“Tevhidi Sosyal Düşünce”

Farklı bir açıdan İslam Devrimi

İlk başlarda ben de, gecen yüzyılın son çeyreğine damgasını vuran bu devrimden etkilenenlerden ve ona karşı çıkanları sert bir şekilde eleştirenlerdendim

İran İslam Devrimi 20. yüzyılın şahit olduğu en önemli halk devrimlerinden biridir. Gerek fikir örgüsü gerekse yapılış tarzı ile kitleleri peşinden sürüklemeyi ve her zaman ilgi odağı olmayı başarmıştır.

Bu ilginin kaynağında her şeyden önce devrimin, ABD ve İsrail’in bölgede ki ileri karakolu olarak bilinen Pehlevi rejimini devirmesi yatıyor.

Bu tarihi başarı, İran İslam devrimini kısa sürede emperyalizm karşıtı duruş sergileyen İslami kesimler için umut kaynağına dönüştürür.

Bir türlü istenilen başarıyı sağlayamayan ve mevcut rejimler tarafından kanlı şekilde bastırılan Sünni İslami hareketler dahi İran örneğinden ister istemez etkilendiler.  Hatta onunda ötesinde devrim bu kesimler tarafından model olarak görülmeye başlandı. Devrimin bariz Şii karakteri dahi bu inanılmaz etkiyi kırmaya yetmez. Humeyni’nin en azından görünüşteki radikal eylem ve söylemleri devrimin anti-emperyalist boyutunu perçinleştirir. Tüm bunlardan dolayı, devrimi eleştirmeyi göze alanlar çok sert bir şekilde eleştirilip işbirlikçi damgasını yer.

Ne yalan söyleyeyim ilk başlarda ben de, gecen yüzyılın son çeyreğine damgasını vuran bu devrimden etkilenenlerden ve ona karşı çıkanları sert bir şekilde eleştirenlerdendim. Zira bize yansıtılan tüm veriler emperyalizm karşıtı Müslümanları böyle bir tavır almaya zorluyordu.

Oysa olayları derinlemesine incelediğimiz ve satır aralarını iyi okuduğumuz takdir de devrimin hiç de böyle olmadığı görülecektir. Hadiselere, sığ ideolojik tartışmalardan sıyrılarak geniş bir perspektifle bakmak resmin tamamını görmemizi sağlayacaktır. Onun için komplo teorisi olarak algılanacak saptamalarıma geçmeden önce İran İslam devrimi ile ilgili şimdiye kadar üzerinde hiç durulmamış birkaç olgu yani gerçekler üzerinde durmak istiyorum.

TEORİK VE PARTİK AÇIDAN EN GÜÇLÜ İSLAM DEVRİMİ DEĞİL

Her şeyden önce şunu söylemek isterim. İran İslami hareketi ne teorik ne de pratik açıdan bölgenin en güçlü İslami hareketi değildi. Diğer İslami hareketlere özelliklede Mısır kaynaklı Sünni İslami hareketlere kıyaslandığında çok sönük kaldığı görülecektir. Devrim olmasaydı İranlı dindar Şiilerin dışında hiç kimse Humeyni’den haberdar olmayacaktı. Oysa Sünni İslami hareketler, başarıya ulaşmamalarına rağmen kendilerinden söz ettirmeyi başarmışlardır.

Hasan el Benna, Seyyid Kutub, Mevdudi ve Nebhani İslami hareketlerin en büyük kuramcısı olarak tüm dünya Müslümanları tarafından biliniyordu. Aynı saptamayı halkların dini yaşantısı içinde yapabiliriz. İran halkı devrimin arifesinde diğer bölge halklarından daha fazla dindar değildi. Aksine Türk halkı ile beraber bölgenin ikinci en modern halkı olarak görülüyordu. O dönem Orta Doğu’yu gezen basit bir gözlemci dahi Mısır, Suriye ve özellikle Sudi Arabistan halklarının İranlılardan misliyle daha fazla dindar olduğunu görecektir. Bu bağlamda son olarak, devrimlerde belirleyici rol oynayan ekonomik duruma da değinmek istiyorum. İran’ın devrim öncesi ekonomik durumu diğer bölge ülkelerinin durumundan daha kötü değildi. Kısacası, Avrupa yerine işçi sınıfını çok zayıf olduğu Rusya’da gerçekleşen Bolşevik devrimi gibi, İran İslam devrimi de, bir İslam devrimi için şartların en az uygun olduğu İran’da gerçekleşti.

