Türkiye'nin Geleceği Açısından Son Seçimin Toplumsal ve Siyasal dili
Türkiye’de nufusun yaklaşık yüzde yetmişinin milli+manevi bütünsellikten hareket eden bir tabloya sahip olduğu öteden beri bilinir. Önceki dönemlerde bu oranı, geleneği temsil eden sağ kesimi;
1- Başta ana ağırlıklı gücü merkez sağ liberal değerlerden hareket eden bir siyasal parti
2- Arkasından geriye kalan miktarı ise; detay fikri farklılıklar üzerine inşa edilmiş küçük küçük üç–dört sağ partiler arasında bölüştürülen, böylece lime lime edilmiş bir siyasal kurgunun söz konusu olduğu uzun yıllarca gözlemlenmiştir. Bu yolla Türkiye, yıllarca pozitivist düşünce anlayışı-liberal sağ politikalar araçsallığında(maşalığında) , toplumun sekülerleşmesi ve olabildiğince de protestanlaştırılma zihniyetine dönüşmesi sağlanabilmiştir.
Yakın dönemde özellikle 12 Eylül sonrası süreçten başlayarak ve giderek 1990’lı yıllarda küreselleşmenin hakim olduğu dünya da, Türkiye’de liberal parçalı kurgunun sağlanmasının zorlaştığı bir yeni sosyolojik sürece girilmiştir. Önceleri başta Kayseri, Erzurum, Konya gibi illerde Türk sağı milli+ manevi birlikteliği olabildiğince sağlayacak olan siyasal bir partiye blok olarak yönelmeyi ifade eden bir siyasal birlik işaretleri, 2000’li yıllarda Türkiye geneline Hungtington’un ifadesiyle “ecdad fenomeni”ne dönüş olarak ortaya çıkmıştır.
Esasında Ak Partinin bu yaşanılan ezici birinciliği, Türk toplumunun jakobenizme, laisizme, batıcılaşmaya, sekülerleşmeye ve sosyal yapının Protestanlaştırma zihniyetine büründürülmesine bir süreç dâhilinde sistemsel tepkisi olduğu açıkça görülmektedir.
Batı pozitivist bilgiden beslenen aydının bu durumu bilimsel olarak görme körlüğün yaşamasının en önemli nedenlerinden birisi olarak, pozitivist sosyal bakış açsının üretmiş olduğu parçalı bakıştan kaynaklanmakta olduğu belirtilebilinir. Çünkü bu bakış açısının sistemik bütünü görmeme özelliği bulunduğundan, Türkiye’de ki jakoben kesimin hatalı toplum değerlendirmesinin arkasında ise, bu yöntemin kendi bünyesinde taşımış olduğu yetersizlikten kaynaklanmakta olduğu söylenebilir.
12 Haziran seçimlerinin ortaya çıkardığı tablo, küreselleşme olgusunun, Türkiye’de başta pozitivist sosyal bilimci aydınlar, jakobenci bürokrasi ile seküler sermaye olmak üzere her kesim tarafından yeterince derinlikli okunmadığını ifade etmektedir.
Çünkü küreselleşme sürecinde Hungtington’a(1993) göre bir anlamda medeniyetler çatışmasının, yani dünya üzerinde kültür, medeniyet ve ahlak üzerinde bir çatışmanın beklendiği ortaya çıkaran tabloyu anlama zorluğuna düşüldüğü görülmektedir. Bu kurama göre 21.Yüzyıl da dünya da; din, ahlak, kültür gibi soyut, manevi değerlerin toplumlar bazında öne çıkacağını belirterek, dünyanın sanayi- liberal ekonomi zihnyeti ilişkisinden, kültür-ahlak merkezli muhafazakâr değerlere doğru bir yönelişe dikkat çekilmektedir. Tam bu noktada da ise 21.yüzyıl sürecinde Türkiye’nin sahip olmuş olduğu güçlü sosyal değerler ve onların bütünlükçü sistemsel çerçevesi, Türkiye’yi “Yükselen Ülke” konumuna sokma potansiyelini artırarak, başta bu özelliğin Türkiye’nin dünya vizyonuna çıkmasına yol açabildiği söylenebilir. Günümüzde Batı bu bilgiyi güce dönüştürecek Türk toplumunun özgünlüğünden hareket edebilecek bir Türkiye’den çekinmekte, endişe ile izlemektedir.
