ÇÖZÜM SÜRECİ ALGISI VE DEVLET OLMAK
Çözüm sürecine yönelik tavır alışların yaşandığı şu günler, esasında Türkiye’de “Devlet Olma” sorununun varlığına dikkat çekmektedir. Siyaset konusunda yazar çizerler, genellikle gündelik gelişmelerin dış fotoğrafı üzerinde” devlet-siyaset-toplum- terör ve dolasıyla çözüm süreci”ne yönelik görüşler ortaya koyarak, siyasal gelişmeleri değerlendirdikleri görülmektedir. Oysa siyaset günlük değerlendirmelerle birlikte esasında yapısal kökenleri üzerinde durularak bu anlayıştan hareketle nasıl bir siyasal tutum üzerinden siyaset yapıldığına bakılması daha temel bir alanı teşkil etmektedir. Yapısal kökenli siyaset nedir denirse bunu bir toplumun kendi milli ve manevi değerleri üzerinden siyaset dinamikleri oluşturan bakış noktasından hareketle günlük ve genel siyasal olay ve olguları değerlendirme şeklinde ifade edilebilir.
Bu sözden hareketle günümüz Türkiye’sin deki siyasal gelişmelerin oluşum ve gelişim dinamiklerine, yapısal kökten bakma gereğine duyulan açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır. son olayları dikkate aldığımızda özellikle çözüm süreci üzerinden esasında 2002 den bu yana ciddi bir sorununun varlığı ortaya çıkmaktadır. Bu noktada sözkonusu soruna Tük İslam medeniyetinin yapısal kök değerlerine bağlı siyaset anlayışına göre siyasal analiz yapma gereği bulunmaktadır. Bunun için öncelikle şu soru anlamlıdır:
İktidar olmak, devlet olmak mıdır?
Devlet olmak, hakim millet unsurunun medeniyetinin temel değerleri üzerinden derin stratejik düşünce aklını oluşturmak ve ona yön verme hazırlığından üretilen siyasal tavırla hareket etmeyi gereli kılar. Buna göre ortaya çıkan sorunlara medeniyet değerlerin bakış açısına göre düşünen bir akıl ile beliren sorunu enine boyuna derinlemesine bilen bir uzmanlar heyetinin, analiz ekibinin, strateji geliştirme ve karşı strateji koymaya yönelik hazırlıklı olan bir yapının ürettiği bilgi ile siyaset ortaya konması gerekmektedir. Bunun içinde öncelikle böyle bir özgün medeniyet değerlerine dayalı siyaset aklına ve bilgisine sahip “uzmanlar ekibinin” varlığının gerekliliği önem taşımaktadır. Yoksa örneğin son dönemde görüldüğü gibi ayet ve hadislerle söze başlayıp 4-5 cümlede Batı pozitivist düşüncesine göre siyaset üreten bir kolaycı özgün aydın tiplemesinden bahsetmemekteyiz.
Bu noktada Türkiye sıradan bir ülke değildir. 1000 yıldır Hıristiyanları, Yahudileri, Ermeni, Rum ve diğer gayri müslimler üzerinden oluşan etnik yapıları yöneten, dünya siyasetine yön evren ve bütün bunları daİslam düşüncesi, İslam medeniyeti, Kur’an ve Sünnet çizgisinde bir inanış ve devlet oluş anlayışı kök yapısına bağlı siyaset anlayışıyla gerçekleştirmiştir. Bundan dolayı Türkiye’ye Müslüman Türk milletine, gayri müslim yapıların açık, bitmeyen bir kin ve husumetleri bulunmaktadır.
19.yüzyıldan buyana Türkiye, dünyada görülmemiş bir “aydın ikilemi”, “devlet aklı ikilemi” ve “insan ikilemi” yaşayarak, kendi özgün değerlerinden uzaklaştırılmıştır. Türkiye’ye beslenen husumet başta;
gayri müslim(modernliğin,liberal-pozitivist) aklın;
-eğitim anlayışının siayset yoluyla Türkiye’ye taşınmasında, yine bu aklın
- Türkiye’de “devlet akıl” algısının oluşturulmasında yani “devlet olma”aklında
- Türkiye’nin kültürlendirilme siyasetinde,
- insan tipi yetiştirme politikasıyla bugünlere gelinmiştir.