Diğer önemli nokta ise, dönemin dış güçlerinin bilinenin aksine devrimin başarıya ulaşmasında müspet rol oynamasıdır. Dış destek doğrudan katkıdan ziyade sessiz kalmak ya da Pehlevi rejimine destek vermemek gibi farklı şekillerde tezahür etti. Bu pasif ve dolaylı destek olmasaydı devrimin başarı şansı hemen hemen sıfırdı. Batının devrimde ki rolünü birkaç noktada açıkça görmek mümkündür. Birincisi, devrimin efsanevi lideri Humeyni devrim sürecini Fransa’dan yönetti. Fransa bırakın Humeyni’yi engellemeyi ona her türlü desteği verdi. Son olaraktan uçakla Tahran’a muhteşem bir iniş yapmasını sağladı. Diğer bir nokta, devrimin İran’ı sarstığı dönemde ABD’de, İnsan haklarına verdiği önemle öne çıkan Jimmy Carter Başkandı. Carter Pehlevi rejiminden desteğini çekerek devrime en büyük katkıyı yaptı. Devrime destek sadece Carter’ın dolaylı desteği ile sınırlı kalmadı. Carter sonrası iktidara gelecek Reagan ve onun Neokon kurmay heyeti gerek iktidara gelmeden gerekse iktidara geldikten sonra İran İslam rejimini doğrudan destek verdiler. Büyük Elçilik krizinde, devrime yönelik fiyaskoyla sonuçlanan ABD askeri operasyonlarında ve İran-Irak savaşı boyunca İran’a yapılan silah satışında bu desteği net bir şekilde görmek mümkündür. Kısacası Neokonlar İran İslam devriminin doğuşu ve gelişiminde belirleyici rol oynayan birkaç ögeden biridir. Neokonları İran İslam devrimine katkıları ikinci baharları olan evlat Bush devrinde de devam etti.

İRAN İSLAM DEVRİMİNİN Şİİ BOYUTU

Önemle üzerinde durulması gereken noktalardan bir tanesi de İran İslam Devriminin Şii boyutudur. Her ne kadar inkâr edilse ya da görmemezlikten gelinse de İran İslam Devrimi Şii bir devrimdi. Devrimin Şii karakteri, devrimin mimarlarının iddialarının aksine İslami hassasiyetlerden önce gelmektedir. İran’ın teoride şiddetle reddettiği bu gerçeği, gerek devrim sürecinde gerekse devrim sonrası takip edilen İran dış politikasında görmek mümkündür. İran, Irak Baas rejimine şiddetle karşı çıkarken onun kardeşi konumunda ki Suriye Baas rejimine bırakın karşı çıkmayı onunla çok yakın ilişkiler geliştirmiştir. Humeyni, 1982’de Hama da on binlerce Müslümanı acımasızca katleden Esad’a acık destek vermekten çekinmemiş, Suriye baas rejimine başkaldırmış Müslümanları emperyalizmin işbirlikçisi olarak görmüştür. İran’ın bu tutarsızlığının altında şüphesiz Suriye Baas rejiminin Nusayri yani Şia’ya yakın olması gerçeği yatıyordu. İran, geliştirdiği Şii stratejiler çerçevesinde bölgedeki tüm Şii gruplarla yakın ilişkiler kurup onlara her türlü desteği vermiştir. İran, bu strateji ve ABD’nin yanlış politikaları sayesinde, bölgede, kendi etkinliğini artıracak bir Şii hilali kurmayı başardı.

İRAN DEVRİMİ İLE İLGİLİ BİR YANLIŞ

İran İslam devrimi ile ilgili bölgede sıkça dile getirilen diğer bir yanlış ise İran İslam devriminin sürekli bir şekilde batı emperyalizminin tehdidi altında olduğu yönünde ki genel kanıdır. Söylem ve açıklamaları temel alırsak bu sonuca kolaylıkla varabiliriz. Bunun için elimizde yeterince malzeme var. Ama söylemden ziyade eylemlere yani milli çıkarlara yoğunlaşırsak yukarda ki sonucun tam aksi bir çıkarımda da bulunabiliriz. ABD ve Avrupa’nın devrimin gerçekleşmesinde oynadığı belirgin role başta kısaca değinmiştik. ABD’nin devrime olan dolaylı desteği, evlat Bush dönemin de devam etti. Bush iktidara gelmeden önce İran’ın iki azılı düşmanı vardı, doğuda Taliban, batıda Saddam Hüseyin. İran, Bush’un bölgeye yönelik kanlı politikaları sayesinde bu iki düşmanından da kurtuldu. Şimdi, Iran, ABD sayesinde, Irak’ın güneyini kontrol altında tutuyor, aynı zamanda, Afganistan ve Lübnan’da önceki dönemlere kıyaslanmayacak derecede etkin konumdadır.  Buna Suriye de ki Nusayrı rejimini de eklediğimizde İran’ın bölgede artan nüfuzu net bir şekilde görülecektir. Bush’un izlediği siyasetin İran İslam rejimi acısından diğer bir faydası ise Hatemi ile beraber iyice gevşeme sürecine giren devrimin tekrar hedef haline getirilmesiyle beraber adeta küllerinden yeniden dogmasıdır.  Bush’un görünüşte ki sert söylemi, İran halkının tekrar rejimin etrafında kenetlenmesine sebep oldu.  Ahmet-i Nejat, seçimini bu sert ifade ve açıklamalara borçludur. Kısacası, Neokonlar doğuşunda belirgin rol oynadıkları İran İslam Devrimine tekrar bir ivme kazandırarak ikinci baharını yaşatmışlardır. Görünüştü takınılan menfi tutum ise bu inanılmaz dış desteği harika bir şekilde perdelemiştir. O kadar ki, kamuoyunun önemli bir kısmı bu gün hala İran rejimini batının tehdidi altında ezilen bir mağdur olarak görmektedir.

