut) olması, Osmanlı Devletini orta çap bir devletten dünya ölçeğinde bir devlet olmaya yönelmesinde etkili olduğu söylenebilir. O’nun iktisadın en önemli konularından olan bölüşüm alanında geliştirdiği görüşleri Osmanlı sanayi, üretim anlayışına yeni bir ivme kazandırmıştır(Sayar 1998:311).Bu bayrami bölüşümcülük de, tasavvufi bir ahlak anlayışı ile iktisat –dünya bütünleşmesi sağlanır. Ancak bu bölüşümün ilgi alanı;  liberalisttik sermaye birikimi anlayışının ilke ve zihniyet kurgusunun düşüncel temellerinden uzak olduğundan, bireyselleşme/egosantrikleşme/homo ecomicusluğun ilk modellemeleri yerine,   toplumsal dayanışmayı esas alan diğergamlık zihniyetine göre kurgulanmış erdemli insan vasfına sahip(Nefsi safiye ye ulaşmış) “sosyal adam” yaklaşımı daha belirgin olarak görülür.

Hacı Bayram Veli bir yandan talebeleriyle birlikte tekkelerinin etrafında ki tarlaları, kendiside bizzat çalışarak ekip biçiyor ve hep birlikte reel üretimin içinde yer alarak, emeklerinin ürünü ile geçiniyorlardı. Ankara şehrindeki, onun talebesi olan birçok dokumacı bu sanayi üretimlerini ortaklaşa yapıyor ve satıyorlardı. Elde edilen gelirlerden fakirlere yardım, sosyal ve hayri harcamaları için pay ayırarak, tekelci sermaye birikimi duygusuna saplanmadan, mümkün olan en dengeli iktisadi toplumsal bölüşümü gerçekleştiriyorlardı(Kozak 1999: 88–89). Böylece erdemli insaniliğin (İnsan-ı kâmilliğin/nefsi safiye karekterine sahip olma hali), Türk İslam medeniyetinde hem mana(hikmet), hem de madde(rasyonel) bilgisine sahip yüksek ahlakı bünyesinde toplayarak, yani fark+cem birlikteliğini gerçekleştirerek, kâinat ana formülünü toplumsal alanda uygulayarak(realize ederek),  toplumsal kalkınmanı temel dinamiğinin hikmet+rasyonel bilgi “birlikteliğinde” olduğunu ortaya koymuştur. Bu yöntem, günümüz Batı medeniyeti sanayi ve ötesi toplum dinamik içeriğinden çok daha derin ve köklü bir “sistem” anlayışını ortaya koymakta olduğu ifade etmek mümkündür.

 

SONUÇ

Girişimcilik konusu dünyadaki en eski toplumsal mevzulardandır. Çünkü ilk dönemlerden buyana insan ve topluluklar, insanın tüketim ihtiyacı ve ayrı kültürler hep buluna geldiğinden, ticaret, trampa, üretmek, mal, para, pazar, alış-veriş, toprak ve ekonomik kaynakların kontrol isteği, kültürleri birbirlerine karşı mücadeleye ve hâkimiyet kurmaya yöneltmiştir. Bu yöneliş dünya da medeniyet kurma unsurunu geliştirmiştir. Medeniyetler öncelikle de çağına hitap edebilen nitelikli insan ve üstün teknoloji geliştirmeye eşgüdümüne bağlı olarak geliştiğinden, burada ki temel aktör insan unsuru olmuştur. İşte büyük medeniyetler; kendi kültürünü içselleştirmiş nitelikli girişimci insanlarının mücadeleleri, gayretleri,  özverileri ve kendi menfaatlerine uygun özgün yorumlar oluşturma bağlamından hareketle geliştiklerini, medeniyet tarihi çerçevesinde anlaşılmaktadır.

