“Tevhidi Sosyal Düşünce”

(1807-2007) Süreci ve Kemalist Laisizminden Osmanlı Sekülarizmine Geçiş

Vizyoner Ülke Olmanın Oluşturucu Şartları – 3 : Nasıl Bir Kültür Politikası Oluşturmalı

2007 tarihinin, Türkiye’nin siyasal ve toplumsal hayatında bir yandan Cumhurbaşkanlığı seçimi öte yandan da 12 Haziran 2007’de Ümraniye’de bir evde bulunan el bombalarının Devletin içerisinde “Batı’cı Ergenekon” yapılanmasının deşifre sürecinin başlaması gibi olayların yaşanması, yeni bir zihniyet dönüşümüne tekabül edici olay ve olgular dizisini oluşturmuştur. 

Ergenekon –Batılılaşma ilişkisinin tarihsel kökenlerini bir anlamda Türkiye’nin batılılaşma sürecine yeniden bir bakışı gerekli kılmaktadır. Çünkü 1718’de Sultan Üçüncü Ahmet döneminin “Lale Devri” olarak anılan zaman diliminden itibaren Batılılaşma, Osmanlı Türkiye’si üzerinde başlamış ve somut başarısını ise 1807’de Sultan Üçüncü Selim’in tahtan indirilmesiyle Osmanlı Devletinde üzerinde, ilk makro operasyonel başarısını kazanmıştır. Bu süreçten itibaren Türkiye kültürel, zihniyet dünyası ve medeniyet anlayışı itibariyle sürekli olarak yönünü Batı’ya çevirmiş ya da çevirtilmiştir.

Oysa S. Hüseyin Nasr’a göre modern bir toplum görüntüsü vermesine rağmen ”Batı, dünyevi insanın mutlaklaştırılmasına, Prometheci ferdiyetçiliğe, akılcılık ve hümanizm esaslarına dayanır. Birçok anlamda Allah’ın hakimiyeti yerine insan hakimiyetini ikame etmiştir. Batı bundan dolayı geleneksel medeniyetlerde olduğu gibi “üstün fikir” tasarımına sahip değildir” diyerek, Doğu’nun düşünmeyi bırakmasına ve Batı’nın da çok fazla ve yanlış düşünme içerisinde bulunduğuna dikkat çekmiştir. Böylece de, Doğu’nun” doğrular” üzerinde uyuduğuna ve Batı’nın ise hata içinde olduğunu belirten bu düşünceler ışığında, Türk toplumunun 1807-2007 sürecini “Nasıl bir Kültür Politikası” ile değerlendirdiğini ortaya konup, bundan sonrasının ise nasıl ele alınması gerekir sorunu sorarak bunu medeniyet değerlerimizin aklı selimi ile cevaplama ihtiyacı bulunmaktadır.

Buna göre 1807Batı’lılaşmanın Türkiye üzerindeki ilk icra gücünü kazandığı bir tarih olarak görülür. Bu tarihten itibaren tepe bürokrasi ve Batı’cı yerli aydınlar vasıtasıyla Türkiye sürekli olarak

- pozitivist materyalist sosyal düşünceye dayalı bir devlet anlayışına,
- pozitivist materyalist iktisat anlayışına,
-pozitivist materyalist mahreçli eğitim ve sanayi anlayışına,
-pozitivist materyalist kültür anlayışına,
-pozitivist materyalist aydın yetiştirme anlayışına,
-pozitivist materyalist kültür politikası anlayışına yönelerek, yönünü hep ekonomik ve teknolojik gelişme gösteren Batı’ya çevirmiştir.

Bunun neticesinde bu koşulları sağlayan bir ülke, toplum ve “insan” tablosu ortaya çıkarak jakoben, liberal-kapitalist, seküler, laiszimci yönetici elit ile, Türk-İslam değerlerine sahip anti-pozitivist, anti-materyalist bir halk kesimininin tarihsel ikiliği(dualitesi) ortaya çıkmıştır. 

Yönetici elitin Batı pozitivist “kültür politikası” sonucu modernleşme adına topluma, sosyal düşünüşünde, sosyal bilim anlayışında aşama aşama özgürlük, adalet, gibi materyalist zihniyet dünyasından beslenen liberalizasyonik kavramlar, jakobenlerce dayatılmıştır. Böylece Müslüman Türk toplumu, egoist ve kendi kültürüne yabancılaşmış bir noktaya götürülüp, iktidarın daimi bir şeklide jakoben zihniyetin kontrolünde Batı’cı bir anlayış ile devamı sağlanmıştır. Bu amacı sürdürmek, aşağı yukarı tam iki yüzyıl (1807-2007)devam edegelmiş görünmektedir.
2007, Türkiye açısından yeni bir zihniyetin, yeni bir kültür politikasının oluşturulması anlamına gelmektedir. Bu zaman diliminde ortaya çıkan gelişmeler, halkın hür iradesiyle,Türk toplumuna 1807’den buyana uygulana gelen pozitivist,Batı’cı kültür politikalarına son verilmesini isteme iradesini ortaya koymuş olduğunu bir yönüyle ifade etmektedir.