Bu noktada batı taraftarları, Osmanlı Devletini, Tanzimat ile başlayan süreçle birlikte “bürokrasi” üzerinden bu moderleştirici siyaset aklını topluma dayatmışlardır. Bu devlete yön verici siyaset aklı, gayri Müslimlerin kendilerince haklarını, Mustafa Reşit Paşa ve türevleri üzerinden günümüze değin yaşata gelmişlerdir.
Bu modernleşmeci devlet oluşturmaya yönelik siyasal akıl, Osmanlı devlet yapısı içinde ; geleneği, vatanı, İslam’ı, Kuran-sünnet çizgisine dayalı bilgiyi, devlet olmayı, insan yetiştirmeyi temsil eden bir kesimide takip edilen siyaset sonucu azınlıkta bulunmaya itmiştir.
Tanzimattan bu yana bilinçli şekilde batılıların; eşitlik, adalet, özgürlük, haklar gibi talepleri üzerinden milli ve manevi yapımız, düşünce, niteliğimiz devlet aklımız yerli işbirlikçi bürokratik elitizmin takip etmiş olduğu ince siyaset vasıtasıyla hapsedilmiştir. Bu yerli milli ve manevi kesim aydını, düşünürü, uzunca bir süreden beri azınlık çerçevesinde bulundurulmuştur. Bu kesim tüm milli ve manevi değerleri artık Batı pozitivist aklıyla geleneği savunur olma noktasına itilmiştir. Böylece bu yerli aydın ve düşünür, ince siyaset anlayışıyla geleneğindne koparılmış, karşıt bilgi yüklemesi yapılmaya zorlanmış oda buna tabi olmuştur. Böylece yerli özgün aydın kesim, geleneği savunuyorum derken pozitivizmin içine düşürülmüştür. Bunun sonucunda “Müslüman demokrat”, ya da ” Pozitivist Ziya Gökalp üzerinden” Türkleşmek, İslamlaşmak, muasırlaşmak,” anlayışı tiplemeleri üzerlerinden kültür siyaseti, milli politikalar millik gelenekselcilik denilerek oluşturulmuştur. Bu yolla Türk-İslam medeniyetini seküler Türk milliyetçiliğine bağlayan bir acaip geleneksel kesimin dindarlık ve vatanperverlik türü, tipi ortaya çıkmıştır. Bunun sonucunda da pozitivist sol partilerle ittifak yapan dindar( 1974-MSP-CHP ve 1999- MHP,DSP) çizgisinde bir siyasal muhafazakarlık vuku bulmuştur.
Bütün bu süreçler iki kesim tarafından yönetilmiştir.
Bunlardan birisi esasında Batı materyalist düşüncesinin bir yönüyle bürokrasi olan “Sol/Beyaz Türkler/Ulusalcılar”dır.
Bir diğeri ise sağ geleneği taşıyan siyaset, düşünce adamı, bürokrat ve yazarlarca oluşturulan yönetimdir. Bu kesimde pozitivistleştirilerek, İslam’ın özüne dayalı vatan yapıcı şuurundan, siyaset bilgisinden uzak bir biçimde vizyonsuz, derinliksiz, stratejisiz, devlet olma aklından uzak bir anlayış hakimdir. Bu kesim iktidar olsa dahi, bu iktidar stratejilerine, batı merkezli bakan milli ve manevi bütünsellikten bakamayan ama bu özgün pencereden baktığını sanan ve “sanal milli ve manevi şuurla” devlete yön vermeye çalışan kesimdir. İşte çözüm süreci yaklaşım siyaseti de gelenek değerlerini taşıyan hükümet için bir aldatmacaya, oyalamaya, HDP ve Kandili şımarlıklaştırılmasına yol açmıştır. Bunun ana nedeninin hükümetin, en baştan beri stratejisini “devlet aklı” siyasetinin yapısal siyaset kök değerlerinden oluşturmamasından kaynaklandığı söylenebilir. Son dönemdeki İslam kardeşliği görüşü önemli olmakla birlikte bu görüş sonradan eklemlenmiş, baştan oluşturulmuş stratejide yeralmadığından yeterince bir etkiyi ortaya koyamamıştır.