Yenilikçi, dinamik, gayretli, aktif insan gerçeği girişimciliğin temel koşullarından olması yanında, medeniyetleri yükselten kültür taşıyıcı olan insan tipide aynı insan tipidir. Buna göre girişimciliğin tarihsel, kültürel, toplumsal ve siyasal kökenleri burada, çok yönlü bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Konunun bu kadar derinlik taşıması onun sadece iktisadi bir olgu olarak değerlendirilmemesini gerektiğini gösterdiği gibi iktisadi faktöre ilaveten tarihsel, kültürel, siyasal etkileri bağlamında da kapsamlı değerlendirilmesinin zaruretini ortaya koymaktadır. Bu çok yönlü girişimcilik analizi, tek faktörlü (iktisat faktöründen hareketle)  analiz yönteminden çok daha analitik ve daha gelişmeci bir çerçevenin yeniden inşa ihtiyacını ortaya çıkarmaktadır.

Dolayısıyla toplumların üretim gücünü artırmada ağırlık merkezi sermayeden girişimcilere doğru bir kayış göstermektedir. Bu manada girişimlerin niteliklerini ortaya koyabilmek adına, ekonomik, siyasal ve kültürel tarihin başat tipolojilerinin başarılarındaki gizlilik veya mahiyetleri belirleyen çok sayıda çalışma, incelemece ve konu ile ilgili derinleşmelerin yapılma ihtiyacı yeniden kendini göstermektedir. Çünkü toplumun özgünlüğünü ifade eden kuralların korunması veya özüne uygun yeni yorumların geliştirilmesi için, ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel hayatı canlı tutacak hedeflerin dinamik bir insan unsuru ile yenilenmesi gereği bulunmaktadır. Bu ihtiyaç da toplumsal kültür ve ekonomi, tarih ve siyasal bilince sahip girişimcilerin anlamlı ekonomik ve sosyal katkılarıyla ancak mümkün olmaktadır. Böylece girişimcilerin ortaya koydukları yenilikler, buluşlar türünden ekonomi ve sosyal mahiyetli katkılar, toplumun üretim hayatını sosyal birliğini, teknolojik düzeyini ve kültür dünyasını geliştirir ve zenginleştirici katkı sağlar. Bu durumda ise ortaya çıkan zenginlik, gelişme veya kalkınmışlığı sağlamakla birlikte, toplumdaki yoksulluğu, ahlaki çözülmeyi ve sosyal aşınmayı önleme de etkili olur.

Sonuç itibariyle toplumsal kalkınmada girişimcilik sadece iktisadi bir vasıta olarak görmek yetersizlik taşımaktadır. Konunun sosyolojik boyutu yani girişimciliğin toplumsal değişim, dönüşüm ve kültür unsuru ile olan ilişkisi, iktisadilikle birlikte ele alınmayı gerekli kılmaktadır.

Bir toplumsal yapıda girişimciliğin önemi o toplumdaki girişimcilerin, toplumun ihtiyaçlarını belirleyip bunun giderilmesi için yatırım yapan ve sonraki süreçte bunun toplumsal refahı sağlamadaki etkilerinin oluşmasında, aktif rol oynamalarından kaynaklanmaktadır. Çünkü toplumdaki yatırım sonucunda istihdam ve gelir düzeyi artarken, bunun fertlerin genelde refah düzeylerinin artmasına yol açabilmektedir.

 Öte yandan da 3.bin yılın en önemli yönetim sistemi yani bilgi, enformasyon, tecrübe, sosyal ilişkiler ağından oluşan ”entelektüel sermaye “, yeni dönemde bu bilincin değer, zenginlik ve kaynak oluşturmak için yeni bileşenler setinin kurgulanmasına yönelik bir zihniyetin inşası gerekmektedir. Bu da ancak yeni dönemde girişimcilik bilincinin önemi ile yeni şartlarda yeni uzak-geniş görüşlülük(vizyon) bakışına yönelik bilinçlendirici çalışmalara yönelişle mümkün olabilmektedir. Dolayısıyla girişimcinin,  yenilik imkânını ön görebilen onu geliştiren pozitif yönde değişmeci ve gelişmeci bir birey özelliği taşıması nedeniyle, zihninde tasarladığı gelişmecilik ve yeniliklerin peşinde koşma isteğinin sürekli olması sonucu, yeniliklerin/buluşların ekonomik dalgalanmalarda öncü rol oynamasına yol açmakta olduğunu belirtir. Bunun da günümüz koşullarında mümkün olabilmesi ise entellektüel sermaye zihniyetine sahip yeni girişimci tipolojisininkurgulanmasına bağlı olarak gelişmesi mümkün görülmektedir.