Yukarıda ki olgulardan yola çıkarak bazı saptamalarda bulunacağız.

  1. İran İslam devrimi, iddia edildiği gibi Batıya rağmen değil, bilakis onun doğrudan ya da dolaylı destekleri sayesinde gerçekleşmiş, başarıya ulaşmıştır. Rejim, hala, batının yanlış politika ve söylemlerinden beslenmeye devam etmektedir. İran, batının bu desteğini karşılıksız bırakmaz. Radikal söylemleriyle yüzeyselde olsa bir tehdit unsuru oluşturarak, Batının bölgeye yönelik müdahalelerine meşruiyet temelinde zemin hazırlar. İran ve onun doğal uzantısı olan Hizbullah’ın radikal imajı, batı kamuoyunun müdahaleye ikna edilmesi noktasında son derece etkili olmuştur. Diğer taraftan, İran, sert söylemine rağmen, hiçbir zaman ne ABD’ye ne de İsrail’e ciddi manada zarar vermemiştir. Özellikle İsrail’e yönelik tehditler her zaman söylem bazında kalmıştır.
  2. İran İslam devrimi ta baştan itibaren, İslami evrensel değerlerden ziyade mezhepsel hassasiyetlerini öne çıkaran tutum içinde olmuştur. Humeyni bu gerçeği sert İslami söylemiyle gölgelemeyi kısmen de olsa başardı. Ama son devirde, özellikle Ahmet-i Nejat’la beraber, 5 bin yıllık İran milliyetçiliğiyle harmanlanan mezhepsel boyut iyice gün yüzüne çıkmıştır. Bu açıdan bakıldığında, İran da ki rejimi İslami olmaktan ziyade İran-Şia sentezine dayalı karma bir ideoloji olarak tanımlamak daha doğru olacaktır. Nitekim İran siyasi sistemi incelendiğinde, kurum ve kuruluşlarıyla Fransa modelinden etkilendiği açıkça görülecektir. Devrim sonrası kabul edilen anayasanın hazırlanmasında Fransız hukukçulardan yararlanıldığı bilinen bir gerçektir. Hatta buradan yola çıkan bazı siyaset bilimciler İran rejiminin seküler yapısına vurgu yapıyor.
  3. İran, tarih boyunca, Orta Doğunun en önemli saç ayaklarından birini oluşturmuş ve bölge üzerinde her zaman etkin olmak istemiştir. Bu noktada, özellikle, 2. Beyazıt ve Yavuzdan itibaren, Türkiye’yi kendine en önemli rakip ve engel olarak görmüştür. Osmanlının etkisini azaltmak için onlarca yıl süren savaşlar dâhil her türlü girişimde bulunmuştur. Bunun için Vatikan’la işbirliğine girmekten bile çekinmemiştir. Kısacası, Türkiye İran için bir komşudan ziyade etkisiz hale getirilmesi gereken bir rakiptir.

Tüm bu saptamalar İran İslam devrimine sempati besleyenler tarafından iddialı hatta aşırı bulunabilir. O arkadaşlara söylemlerden ziyade eylemlere bakmalarını tavsiye ederim. Romalıların dediği gibi, olayların arkasında kimin olduğunu görmek istiyorsanız, olayların kimin işine geldiğine bakın. Bu bağlamda o arkadaşlara sadece şu soruyu sormak isterim. Irak’ın ABD tarafından işgali en fazla hangi ülkenin işine yaradı?

Ömer Turan/ Haber 7
turanomer72@hotmail.com 10 EYLÜL 2011