Eşitlik, özgürlük, haklar gibi azınlıok söylemlerinin siyasla hayatımızda devlet çöküşüne yol açan ana söylemler olduğunun bilmek, özgün siyaset oluşturmada oldukça önemlidir. bu kavramların Tanzimat’la Sultanın yetkilerini batıcı bürokrasiye devretmeye yol açmış bu aynı zamanda ıslahat fermanın yanınlanmasına toplumu itmiştir. Islahat Fermanıyla özgürlükler, haklar, eşitlikler, Osmanlı da gayri müslim tebayı güçlendirmiş, devlet sistematiği zorunlu çözülmeye itilmiş, birinci meşrutiyetin oluşmasına Sultan’ın yetkilerinin meclis ortaklığına dönüşmesine yol açmıştır.
Hıristiyan tebaa da tanzimatla getirilen yeni haklar sonucu “Müslümanların devlet yönetimi, askerlik, ziraat gibi işlerle uğraşmalarına karşılık, Hıristiyanlar elde ettikleri birçok haklarla esnaflık, ticaret ve küçük sanayiyle uğraşarak, imparatorluğun en kalkınmış zümresi haline gelmişledir. Şehir ve kasabalarda yaşayan Hıristiyanlar, rahat bir hayata kavuştular” Tanzimat eşitlik, bürokrasi haklar, söylemiyle ş Osmanlı Devletinde yabancıların/azınlıkların etkinliği artırılmıştır(http://www.turkcebilgi.com/tanzimat_fermanı). Bukavramlar hep Osmanlı devlet düzenini sarsıcı etkiler ortaya çıkarmıştır. Toplum ve siyasal düzeni azınlıkların lehine, yerli Müslüman Türk toplumu aleyhine sonuçlanan siyasi kavramlar
Aynı süreç Islahat Fermanıyla bir derece daha ileri taşınmıştır.
1856'da çıkarılan Islahat fermanı ve 1876 Anayasası ile Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında tam bir eşitlik kurdurulmuştur. Azınlıklara insanilik çözüm ü üzerinden birçok devlet görevi Hıristiyanlara verdirilmiştir. Bunların daha önce Müslümanlar hakkında tanıklıkları bile kabul edilmezken, gayrı Müslimler mahkemelerde hâkimlik ettiler; büyükelçilik, nazırlık gibi makamlara yükselmek imkânlarına kavuştular(http://www.turkcebilgi.com/tanzimat_fermanI). Böylece Tanzimatın üzerinden dışarıdan batı’lılar içeriden de moderneleştirci bürokrasi vasıtasıyla azınlıkların talepleri olan “özgürlükler, eşitlikler, haklar” gibi kavramlarla devlet ricalinin vermiş olduğu tavizler, bu azınlıkların şımartılmalarına yol vermiştir. Böylece bu kavramlar, Islahat fermanın doğmasına yol açmıştır. Buna göre bir derece daha azınlıklara verilen haklar sonucu, onların şımartılmıştır. Bu da modernist devlet aklına sahip, Batı değerlerine göre düşünen siyaset aklını taşıyan bürokrasi vasıtasıyla sağlanmıştır.
Aynı söylem, bu defa da Birinci meşrutiyetin ortaya çıkmasına yol açmıştır.Ardından da İttihat Terakkinin Taşnaklarla işbirliklerini, özgürlüğü kısıtlayan Sultan’a karşı haklar mücadelesini ortaya çıkarmıştır. Bu haklar, özgürlükler, eşitlikler mücadelesi söylemi sonunda Osmanlı Devletini yıkmış, Cumhuriyeti kurmuştur.
Bu sihirli azınlıkları hep güçlendiren kavramlar bütünü,Pozitivist Cumhuriyete yönveren ve İslam’dan uzaklaşan devlet bürokrasinin seküler, laik, laisizmci, jakoben siayste izlemesine rehberlik etmiştir. Böylece özgürlükler , haklar, eşitlikçi pozitivist “Devlet Olma” mantığının cumhuriyet döneminde de etkin ve Batı etkisine açık bir Türkiye’nin olmasına ve oluşmasına yol açmıştır.