Bunu da en verimli şekilde iki boyutlu metodolojiye sahip fark+ cem =tevhit kainat formülasyonu ile eğitilmiş çağdaş girişimcilerin başarabileceği düşünülmektedir. Çünkü homo-economicus karakteri, Ahilik-tasavvuf çizgisinde ilk nefis mertebesi olan nefs-i emmare hali yani insanın en alt ahlaki seviyesi yani egosantrik/bencil/antroposentrik insan tipine tekabül etmiş olduğundan, yaklaşık iki yüz yıldır Batı medeniyeti; materyalistik mahreçli liberalist insan bu karekteriolojik özelliklere sahip olarak girişimcilik faaliyetlerini geliştirmiştir. Bunun sonucunda Afganistan, Filistin, Irak vahşetleri yanında dünyanın adil/dengeli gelir dağılımının bozulduğu zenginin daha fazla zengin yoksulun ise çok daha yoksul hale dönüştüğü bir girişimci zihniyetinin “sistem”i oluşmuştur. Bu nefs-i emmare zihniyetine sahip batı liberalist girişimcinin “kazanma hırsı, hükmetme, hegemonik güce ulaşma arzu ve isteğinin sınırsızlığı” kendisini tanrı yerine koyan “dünyanın efendisi görme” duygusu; uygulanan liberalist-kapitalist politikalarla küresel yoksulluk, küresel sömürü, gibi olguların meşrulaştırılmasına çalışılmıştır. Bu meşrulaştırma ise, liberal sosyal bilimin vazgeçilmez doğruluk taşıdığı fikrinin dayatılmasıyla(empoze edilmesiyle), 20 ve günümüz 21. sürecinde uluslararası emperyalizmin yaygınlaşmasının bilimsel bir çerçevede zemini oluşturulmuş olmaktadır. Batı medeniyetinin önder insan tipi olan liberal girişimci, Türk-İslam medeniyetini tasavvuf anlayışına göre nefs-i emmare özelliği taşıdığından, Batı medeniyetinin metafiziğinin de böylesi bir eğitim yönteminin yani insanın iç dünyasının aydınlanmasını sağlayacak eğitim metodunun bulunmadığından, insanlığa büyük değişim yaşatacak küresel ölçekte erdemli vasıflara sahip bir girişimci olma yönü ihtimal dahilin de görülmemektedir. Bu ise dünyaya yön veren büyük ölçekte değişim meydana getirme özelliğine sahip girişimciliğin, artık Batı’da mevcut hali ile bir medeniyet krizine yol açmaktan öte bir toplumsal ve siyasal rol taşımadığını ifade etmek, günümüz realitesi açısından hatalı bir söylem olmasa gerektir.

 

KAYNAKÇA

Anadol, Cemal.  Anadoluyu Aydınlatan Güneş, Pir-i Türkistan Hoca Ahmet Yesevi ve Yesevilik, Kamer Yayınları, 1994,İstanbul.

Arıkan, Semra. Girişimcilik, Temel Kavramlar ve Bazı Güncel Konular, Siyasal Kitabevi,   2002, Ankara.

Berger, Peter L.. Sekülerizmin Gerilemesi,Medeniyetler Çatışmasına Giriş, Der:M.Yılmaz, Ankara, Vadi Yayınları,Ankara,2006.

Bilgiseven, Amiran Kurktan. Türkiye’de Sosyal Çözülme Tehlikesi, Filiz Kitapevi,  1990,İstanbul.

Bilgiseven, Amiran Kurktan.Maliye Sosyolojisi, Filiz Kitapevi,1984,İstanbul.

