“Tevhidi Sosyal Düşünce”

Bütüncül Siyaset Açısından Saadet Partisinin Son Dönem Açıklamalarının Analizi

Son günlerde Türkiye’nin içinde bulunmuş olduğu sıcak gelişmelere rağmen çok da faydalı olmayan yeni bir tartışmaya çekildiği gözlemlenmektedir. Sayın Saadet Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Mustafa Kamalak’a  "Ak Parti ile Saadet Partisi arasında ne fark var?" şeklinde sorular yöneltildiğini “ basın aracılığıyla öğrenmiş bulunuyoruz. Tartışmanın mahiyetine girmeden her iki partinin böyle bir polemiğe girme gereğinin bulunup bulunmadığını ortaya çıkarmak için bu partilerin sosyolojik gelişim süreçlerine bakmakta yarar bulunmaktadır.

Milli görüş geleneğinden gelen Saadet Partisi ve yine milli görüş gelenek köklerinden türeyen Ak Parti, Türkiye’de siyaset yapan iki siyasal partidir. Saadet Partisi, Milli Nizam Partisi, Milli Selamet Partisi, Refah Partisi ve Fazilet Parti’sinden sonra bu gelenekten gelen beşinci partidir.   Fazilet Partisi, 14 Mayıs 2000 tarihinde yapılan 1. Kongresinde “gelenekçiler” ve “yenilikçiler” diye kök yapının ikiye ayrılmışlığı, su yüzüne çıkmıştır. Bu gelenekçi -yenilikçi tartışması, milli görüş geleneğinden yenilikçi olarak muhafazakâr demokrat Ak Parti’yi ortaya çıkarmıştır. Ak Parti mensupları özellikle yeni kuruldukları dönemlerde her ne kadar değişimi savunmuş, gömlek değişimlerine vurgu yapmış olsalar da,  kök kadro yapısı ve  sosyo-politik dünya görüş kurgusu itibariyle bu temel üzerinden bir dönüşüme uğrayarak siyasete girmişlerdir.  Bu gelişmelerin sonucunda Türkiye’de 2002, 2007 ve 2011 genel seçimleri ve 2004, 2009 yerel seçimleri yapılmıştır.  Toplumun karşısına yeni görüş, fikirler, projeler ile çıkan bu partiler şöyle bir sonuç almışlardır;

Saadet Partisi;

  • 2002 Erken Genel Seçimleri'nde yüzde 2.5 oy oranıyla TBMM dışında kalmıştır..
  • 2004'teki Yerel Seçimler'de yüzde 4.77 oy oranıyla 63 belediye başkanlığı kazanmıştır..
  • 2007 Genel Seçimleri'nde yüzde 2.34 oy almıştır.
  • 2009 Yerel Seçimlerinde  Numak Kurtulmuş liderliğinde %5.13 ,
  • 2011 seçimlerinde %1,24 oy alarak 4. parti olmuştur.

Ak Parti ise;

  • 2002 tarihinde yapılan seçimlerde  geçerli oyların %34,63'ü alarak birinici parti olmuştur.
  • 2004 yılında yapılan yerel seçimlerde, İl Genel Meclisi seçim sonuçlarına göre %41.67'lik oyla  seçimde birinci parti olarak çıkılmıştır.
  • 2007 yılında yapılan genel seçimlerde, %46.58'lik bir oy oranı ile Türkiye tarihinde hükûmette olup da girmiş olduğu seçimlerde oy oranını arttıran birkaç partiden birisi olmuştur.
  • 2009 yerel seçimlerinde 15.513.554 seçmenin oyunu % 38.8 ile oy oranı ile seçimdem çıkmıştır.
  • 2011 genel seçimlerinde ise  %49.9 oranında ve yaklaşık 21 buçuk milyon oy alarak 326 milletvekili çıkarmıştır.

Öncelikle genel seçimler üzerinden siyaseti maddi koşullar çerçevesinde ele alındığında, muhafazakar demokrat Ak Parti, 2002’de iktidara gelmiş ve Saadet Partisi ise TBMM’ine girememiştir. Aynı kök görüşten gelerek birisi toplumun ve dünyanın değişm dinamiklerini okuyarak halkı ikna edebilmiş, diğeri ise Türkiye ve dünya sosyo-politik realitesine yabancı kaldığına yönelik halk tarafından not verilmiştir.

