Sanayileşmiş Avrupa'nın Ruhsal Bozukluğu ve İnsan Krizi
Yapılan son araştırmalara göre sanayileşmiş, modernleşmiş, çağdaş Avrupa’da, nufusun yüzde 40’ının ruhsal bozukluk içinde bulunduğu belirtilmektedir. Yani Avrupa’da yaklaşık 165 milyon insanın depresyon içerisinde bulunması anlamına gelmektedir. En sık rastlanan ruhsal bozukluğun tanısı ise “endişe bozukluğu” olarak belirtilmiştir. Erkeklere nazaran kadınların bu oran içindeki payının daha yüksek olduğu belirtilmiştir. Öte yandan gençlerin yabancı madde alışkanlığı ve yalnızlaşmalarından doğan sosyal, ruhsal, nörolojik bozukluların tedavisine yönelik harcamaların yüksekliğide Avrupa’da ki resmi yetkilileri endişelendirmektedir.
Yukarıda açıklanan bu bilgiler, bizlere, sosyal bilimler açısından modern, libearl-kapitalist sistemi benimsemiş Avrupa’nın içinde bulunduğu sosyo-ekonomik, sosyo-kültürel, sosyo-politik ve sosyo-psikolojik çıkmazları ortaya koymaktadır. Bu tablo Batı insanının günümüz koşullarında “insan krizi”ni, “sistem sorunu”nu açıkça ifade etmektedir. Bu durum, Batı medeniyetinin en önemli kadim ana kara parçasının çıkmazını da ayrıca gözler önüne sermektedir.
Türkiye özellikle Tanzimattan bu yana “batıllılaşma” sürecine sokularak sürekli olarak Batı’ya benzeme hedefine göre programlanmıştır. Bu verilere göre Türkiye’nin laisizmci, jakoben yapı önderliğinde başta eğitim, ekonomi, kültür ve siyasal politikalar yoluyla liberal-kapitalist zihniyetli, protestan temelli insan yetiştirme uğraşının nasıl bir israf olduğu, ülkenin milli ve manevi erezyona ne denli tabi tutulduğu, Avrupa sisteminin kendi insanının ruhsal yapısını bozucu tesirinin ortaya çıkmasına bağlı olarak kanıtlı bir şekilde görmek mümkündür.
Çağımızın en önemli sorununu, hakim Batı paradigmasının tüketmiş olduğu “insan krizi” meselesi oluşturmaktadır. Sanayileşmiş Batı, kendi sistemi içerisinde insanının kendi geleceğini açık, parlak görememesinden dolayı Batı modern insanını “miyopi” karamsarlık duygusu içene düşürmüştür. Bu insan “ben ne olacağım, nasıl yaşayacağım, yalnızlığımı neyle aşacağım” gibi yakıcı sosyo-psikolojik soruların cevapsızlığı içinde kıvranır bir noktaya gelmiştir. Böylece refah, üretim, sermaye, özgür girişimcilik, insan hakları gibi sloganlarla ekonomiden hareket eden kendi ve sistemini bunagöre kuran Batı medeniyeti, sistemsel kuruluşundan yaklaşık ikiyüz yıl sonra yine aynı silah kavramlarla kendisini vurmaya başlamıştır. Batı’lı insanlar ruhsal bozukluklarına sebebiyet veren endişe psikolojisi, yalnızlaşma, yabancılaşmadan uzaklaşabilemek için başta Büyük Türk sufisi Mevlana’nın Mesnevi’si olmak üzere, Yunus, Hacı Bekatş-ı Veli öğretilerine yüksek sanayileşmiş kültür içinden gelerek, ilgi duyarak, bu öğretileri kendilerince yaşamlarına geçirme gayretleriyle normalleşmeye çalıştıkları görülmektedir. Bu durum Türkiye’deki Batı merkezli özgürlükcülere ve diğer sözde aydınlara duyurulur. Böylece Batı kendi eliyle oluşturduğu insanınlık krizini, kendisi için anti-pozitivist içeriğie sahip ve en önemli kültürel tehlike gördüğü Türk-İslam metafizik düşünce sistematiği ile ruhsal bozukluğuna tedavi aramaktadır. Buna göre Şeyh Edebalı şöyle der: “Osman İnsanı(bu sadece insan) yaşat ki devlet yaşasın” diyerek 21. yüzyıl da dahi dünyanın sosyal meselesine, insanlık krizine 13.yüzyıldan çözüm üretme cömertliğini sunmuştur.