Bilgiseven, Amiran Kurktan. Sosyolojik Açıdan İslamiyet ve İslami  Kavramlar, Filiz Kitapevi, 1992,İstanbul.

Bilgiseven,Amiran Kurktan.Sosyal İlimler Metodolojisi,  Filiz Kitapevi,1994,İstanbul.

Bolay, Süleyman Hayri .Tabiat Kanunlarının  Zorunsuzluğu  Üzerine,  Batı, Klasikleri, Çev: H.Z.Ülgen, M.E.G.S.B.Yayınları,1988,İstanbul Comte,Auguste    :The proggres of Civilization trought  Three States, Social Change, edit.Amitai and   Eva Etzioni, 1964, Basic Books Newyork-London.

Çağatay, Neşet. “Ahiliğin Ortaçağ Anadolu Toplumuna Etkileri”, I. Uluslararası Ahilik  Kültürü Sempozyumu Bildirisi,Kültür Bakanlığı Yayınları. 1798, 1996, Ankara.

Demirci,Mehmet.“Ahilikteki Fütüvvet Ahlakı”,I.Uluslararası Ahilik Kültürü Sempozyumu Bildirisi, Kültür Bakanlığı Yayınları. 1798, 1996, Ankara.

Erdoğmuş, Nihat. Aile İşletmeleri, Yönetim Devri ve İkinci Kuşağın Yetiştirilmesi,  2.Baskı, İGİAD Yayınları, 2007,İstanbul.

Erdoğmuş, Nihat. Girişimci İşadamlarının Kariyer Gelişimi”,Kişisel gelişim merkezi, İnsan Kaynakları. Com, 2005,İstanbul.

 Goleman, Daniel. Sonuç Alıcı Liderlik, Lideri Lider Yapan Nedir, Harvard Business Review, MESS, 2002, İstanbul.

Gökberk,  Macit. Felsefe Tarihi, Remzi Kitapevi, 14.Basım,2003,İstanbul.

Göktürk,İsmail/ Yılmaz, Mehmet. Hayatın Anlam Bilgisine Dair Yahut Günümz Ahi Kişiliği Üzerine Bir Deneme, 1. Ahi Evran-ı Veli ve Ahilik Araştırma Sempozyumu -2004,G.Ü. Ahilik Kültürünü araştırma Merkezi Yayın No:2, Hazırlayan F.Köksal, Kırşehir,2005.

Gutek,Gerald L.  ;Eğitime Felsefi ve İdeolojik  Yaklaşımlar, Çev:Nesrin Kale, Ütopya Yayınları,2001,Ankara.

Gündüz, Ahmet. Beylikler ve Osmanlı Devleti’nin Kuruluşunda  Ahileirn Siyasi ve Askeri  Rolü,1. Ahi Evran-ı Veli ve Ahilik Araştırma Sempozyumu -2004,G.Ü.

 Ahilik Kültürünü araştırma Merkezi Yayın No:2, Hazırlayan F.Köksal, Kırşehir,2005.

Gürdoğan, Nazif. Girişimcilik ve Girişim Kültürü, İGİAD Yayınları, 2008,İstanbul.

Horata, Osman. Osmanlı Toplum Yapısının Temel Dinamikleri: Mevlevilik, Bektaşilik ve Ahilik,1. Ahi Evran-ı Veli ve Ahilik Araştırma Sempozyumu -2004,G.Ü. Ahilik Kültürünü araştırma Merkezi Yayın No:2, Hazırlayan F.Köksal, Kırşehir,2005.

Hungtington, Samuel P. . Medeniyetler Çatışması Mı?,Medeniyetler Çatışmasına Giriş,  Der:M.Yılmaz, Vadi Yayınlar, 2006, Ankara.   

Kazgan, Gülten. İktisadi Düşünce veya Politik İktisadın Evrimi, İstanbul Üniversitesi Yayınları: 1416, Sermet Matbaası, 1969, İstanbul

Kaya, Bayram.Türk Felsefe Tarihi,Asya Şafak Yayınları,2005,İstanbul.