Türkiye’de bu yeni süreçte jakoben kesimin, küreselleşmeyi hala 19 ve 20.yüzyılın modernleşmeci pozitivist mantıkla okuma hatasına düşme geleneğini sonucu, dünyadaki muhafazakarlığın yükselmesine ve buna bağlı olarak da, Türkiye’nin mill+manevi değerlerine yönelik muhafazakar duruşuna, karşı bir duruş sergilemiştir. Böylece bir yandan kendisini çağın gerisine iterek “irticalaştırmış”,öte yandan da jakobenci dayatıcı politikalar yoluyla, Türk toplumun kendine has özgün değerleriyle bütünleşmesine yol açmıştır. Buna ilaveten yerli/özgün değerlere sahip halkın bir yandan eğitim seviyesinin yükselmesi ve ekonomik anlamda girişimciliğin yükselmesi öte yandan da jakobenci dayatmalar, sosyolojik süreç itibariyle toplumun yüzde yetmişinin mümkün olan en yüksek yüzde ile bir partide toplanmasına, Türkiye’de batıcı düşünceyi ve onları temsil eden siyasal ve bürokratik kurumların giderek güçsüzleşmesine neden olmuştur. Buna göre Ak partini Türkiye’de oy kullanabilen her iki kişiden birisinin oyunu alması temelde bir özgün, bütünlükçü öze dönüş işaretleri veren bir “sistemsel” gelişimin öyküsünü oluşturmaktadır. Öte yandan kendi parti politikalarının anti-jakobenci ilkeleri de içeren yönler bulunması, bunun, Ak partinin Türkiye’deki 12 Haziran başarısını hazırlayan tarihsel –toplumsal-kültürel şartların iz düşümüne tekabül eden etkisinin de birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir.
Ak Partinin yüzde 50 oy almasına rağmen önümüzdeki dönemde kendisini bekleyen sorunlara nasıl yaklaşacağı önem taşımaktadır. Kendisini bekleyen sorunları aşmada kullanacağı kavramların yönü toplum tarafından neyi kullanması bir anlamda ifade edilmiştir. Bu yöntem tercihi Ak parti açısında oldukça belirleyici olacaktır. Örneğin kendisini bekleyen sorunlara pozitivist batıcı-liberal bilgi yönünden yaklaşarak mı çözüm üretecek, yoksa bütüncül bilgi açıdan özgünlüğün ürettiği sosyal bilgi ile mi sorunlar çözümlenecektir. Toplum bunun hangisini tercih etme beklentisi için de olduğunun da bir ölçüde mesajını vermiştir. Mesela :
Pozitivist Batıcı liberal mantıktan hareket ederek, Güneydoğuda terör sorunun Kürt sorunu” tabirini kullanarak çözümlemeye yöneldiğinde, Batı pozitivist bilgi anlayışının ayırıcı, parçalayıcı, bencilleştirici, atomize edici özelliğinin tabii sonucu olarak, Güneydoğuda bir etnik sorunun varlığı kabul edilmiş olacaktır. Böylece Türkiye’nin parçalayıcı ayırımcı zihniyet ile mesele yaklaşmayı tercih ettiği ortaya çıkmış olacaktır. Oysa aynı bölgedeki mevcut duruma bütüncül bilgi anlayışından bakıldığında etnik kürt sorunundan bahsetmek sosyolojik hatayı ifade etmiş olacağından, buradaki birleşme ve bütünleşme aynı din, aynı yaşama tarzı üzerinden açıklanma gücü kazanacaktır. Zaten Ak partinin etnik olduğu iddia edilen bir bölgede son iki seçim döneminde “tek devlet” , “tek bayrak”,”tek millet” anlayışını dile getirmesi ve bu söylemle yüksek oy almış olması(ki gerçekte bölge, etnik olsa bu yüksek oy asla alınmaz), bu bölgedeki “etniklik meselesinin” süni, palyatif olduğunu sosyolojik olarak ortaya çıkarmış olmaktadır. Bu bütüncül söyleme ağırlık vererek, jakobenik söylemin bölge ve insanlarını atomize edici pozitivist söyleminden uzaklaşmasının rasyonel bir tercih olduğu aşikar görünmektedir. Toplumun yüzde ellisinin bütünleşmeci mantık ile oy vermesi Ak partiye bu bölgede ayırımcılığı besleyen pozitivist söylemden uzaklaşmasına yönelik politikaları temsil etme isteğini ifade etmektedir.