Türkiye nüfusunun yaklaşık yüzde yetmişinin geleneksel değerlere sahip insan kitlesinden oluşması, çoğunlukla iktidarlarında, toplumun geleneği temsil eden siyasal kurumlar vasıtasıyla oluşmasına yol açmıştır. Ancak bu iktidarların Türk –İslam değerlerine dayalı söylemleri ile topluma hitap etmeleri ve böylece Türk toplumunun milli ve manevi değerlerine dayalı “kültür politikaları”nı oluşturmaya yönelik “söz de” teorik olarak ortaya koyan beyanları da olmuştur. Bu iktidarların Türk milletinin milli ve manevi bütünlüğünü sağlayıcı kültür politikalarını pratik uygulamalara geçirmede jakoben bürokratik zihniyetin “olmazlar”ı ile önemsizlemesi ve sulandırmalarıyla karşı karşıya kaldığı görülmektedir. Çünkü Cumhuriyet laiklik adı altında laisizmi,seküler Batı’lı pozitivist değerlere göre kurgulanmış olduğundan, kültür politikalarını da özünde, insanı materyalistleştirici bir dünya anlayışı ve bilim-akıl ilişkisinin paganlaştırmasına yönelik uygulamaları söz konusu olmuştur. 

Bundan dolayı 2007 öncesindeki geleneği temsil ediyormuş gözüken iktidarlar, yoğun bir pozitivist-jakoben, seküler, Kemalist bir “kültür politikalarının” temel etkisinde milli ve manevi değerler bütünlüğünden bakabilen kültür politikası uygulamalarında başarısız olmuşlardır. Hakim kültürel yapının, pozitivist-materyalist zihniyete göre kurgulanmış sosyal düşünce anlayışı, bunun üretmiş olduğu Batı merkezli sosyal bilim anlayışı ile oluşan modernleşmeci devlet anlayışına sahipliği yerli kültür politikalarının Türkiye’de hayat bulmasını oldukça zorlaştırmıştır.

Bu uygulama, Türkiye’de anti maddeci olan Türk-İslam merkezli kültür politikasını üretme, uygulama ve özgün noktadan sistematik bakabilen yerli aydın unsurunu önemli ölçüde tüketerek, bu noktada “ milli ve manevi merkezli kültür politikası” oluşturmalar hep başarısız kalmıştır. Bunun yerine savrulmaya uğramış “yerli aydın” larca bu kavramlar kullanılarak, çözülmüş aydın yoluyla modernleşmeci-Batı’cı insan tipleri inşa edilir olmuştur.
2007 sonrası günümüzde Yeni Türkiye , Yeni Osmanlı tartışmaları acaba pozitivst Batı’cı sosyal bilim kavramlar ile mi yapılıyor ya da Türk toplumunun özgün değerlerinin üretmiş olduğu anti-pozitivist sosyal bilim kavramları ile mi yapılıyor.

Yoksa Türkiye’de 2007 sonrasında yeni bir zihniyet ile yükselen değer övgüsüyle Yeni Osman’lı taltifleriyle toplum değerlendirmeleri, pozitivist seküler kavramlardan hareketle yeni çağa uygun yeni bir OSMANLI SEKÜLERİZMİ Mİ” oluşturulmaya çalışılıyor. Bütün bu gelişmeler de, bu sorular dikkatlerden kaçmamalıdır. Böylece Yeni Osmanlı Türkiye’si övgüsüyle geleneksel değerlerden hareket ediyormuşçasına yumuşatılmış yeni seküler kültür politikalar, yeni şekli ile Türk toplumuna dayatılıyor mu endişesi önem taşımaktadır. Bundan dolayı Türkiye’nin Vizyoner bir Ülke olabilmesi için yeni kültür politikasını

- geleneksel değerlerinin kendi sistematik çerçevesi içinde sosyal düşünce ortaya koyan,

-bununla kendi kültür ve zihniyet dünyasının özünden hareket eden “kavramsal”laştırmalara gidebilen

-Bu yönde tüm toplum kalkınması parametrelerine, kendi sistematik özelliklerinden bakabilen AYDIN ile oluşturma gereği bulunmaktadır.

Türkiye ancak bu kültür politikasını milli eğitim ve bütüncül ideal insanı ahlakını eklemleştirmeyi yeni dönemde ortaya koyabilmeli ki 1807-2007 sonrası “YENİ ” bir “Türkiye” olabilsin.

Sonuç olarak,(1807-2007) SÜRECİ ve KEMALİST LAİSİZMİNDEN OSMANLI SEKÜLARİZMİNE GEÇİŞTEHLİKESİNE KARŞI, milli ve manevi bütünlükten hareket eden özgün sosyal bilim bakışının sistematik bilgisi ile pozitivist sekülerizme düşmemeye de azami dikkat gösteren bir yeni kültür politikasının, 21.yüzyıl “Yeni Türkiye”sinin ana ihtiyaçlarından birisi olduğu söylenebilir.

www.ankarameydani.com 25.07.2011 Pazartesi - 11:23