Kozak, İ.Erol. İnsan-Toplum-İktisat, İbn-i Haldun’dan Yola Çıkarak Çok Yönlü Bir Tahlil Denemesi,  Değişim Yayınları, 1999,Adapazarı.

Maisonneuve, Jean. Sosyal Psikoloji, Dost Kitapevi, 2005, Ankara.

Orman, Sabri. Gazali’nin İktisat Felsefesi, İnsan Yayınları, 2002,İstanbul.

Öztürk,İbrahim. 2008 Girişimcilik Raporu, İktisadi Girişim ve İş Ahlakı Derneği,(İGİAD),2008, İstanbul.

Parsons, T.,Smelser,  N.J. ; Economy and Society, Routledge, Kegan  Paul, 1984, London- England.                       

Perrons, Diane. Globalization And Social Change, People and Places in a Divided World, Routledge Taylor and Francis Group, 2004, London and Newyork.

Sayar,A.Güner. Bir İktisatçının Entelektüel Portresi Sabri F. Ülgener, Eren Yayıncılık,  1998, İstanbul.

Schumpeter, Joseph A. : Entrepreneurship as İnnovation, Entrepreneurship, Newyork, The  Social Science View,Edi. By:Richard Swedberg,The British  Council, 2000,Oxford University .

Seyfeli Erol. Kırşehirde Ahilik, Ahiliğin Ahlak ve Gençlik Üzerine Etkileri, Günümüze  Yansımaları, 1. Ahi Evran-ı Veli ve Ahilik Araştırma Sempozyumu – 

2004, G.Ü. Ahilik Kültürünü araştırma Merkezi Yayın No:2, Hazırlayan F.Köksal, Kırşehir,2005.

Sezen, Yümni; Madde Nedir, Maddeci Felsefenin Çıkmazları,  Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi yayınları No:104,1996, İstanbul.

Sifil, EbuBekir. Modern Müslümanın Zihin Durumu Ve Sünnet Algısı, Rıhle Üç Aylık İlim, Kültür Ve Medeniyet Dergisi, 2008,İstanbul.

Şimşek,Osman. Zihniyet Kavramı Ekseninden Batı Medeniyeti ve Antroposentrik Liberalist Girişimcilik, Kamu-İş İş Hukuku Ve İktisat Dergisi, c.8.S.3,Ankara, 2005.

Şimşek, Osman. Zihniyet Açısından Türk Girişimciliğinin Sosyolojisi, Otorite Yayınları, 2008, Ankara.

Ritzer, George . Sociological Theory ,Second Edition,By Alfred Knopp,İNC, USA.

Tabakoğlu, Ahmet. Türk İktisat Tarihi, 1998, Dergah Yayınları,İstanbul.

Torlak,Ömer/ Özdemir,Şuayip/ Erdemir,Erkan. 2008 İş Ahlakı Raporu, İktisadi Girişim ve İş Ahlakı Derneği,(İGİAD),2008, İstanbul.

Ülgener, Sabri F. İktisadi Çözülmenin Ahlak ve Zihniyet Dünyası, 1991, Der Yayınları, İstanbul.

Ülgen, Hilmi Ziya.   Türk Tefekkür Tarihi,Yapı Kredi Yayınları, 2.Baskı , Cogito129,  2004, İstanbul.

Weber, Max.  Economy And Society, Edited  by Guenter Roth and Claus Wittich,University of California Pres,1978, Los Angeles,London.

 Weber, Max.   Şehir, Modern Kentin Oluşumu, Bakraç yayınevi, 4.Baskı, 2003, İstanbul. 

Hodgson, Geoff. Economic Sociology - Or Econology? g.m.hodgson@herts.ac.uk, University of Hertfordshire

http://felsefetarihi.net/18yy.htm

http://www.mihr.com/mihr/turkce/yazili.shtml  

NOT: Bu çalışma Uluslar arası International DAVRAZ Kongresi  24-27 Eylül 2009, Yeni Küresel Diyalog, Süleymen Demirel Üniversitesi, Isparta, 2009’da sunulmuştur.