Ak Parti ilerleyen süreçte iç ve dış siyasi olaylarla karşılaşarak 2007 genel seçiminde de  “Tek Devlet-Tek Bayrak “ diyerek, topluma milli görüş kök geleneklerinin zihniyet yapısına uygun “birlikçi, bütünleşmeci” bir mesaj sunmuş, bunun karşılığında oylarını  %46.58 ‘e yükselmiştir.  Aynı siyasal toplumsal –kültürel süreç içinde bulunan Saadet Partisi ise bu seçimlerde %2.34 oy alarak 2002 seçim oranından da geriye düşerek, Türkiye ve dünya vizyonuna yönelik fikir, düşünce, politika, strateji üretmede toplum bazında kabul görmediği ortaya çıkmıştır.

2011 seçimlerinde ise Ak parti, oylarını yine artırarak neredeyse toplumun yarısının oyunu yani %50’lik bir oy almış, buna karşın Saadet Partisi’nin düşüşü de giderek daha da hızlanmış ve bu seçimden %1.24 oy almıştır. Halk tarafından siyasi partilere ideolojik yön-dünya vizyonu sunma- halka sıcak hizmet üreme etkisiyle toplum, bu oy oranları siyasette karşılığını vermiş ve böylece partilerin toplumsal anlamı genel iradeyle açıklanmıştır. Hiç kimse yada kurum boş yere yükselmez yada boş yere düşüş içine girmez. Bu noktada milli görüş geleneğinin yenilikçi kanadının yeni bir vizyonla Türk toplumuna verilen mesajı, üst üste üç seçim başarısını ortaya koymuştur. Öte yandan milli görüş geleneğinin geleneksel kesimi ise giderek çok düşük olan oy oranlarını daha da düşürerek, toplum gündemindeki ağırlığını kaybetmiş görünmektedir. Türkiye’de özellikle 2002’den buyana Ak parti İle Saadet Partisi arasında böyle bir sosyo-politik işleyiş ortaya çıkmıştır.

Siyaset meselesini maddi açıdan yani oy ile açıklanmaya yönelindiğinde, aynı kök zihniyet yapısından türemiş Ak Parti ile Saadet Partisi arasından derin bir toplum kabulü farklılığı ortaya çıkmaktadır. Bu sosyolojik farklılık, Ak Partiye toplum ölçeğinde kabul, Saadet Partisine ise yenidünya üzerinden köklere bağlı yeniden kurgu içine girme gereği mesajını ortaya çıkarmıştır. Buna göre “eski yapılan hizmetleri”, “eski yapan/lar/la” övme sabit noktasında durulmaması gerektiğini, toplumun kendilerini, gündemde özgünlüklerle görmek istediğinin arayışını oy oranlarıyla vurgulamış olduğu söylenebilir.

Siyasetin doğasına göre iktidar olmak, oldukça yıpratıcı bir iştir. İktidar olmayı sürdürmek ise başlı başına bir iştir. Aynı kök görüş üzerinden yenidünya algısı soslu Ak Parti’nin üç dönem iktidarı ve buna karşın herhangi bir yıpranmışlık içine girmeyen ve muhalefet noktasında bulunan kök değer itibariyle de aynı noktadan beslenen Saadet Parti’sinin de giderek oy gücünü yitirmesi, Saadet Partisi açısından düşündürücü olduğu kadar aynı zamanda uyarıcı da olmaktadır. Hakkında yeni sorular üretilmektedir. Çünkü Türk milli muhafazakâr ölçeğini bir bütün olarak ele alındığında bu noktada Türk sağının bir başka cephesinden hareket eder gözüken MHP dahi,  2002 ‘de %8.35, 2007’de %14.27, 2011’de ise %13.01 oy alarak kendince kısmen düzenli bir yükseliş ve mümkün olduğunca bu yükselişte yatay seyir izlemiştir. Bu noktada Saadet Parti’sinin hem milli görüş geleneği açısından hem de Türk milli muhafazakar “sağ”ı açısından ciddi bir kayıp içinde bulunduğu ortaya çıkmaktadır. Bu durum, Saadet Parti’si açısından öncelikle yükselen başkalarının eksen değiştirmekle suçlayıcı değerlendirme yapma yerine,  sosyo-politik realiteye yeni, vizyoner, özgün neler ilave etmesi gerektiği sorusunda yoğunlaşması gerektiği ortaya çıkarmaktadır.  Bu konulara yönelik sorunlarını aşmada, kendi bireysel gayretini öncelikle ortaya koyma ihtiyacı içinde bulunur gözükmektedir. Ancak buna öncelik verilmeyip durumda,  Ak Parti’ye karşı kısır siyaset ölçüleri içinde sadece eleştiri ile yetinilmesi halinde ise;

