Van Depremi, Birleşmiş Milletler ve Milli Bütünleşme İhtiyacı
Şu ana değin 601 vatandaşımızı kaybettiğimiz Van depremi, Türkiye’de bu zamana değin Türk-Kürt ayırımçılığını etnik temelde ele alan yaklaşımlara karşı “birlik, bütünlük” içinde olma azim ve kararlılığını ortaya çıkaran bir tablo sergilemiştir.
Türkiye içinde bulunmuş olduğu bölgenin tarihsel önemi, sahip olmuş olduğu medeniyet değerlerinin son ikiyüz yıl da hakim medeniyet değerlerine “karşıt” bir içeriğe sahip olması, son bin yıllık zaman diliminde aktif siyaset üretilen bir bölgede, oldukça uzun bir süre (yaklaşık 450-500 yıl) kendi değerlerini merkeze alan bir oyun kuruculuk rolünü taşıması ve İslam dışı dinlerin İslam ile mücadelesine bağlı olarak Anadolu coğrafyasında kargaşa çıkarmak isteyen “şer güçler” daima açık yada gizli olarak faaliyette bulunmuşlardır. Ancak çok şükür ki bu zamana kadar istedikleri ölçüde başarılı oldukları söylenemez.
Batı medeniyeti modernleşme, materyalizm, liberal-kapitalist emperyalizm gibi 19.yüzyılda çerçevesini çizmiş olduğu, toplum yaşama biçimi, siyasal model, insan tipi gibi olguları kurgulayarak hakim paradigmasını kurmuştur. 20 yüzyıl ise bunun en acımasız uygulama çağı olmuştur. Batı medeniyetinin bu materyalist, ayırımcı, ötekileştirici, atomize edici, hasis, kindar, bencil-egoist insan inşası ile dünya toplumlarını son dönemde de “küreselleşme” adı ile parçlamaya, bölmeye teşebbüs etmiştir. Türkiye İslam medeniyetinden olması, Anadoluyu aralıksız, kesintisiz binyıldır elinde tutma başarısını göstermesi, sosyo-kültürel dinamiğindeki adaletçi yapısı ile Batı medeniyet değerlerine karşı oldukça dik durmuştur. Hatta uzunca bir sürede Batı’yı yönetmiş olan bir sisteme sahip olması gibi dinamiklerinin bulunması, Türkiye’yi açıktan değilde daha çok sinsi politikalarla bölmeye, suni etnik tartşmaların içine çekilerek milli birliği ve sosyal bütünlüğünü bozucu etkilere maruz bırakmıştır.
1984 yılından itibaren fiilen başlayan Türkiye’nin güney doğusundaki etnik temel tutturmaya çalışan dış mihraklı terör hadisesi, o zamandan bu yana gerek bölge insanında gerekse de bölge dışındaki Anadolu insanını germiştir. Aynı Allah’a iman eden, aynı Peygamberi inanan, aynı Kutsal Kitabı hayat anlayışı kabul eden, aynı düşmana karşı omuz omuza;
Çanakkale’de,
İstiklal Savaşı’nda,
Kore’de,
1974 Kıbrıs savaşında birlik ve bütünlük içersinde “can “gibi bir defaya mahsus insana verilen unsuru bu yolda harcayan bu insanlara, tek taraflı bilgi ile etnik soy farklılığına dayalı bir palyatif iddia ile araların düşmanlık, kin ve ayırımcılık tohumları ekilmeye çalışılmıştır.
Öte yandan Türkiye’nin topraları Batı medeniyetinin kültürel kök değerlerini oluşturan Eski Yunan’ın hayat bulduğu mekandır. Bu topraklar Batı medeniyet değerlerinin materyalist zihni alt yapısının oluştuğu coğrafyadır. Ermenilerin, Süryanilerin ve diğer toplulukların yaşadığı bir zengin coğrafyadır.
Batı medeniyeti ise 20.yüzyılda “Birleşmiş Milletler” kurumsal organizasyonu ile kendi değerlerini dünyaya hâkim kılmanın aracı olarak kullanmışdır. Birleşmiş Milletler’in Irak savaşında olduğu gibi Batı medeniyetinin şiddetinin dünyada yaygınlık kazanmasına meşruiyet sağlamıştır. Birleşmiş Milletler aynı zamanda 20 yüzyıl Batı medeniyet projesi olan toplumları etnik ayırımcılığa tabi kılarak, mikro milliyetçilik hareketleriyle bölmeninde bir meşru aracı kurumu rolünü de yüklenmiş olduğu görülmektedir. Dünyanın etnik sorun olarak oluşturulan bölgeler de, meydana getirilen etnik- kaotik sürecin uzatılmasına dayalı olarak bu bölgelerdeki kontrolün Birleşmiş Milletlere geçmesi ve böylece Batı medeniyetinin sözde hukuka dayalı olarak gerçekleştirilen sömürüsünün sağlanmasına aracılık etmesi mümkün olabilmektedir. Etnik mücadelenin artık var olduğu düşünülen ülkeler için etnik bölgelerdeki kontrolün kendilerinden çıkıp, uluslararası gücü devredilmesi anlamına geldiğinden, bu sorunu yaşayan ülkeler için sözkonusu durum “Demoklesin Kılıcı” gibi başlarında tutulmaktadır. Bu konuda Birleşmiş Milletler’in yasal sözleşmesi mevcut bulunduğundan( BM Siyasi ve Medeni Haklar Uluslar arası sözleşme ve BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslar arası sözleşmeler 16.12 1966’da BM. Genel Kurulunda kabul edip yürürlüğe ise 23.03 1976 ‘da girmiştir) buna atıfla bu belgeyi imzalayan ülkelere müdahale etmesi söz konusu olabilemektedir.
Türkiye böylesi bir nazik dönemden geçerken bu noktada milli birlik ve bütünlüğü sağlayıcı milli ve manevi bütüncüllükten hareket eden kültürel merkezli bir yaklaşımı yeni dinamikler ölçüsünde (diyanetin din- kültür –vatan merkezli özgün yaklaşımı, İslam’ın tasavvuf yorumunun aktivasyonu, devletin şefkat yüzü, asker- halk bütünleşmesi,…)gibi yeni özgün kültürel mahreçli sosyo-psikolojik ve sosyo-politik yorum yaklaşımlarıyla Haziran 2003’de Türkiye’nin de imzaladığı bu belgenin; bölgeye, ülkeye ve insanımıza olumsuz bir tesirinin oluşmasının önleyici tedbirlerin milli birlik ve bütünlüğün sağlanması açısından ele alınması oldukça önem taşımaktadır.
ankarameydani.com 01.11.2011 Salı - 11:57