“Tevhidi Sosyal Düşünce”

Gezi Parkı Olayları Sonrasında Başörtüsü Üzeriden İslam'a Karşı Tavır Alış

Gezi parkı olayları şu ya da bu şekilde değerlendirilebilinir. Ancak temel de Türkiye’nin 1807’den bu yana yaşadığı gelişmeler göz önüne alındığında Tanzimat, 1839 İngiltere ile yapılan Baltalamanı anlaşması, 1854 ilk borçlanma, 1856 Islahat Fermanı gibi gelişmeler…, Türkiye’de batılılaşmanın önünü giderek açmış, buna karşı İslam merkezli geleneksel siyasal-toplumsal düşüncenin, bürokrasinin, aydının da etkinliği de azalmıştır. Bu birbirine bağlı süreç, 2007 ile Türkiye’de siyasal-toplumsal düşüncenin zihniyet değişimin temellerini ortaya çıkardı. Bu süreç aynı zamanda 1807 ‘den bu yana adım adım batılılaşmacı bürokrasi, sermaye ve aydının devletle olan rant/güç/etkin olma vasıflarını kaybetme sonucunu ortaya çıkarması görüntüsü, gezi parkı olaylarını tetiklemiştir.
 
Gezi parkı olayları bir hükümet politikasını ya da Sayın Başbakanın çekip gitmesini sağlama olayı olarak görülemez. Yukarıdaki sosyo-politik ve tarihi geliş içindeki Türkiye’de değişime girmiş geleneksel kodlu zihniyet dönüşümünü durdurmak, bunun yerine Batıcı seküler bürokrasinin, aydının, sermayenin varlığını devlet üzerinde devam ettirmesini sağlamaya yönelik bir teşebbüs olarak görülmelidir. Tarihsel, siyasal, toplumsal ve kültürel açıdan gezi parkı olayına bakıldığında, Türkiye’de İslam merkezli muhafazakâr sosyal düşüncenin gelişmesinin önünü tıkamak olarak görülebilir. İslam’ın Türk toplum yapısında yeniden kültürel dayanışma formunu taşıma bilincine toplumun ulaşması, sosyal itici bir fonksiyonla sosyal yapıyı etkilemesi gibi gelişmeler, çeşitli çevreleri sürekli temelde İslam’a ama görüntüde İslam’ın bir unsurunu öne çıkararak tümevarımsal bir yöntemle tavır alışları ortaya koymaktadırlar. Bunların son örneklerinden biriside Sayın Cumhurbaşkanı ve Sayın Başbakan’ın eşlerinin başörtülerine/baş örtmelerine yönelik açıklamalardır. Bu tavırlı açıklamalar, esasta İslam’a ve onun emirlerine yönelik tavır alışları ifade etmek anlamına gelmektedir.
 
Kadınların başlarını örtmeleri, İslam’ın emridir. Nur suresi 31.Ayet;
 
“Mü’min kadınlara da söyle: Gözlerini korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, ziynetlerini teşhir etmesinler. Başörtülerini yakalarının üzerine örtsünler. Kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları, ellerinin altında bulunan erkeklerden, kadına ihtiyacı kalmamış hizmetçiler yahut henüz kadınların gizli kadınlık hususiyetlerinin farkında olmayan çocuklardan başkasına ziynetlerini göstermesinler. Gizlemekte oldukları ziynetleri anlaşılsın diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey mü’minler hep birden Allâh’a tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz!..”
 
Her müslüman hanımefendinin bu ayet çerçevesinden dini bir emir olarak başını örtmesi, ilahi bir emirdir. Bu noktada İslam’ın bu emrini hafife almak, bu yönde açıklamalarda bulunmak, İslam açısından kendisine karşı tavır alış olarak değerlendir.
 
Türkiye’de hanımların başlarını örtmesi üzerinden yapılan siyaset,  “kamusal” tanımlaması üzerinden 28 Şubat sürecinde bir sistem krizi oluşturdu. 2002 seçimlerinden sonra Türkiye’de siyasal süreç giderek muhafazakâr değerler üzerinden şekil almaya başlayınca, günümüzde artık kamu kurumalarında da başörtüsüyle çalışmaya doğru bir gelişim yaşanmaya başlandı. Ancak kimi yazar-çizer görüntüsündeki ideolojik bakışlar, İslam’ın Türkiye’deki gelişim sürecini hazmetme sorunu taşıdıklarından, bunun yansıması olarak Sayın Cumhurbaşkanın eşleri ve Sayın Başbakan’ın eşlerinin başörtüleri üzerinden edep dışı bir söylem ile İslam’a olan tavır alışlarını ortaya koyabilmektedirler.
 
İslam açısından iman itibaridir. İnanmaya zorlama yoktur. Ancak Türk toplumunun genel dini inancını adı İslam ise buna da saygı gösterilmesi gerekir. Hele hele Devletin tepesindeki yöneticilerin eşlerinin bu kimliklerini bir yönüyle başörtüsü kullanarak açıkça ortaya koymalarına rağmen,   başörtüsü üzerinden bu görünümü eleştirmek esasında, İslam’a karşı ortaya konan bir tavırdır. Bu ise toplumun kadim değerlerine karşı saygı taşımamayı ifade edebilmektedir. Yine bu kesimlerce Türkiye’de din hürriyeti, özgürlükler, inanç serbestliği, halkların hakları… gibi konuşulan konular, İslam dışı bir din ya da kültürel, etnik unsurları kapsayınca aktif olarak savunulmakta ancak konu İslam olunca bu tutum değişmekte olduğu gözlenmektedir.
 
Türkiye’nin son on yıllık süreci, 1807’de itibaren gelişen batlılaşmacı zihniyete karşı bir değişimi ifade etmekte olduğundan bu süreci olumsuz etkilemek için sürekli yeni toplumsal gerilim alanları oluşturulmaktadır. Gezi parkı, başörtüsü gibi olaylar da bunun tipik örnekleri olarak görülmelidir. Dünya ve Türkiye 21.yüzyılda kültürel değişim yaşamaktadır. Türkiye, 21.yüzyıl sürecinde dünya gerçeklerine paralel olarak,  girmiş olduğu değişim sürecini daha yoğun yaşar gözükmektedir. Buna göre Türkiye, her alanda kültürel değerlerini dinamik olarak ayakta tutacak bir dinamizm göstermesi gerekmektedir.  Çünkü sanayi toplumunun la-dini seküler, pozitivist ve laisizmci tartışmalarının dünya ve Türkiye gündeminden çıktığını bilerek, toplumu bu noktada tutmak isteyen 18-20.  yüzyıl Batı zihniyetli çevrelerinin görüşlerinin çağ gerisinde kalmışlığını bilerek, yeni Türkiye’nin kültürel özüne uygun düşünce, fikir ve davranışlarının gelişimine katkı sağlanması gereği bulunmaktadır. Bunun da ana denge noktasının İslam’ın hassasiyetinin toplumca korunmasından geçmektedir. Zaten gezi parkı ve başörtüsüne saldırılarının da bu noktadaki zaaf görüntüsünden istifade ederek ortaya konduğu da, anlaşılma beklemektedir.

Yazarın Son Makaleleri

Sosyal Ağlarda Paylaş

Twitter Facebook Google+ E-mail

Kategoriler

Son Yazılar