Bir başka mesaj verici örnek ise demokrasi kavramının felsefi açılımına olan bakıştır. Özgün Türk demokrasi kavramını milli+manevi bütünselliğinden inşa etme yerine, Batı liberal demokrasi kavramı kullanarak hukuka, anayasaya, etnik olarak sunulan meselelere yaklaşılması durumunda ise, Türk toplumunun “ecdad fenomenine” dayalı yerel değerlerinden uzaklaşması anlamına gelmekte olduğunun fark edilmesine yönelik mesajdır.
Türkiye insanlık alemi ve insanlık tarihi gelişimi içinde medeniyet inşa etme özelliğine sahip alt yapısı bulunan bir ülkedir. 21.Yüzyılda Yeni Türkiye’nin mevcut pozitivist-kapitalist etkileşimciliğini besleyen batılı demokrasi anlayışı yerine, bütüncül çerçeveden hareket eden yeni bir “Türk demokrasi”si kavramı geliştirme ihtiyacı ve sorumluluğu bulunmaktadır. Toplum bunu yüzde elli oy vererek Ak partiden beklediğini ifade etmiştir. Bu yeni Türk demokrasi anlayışı ile kültürel kökleri insanlık sevgisi üzerine kurulmuş bir devletin var olmasının temelini “insanı yaşat ki devlet yaşasın” sözü ile insan merkezli sosyal ve siyasal bütünleştirici anlayışının 13.Yüzyılda, yani modern batılı demokrasiden yaklaşık 500yıl önce temel kökleri bulunmaktadır. Bu anlamda İslam’ın “bir”likçi anlayışı ise 7.yüzyıldan itibaren dünya gündemine sunumda bulunmuştur.
Günümüz dünyası kültür milliyetçiliğinin ve muhafazakar değerlerin hakim olduğu bir çağı ifade etmektedir. Seçmen bu noktadan hareket ederek, MHP’nin barajı geçmesine izin vermesine rağmen, dünyada yükselen değer olan muhafazakarlık ve kültür milliyetçiliğini yeterince bünyesine aktive etmeye yönelmemesini, bir anlamda liberal değerler çerçevesinde milliyetçilik yapmasını sorgulamıştır. Toplum, MHP’nin güçlü milli+manevi bütünselliğini yeterince ve gerektiği kadar kullanmamasından dolayı kardan aşırı bir şekilde zarar etmesine karar vermiştir. Bu zarar ise sürecin bünyesel anatomisinin topyekün sorgulanmasına kadar gidebilmeyi isteyen öz eleştiri yapılmasına işaret etmektedir..
CHP’nin ise zaten Türkiye’deki yüzde otuz kesime hitap eden bir sosyolojik gerçekliği bulunmaktadır. Daha önceki dönemlerde liberal sağ partilerin başarısızlığı, diğer küçük sağ partilerin nispi sıçrama yapmalarına ilaveten böylece sağ bütün oylarının güdükleşmesi/tirilmesi, bürokratik elitizm, seküler sermaye ve medya gücü ile yüzde 20-30 bandı CHP’yi söylemde etkin bir konuma taşımıştır. Ancak Yeni dönemde CHP’nin mevcut hali ile yüzde 30’ları çok ileri seviyelerde aşması hem dünya gerçekliğinin muhafazakarlaşma eğilimi taşıması, hem de Türkiye’de bürokratik elitizmin güç kaybetmesine bağlı olarak beklenmemelidir. Bu konuda herhangi bir lider değişimi dahi CHP üzerinde çok ciddi bir kalkışı ifade etmeyeceği, CHP’nin mevcut statükocu ilkelerinin toplum ölçeğinde cazibe merkez olmasını yitirmesinin görülmesine bağlı olarak açıklanabilir.
Sonuç olarak 12 Haziran seçimleri bu anlamda toplumun Ak Partiye, 18.yüzyıl aydınlanmacı ve 19.ve 20.yüzyıl pozitivist anlayış ile değil, bu yüzyılda bütüncül sosyal bakışın üretmiş olduğuYeni Türk demokrasi anlayışı ile 21. Yüzyıl Yeni Türkiye’sini anti-jakobenci, adalet merkezli, bölgesel ve küresel güç olma yolunda emin adımlarla yürüme izni vermiştir. Türk toplumu hem Ak Partiye hem de başta diğer meclise göndermiş olduğu partilere(CHP,MHP) mesajı çok etkin ve güçlü vermiştir.
http://ankarameydani.com/ 20.06.2011 Pazartesi - 14:09