i-  Saadet partisinin, diğer sağ ve sol part/partilerin Ak partiyi eleştirir düzeylerine inilmiş olunması gibi bir anlam taşır.   Partilerin makulünü önerebildikten sonra elbette birbirlerini eleştirme ve politikalarını, hizmetlerini yeterince beğenmeme hakları bulunmaktadır. Oysa İslam’ın özünde var olan ve bunu bir ölçüde alabilen milli görüş geleneğinin kök değerleri; dinamik, gelişmeci ve çağın değerlerine kendi anlamını veren bir toplum görüşünü ortaya koymak ister. Saadet Parti’si bu noktada hangi düzeyde bulunmaktadır? Ülkenin içinde bulunduğu noktada bütünleştirici politikalara ne kadar önem verilmektedir?

ii- Günümüzde dünya ölçeğinde milli kültür, muhafazakârlık gibi kavramların öne çıkması öte yandan da İslamı fobia gibi, kültürel öze dönüş bilincinin gelişmesini engellemeye yönelik faaliyetler yoğun bir şeklide bulunmaktadır. Bu noktalarda milli kültür ve muhafazakârlığının gelişmesi bakımından Türkiye ve İslam üzerinde,  dünya egemen medya zihniyetin ve uluslararası seküler sermaye gruplarının, bunların aydınlarının faaliyetlerinin yoğun yıpratıcılığı bulunmaktadır. Bu noktada Türkiye’nin ortaya koymuş olduğu özellikle 2006-2007 sonrası siyaset, milli askeri endüstriyi geliştirme, İslam medeniyet kimliği vurgusu, Türkiye’nin AB birliğinden ziyade İslam dünyasına da yakınlaşma, işbirliğini savunmak, İslam’ın küresel ölçekte kültürel ve siyasal sorunlarına sahip çıkma faaliyetlerine yönelik çabalar, günümüz küresel güçlerini rahatsız eden tavırlar olarak söylenebilinir. Bu noktada bu tür faaliyetleri siyasi farklılık oluşturma adına eleştirmek; siyasi bir kurumu, birlikçi/ bütünlükçümü yoksa parti menfaati üzerinden ayırımcı politikaları üretme zihniyetine sahip olup olmadığını sorusunu ortaya çıkarmaktadır.

Sonuç itibariyle Türkiye her ne kadar 1923’den bu yana adım adım liberal –kapitalist uygulamlara dayalı kabullerve davranışlar içinde bulunsa da, küresel hegemonyanın karşı durduğu İslam kimliğini geliştirme gayretleri, bu yönde bilinçlenme, milli politikaları mütekabiliyet üzerine kurma, milli askeri endüstriyel sanayi, bilim ve teknolojide özgün buluşların teşviki, Batı medeniyetine karşı söylem oluşturarak mağrur hükümranlık görünümünü sarsma gibi iki yüzyıllık modern Batı siyasetine karşı duruşu, partizanlık farklılığı açısından değilde “birlik şuurundan” hareketle desteklenmesinin hiç olmazsa medeniyet değerlerini hassasiyetle taşınması açısından gereği bulunmaktadır. Aksi takdirde yapılan eleştirel politikalar,  dış Batı’lı basın ve siyasi zihniyeti ile iç politikadaki seküler gruplarla aynı düzlemde bir noktaya düşülebilinir.