Demokrat parti ile başlayan çok partili hayatta, Türkiye’de sağ gelenekçi nüfusun, modernist batı’cı nüfustan sayı itibariyle çok olması, sonucu, siyasal iktidarlar genellikle liberal –materyalist merkez sağ iktidarlar vasıtasıyla oluşturulmuştur. Bu iktidarlar kimi zaman “benim köylüm, benim memurum, benim vatandaşım diyerek “, kimi zaman esir Türklere hürriyet sloganıyla, kimi zamanda daraltılmış ümmetçilik anlayışıyla geleneksel muhafazakar kesimin oyları üzerinden pozitivist-materyalist yapıyı siyasal düzleme taşımışlar devlet olma akıllarının buna göre kurgulamışlardır. Bu pozitivist siyaset aklı yolluyla Tanzimatcı, Islahat Fermancı bürokratik devlet yapısı, Cumhuriyetin 1950- 2000’lerinde de varlığını devam ettirmiştir. Bu dönemde gelenekçi bürokrasi ;
-Türk-İslam,
- İslam merkezli
-İslam medeniyet değerlerine dayalı düşündüğünü sanarak,
devlete, pozitivist modern devletin aklıyla hizmet etmiştir. Türk Devletinin devlet aklı ise hep modernleştirilmeye tabi kılınan Türkiye’yi oluşturmak üzerine planlanmıştır.
Bu noktada Türk-İslam düşüncesine dayalı milli toplum inşasını öne süren siyasal akıl, pozitivist milliyetçiliğin içine girerek, modern ulus-devlet milliyetçiliğine yönelerek, İslam’Iın bütüncül/özgün Devlet aklından uzaklaşmıştır. Böylece Türk toplumu;
İslam ile,
Osmanlı’lık ile,
Türk milliyetçiliği ile aldatılmıştır. Bu durum pozitivist bürokrasinin tanzimatçı geleneğinin değirmenine su taşımıştır.
Öte yandan Türkiye’de İslami (dini) noktadan siyasal görüşle hareket ettiğini düşünen, milliyetçiliğe ırkçılık gözüyle bakan siyasal yapı ise İslam’ın milli kavramı ile ümmet kavramının nasıl birleştirip bütünleştirdiğini anlamadan İslamcılık, ümmet siyaseti yürütmeye kalkarak, esasında İslam’ın tevhidi siyaset anlayışından uzaklaşmaya yol açmıştır. Bu geleneği temsil eden her iki siyasal hareket, İslam merkezli olduğunu söyleyerek, Peygamber Efendimiz S.A.V.’in, Bilal-i Habeşi, Habeşli milli kimliği ile Selman-i Farisiye Farisiyan (İran)olması ile,
milli kimlik(Habeşli, Farisyan),
ve İslam tevhid şahsiyetinin bütüncüllüğünde,
İslam devlet siyasal aklını oluşturduğunu göremeyerek, pozitivist temelli (parçalayıcı )siyasete bağlı bir anlayışı savunmuşlardır.
Günümüzde geleneği temsil eden siyasilerimiz ve bürokratlarımız yine aynı minval üzerinden hareket ederek çözüm sürecine yaklaşmışlardır. Sahte kürt haklarını savunan esasında küresel sistemin taşeronluğunun yapanların bu özgürlükçü, hak,eştilikçi, baskıya maruz kalma söylemlerine hep tavizler vererek, Türkiye’nin bu noktaya gelmesine 1984’den özellikle de çözüm süreciyle derinlik kazandırılma sorumluluğu içine girmişlerdir.
. O dönemdeki bu Bu gün, HDP,PKK,’nın eşitlik, özgürlük ,haklar söylemini Tanzimat’taki, Islahat fermanındaki, Birinci meşrutiyetteki eşitlik, özgürlük, haklar söyleminden ne farkı vardır. Bu söylemeler Osmanlı devletini yok oluşa götüren bir küresel emperyal aklın söylemi olduğu sonucunu görmek gerekmektedir. Demek ki küresel emparyalist akıl, eşitlik, özgürlükler, haklar üzerinden Türkiye’deki ayrılıkçı hareketleri beslemiş oldukları görülmektedir. İşte günümüzde geleneği taşıyarak “Devlet olmak” bu tarihsel birikim üzerinden küresel güçlere karşı kendi stratejinizi kurmaktan geçmektedir. Bundan dolayı devlet aklının oluşmasında Tarih felsefesi oldukça önemli bir sosyal ilim alanıdır.
Türkiye’de jakoben yapı İslam ile Müslümanlık ile, Türk-İslam merkezli milli devlet yapısına onun siyaset ve devlet olma biçimine karşı, bürokrasi gücüyle mücadele içinde bulunmuştur. Ak parti ise jakoben devletin özellikle 2007’den sonraki bu yapısıyla laisizme, jakobenizme yönelik mücadelesinde kullanmış olduğu haklar, özgürlükler anlayışını çözüm sürecinde de kullanması, çözüm sürecinin nasıl bir akamete yol açtığını ortaya koymaktadır. Türkiye Müslüman bir ülkedir. Başörtüsü hakkının kazanılması, laisizmle, jakobenizmle mücadele Türkiye’nin kendi insanının ikiyüz yıl öncesinden itibaren peyder pey kaybettirilen haklarının geri alma mücadelesidir. Oysa çözüm süreci zaten yapay uydurma bir kürt etnikçiliği üzerine oturtulmuştur. Küresel emperyal aklın ürettiği bu süreçte eşitlik, özgürlüklük, haklar merkezli aynı tanzimatcı,Islahçı söyleme karşı, Türkiye’deki jakobenlerle yapılan mücadele kavramlarıyla yanaşıldığında sosyolojik hata yapıldığı gibi siyasal duruşunda yanlış olması sonucunu ortaya çıkarır. Bu siyasal tutum, şımartılmış, taviz verilmiş HDP ve Kandil’e karşı sonunda Osmanlı’da görülen Tanzimat, Islahat, birinci meşrutiyet ve İttihat terakki tecrüleri ve sonuçlarıyla karşı karşıya kalınır.
İslam “milli kimliği” inkar etmemekle birlikte “ümmet şuuru”nu da İslman’ın bütüncül siyaset anlayışının oluşumunda temel alır. Ne sadece milli kimliği ya da ne sadece soyut ümmet anlayışını dikkate alınarak, İslami düşünüyor gibi yaparak parçalayıcı, tekçi, bir bakışla ne tek başına onu nede tek başına diğerini ele alır.
Türk siyasal hayatında Türk milliyetçiliğin ve İslam ümmetçiliği üzerinden siyaset yapan kurumların bu noktada küresel emperyalist tuzağa düşerek, bütüncül devlet aklı oluşturmaktan uzak kalmışlar ve böylece çözüm sürecinin çeşitli evrelerinde siyaset yapma ve devlet olma üzerinden(1999-2015) başarısız olmuşlardır.
Sonuç milli ve manevi bütüncüllüğe dayalı devlet aklını oluşturacak bir yeni bürokrat ve yeni siyaset oluşumuna dayalı bir bakış açısının eksikliği kabul edilecektir. Siyasal iktidar iki yüzyıllık “küresel emperyal akla” karşı “bütüncül akla dayalı devlet milli stratejisi oluşturmaya girişmesi” önem taşımaktadır. Ayrıca bu stratejik derinliğe dayalı bürokrat, ilim adamı ve kamusal kurumsal yapıları oluşturmalıdır. Öte yandan çözüm sürecini tarihsel bütünsellik içinde tanzimat, Islahat fermanı, Birinci meşrutiyeti İttihat terakki ve küresel emperyal akılın “eşitlik, özgürlük, haklar” kavramlarını milli yapımızı çökertici tuzağı çerçevesinde ele alarak, HDP,PKK eksenine bu bilinçle yaklaşma gereği bulunmaktadır. Bu süreçlerin olumlu sonuçlanabilmesi için de 1916’daki Sykes-Picot antlaşmasının etkilerini en aza indirgeyecek derinlikli alan oluşturucu sınır ötesi faaliyetlerin fiili durumunun oluşturulması gereği de bulunmaktadır.