Protestanlık ve Kalvinizm'in Yeni Türkiye Sunumu
Son dönemlerde Türkiye’de light İslam anlayışının yaygınlık kazanmasını sağlayamaya çalışan çevreler bunun alt yapısını da Protestanlık mezhebinin kalvinist zihniyeti üzerinden bir zihinsel kurgu ile “Yeni Türkiye “nin görünümünü bu ilkeler çerçvesinde oluşturma gayretleri dikkat çekmektedir.
İslam inancına göre sonradan muharref hale dönüştürülen katolik mezhebinin vahiy inancına bağlı olma özelliğine karşı, Protestanlık bir yönüyle vahye dayalı Katolik’liğe karşı 16.yüzyılda dinin seküler yorumuyla dünyada çalışmayı, kazanmayı yani maddi hayatta başarılı olmayı amaçlayan bir ahlak(etos) geliştirmiştir. Luther’in maddi dünyayı terk etme yorumuna karşı Calvin, zengin olmuş Protestan mümüni dindar olarak değerlendirmiş böylece kapitalist sermaye birikiminin dini görünen temellerini atmış olmaktadır. Böylece dünyevileşmiş, salt akılsallaştırılmış, ekonomik alanda homo-economicius aklın gelişmesinin yolu açılarak, Katolik’likdeki vahiy kültürünün yolu kapatılmıştır. Her ne kadar Katolik papazlarda dini kendi menfaatleri şekline kullanmış olsalar da, Luther “İsa Mesih Yahudi olarak doğdu” diyerek Hıristiyanlığın, ruhani hayatı öncelemesine karşın Tevrat’ın dünyevi hayatı, bu dünya hayatını öncelemesi, Sombart’ın “Kapitalizm ve Yahudilik” kitabında da belirttiği gibi Protestanlığın kapitalizmin oluşmasındaki Yahudi çalışma ahlakının etkisine dikkat çekmektedir. Bundan dolayı bu protestanik çalışma ahlak anlayış; dünyevileşmeyi, salt akılcılığı,laikliği,demokrasiyi,humanizmi ve bütün unların toplamdaki ekonomik (maddi) dünyaya etkisinin kapitalizmi ortaya çıkarmada etkili olmuştur. Buna göre seküler, modernist, Batı dünyasının oluşmasının judaistik temellerden beslenerek protestanik bağlamda oluştuğu görülür.
Türkiye’de protestan çalışma ahlakının övgüleri yapılarak, Calvinist sermaye anlayışı merkezli yeni sanayileşen şehirlerimizi(Kayseri, Konya, Denizli,,) bu yöntemle açıklamaya giden bir akademik bakış ve sivil toplum çevresi oluşmaktadır. Şüphesiz bu tür yaklaşımlarla, Türkiye için kimlik krizi oluşması sağlandığı gibi, Batı sekülerliğine bağlı sosyal ve ekonomik açıklamalar getirilerek de milli ve manevi bütünselliğe dayalı Türk-İslam sosyal düşünce sistemini yetersiz hatta yok sayıldığı görülür.
Türkiye’de protestan çalışma ahlakının övgüleri yapılarak, Calvinist sermaye anlayışı merkezli yeni sanayileşen şehirlerimizi(Kayseri, Konya, Denizli,,) bu yöntemle açıklamaya giden bir akademik bakış ve sivil toplum çevresi oluşmaktadır. Şüphesiz bu tür yaklaşımlarla, Türkiye için kimlik krizi oluşması sağlandığı gibi, Batı sekülerliğine bağlı sosyal ve ekonomik açıklamalar getirilerek de milli ve manevi bütünselliğe dayalı Türk-İslam sosyal düşünce sistemini yetersiz hatta yok sayıldığı görülür.
İslam dini çalışmayı emreder. İslam sanki “çalışma, uyuşuk ol, asalak yaşa, yeterki ibadet et ama üretimde de tembel olabilirsin” kabilinden sözleri sanki söylüyormuş gibi Türkiye için dünyevi başarıyı Protestanlıkta gösterilmektedir. Oysa bunlar ciddi sosyal bilimciliği ifade etmeyen anlatılardır.
Allah kendisinin her an yeni bir işte olduğunu belirterek, İslam dinin de çalışma kavramı, her an için dinamikliği ifade etmektedir.
Hz.P eygember(SAV) Efendimiz ise bizzat kendisi girişimcidir. Ticaret ile uğraşmış,”rızkın yüzde 90’ı ticarettedir, hiç ölmeyecekmiş gibi dünyayı hemen ölecekmiş gibi ahirete hazırlanmalı, iki günü birbirine eşit olan zarardadır” diyerek dinamik, çalışkan, üretken bir insan ve toplum tipinin ortaya çıkmasını arzuladığı yani İslam’ın böyle istediğini belirtmiştir. Zaten Selçuklu’nun lider dönemlerinde ve Osmanlı’nın üçyüzyıllık yükselme döneminde dünya siyasetine yön verdiği zaman diliminde bu başarılar protestan ilkelerle mi gerçekleşti? yoksa kendi özgün milli ve manevi değerler bütünselliğine dayalı sosyal düşünce ve uygulamalarıyla mı? gerçekleşti. Bu çevreler Eski Yunan’a kadar giden analizlere başvuruyorlar da acaba neden İslam, Selçuklu, Osmanlı pratiğini görmezden gelmektedirler. Bunları incelerken neden modernist terminolojinin bakış açısı ile yaklaşım gösterilmektedir. Bu meselenin bir yönüdür. Diğer yönü ise siyasal süreçte Türkiye’de yeni dönemde, Batı paradigmasından çıkmaya yönelik toplumsal taleplere yönelik arayışlar güçlenmiştir. İslam, milli kimlik, batılılaşmaya olan güvensizlikler, dünya siyasal gelişiminin İslam’ı öne çıkarması gibi gelişmeler, Türkiye’de protestanik çevreler açısında kontrolün elden kaçmamasını gerekli kılmaktadır. Bundan dolayı bu çevrelerce light-İslam uygulamaları bu sosyolojik süreçte(Yeni Türkiye) önemli bir çözümleme aracı olarak uygulamaya geçirilmek istenmektedir. Zaten Cumhuriyet’in kuruluşundan 2007’lere kadarki süreçte aktif olarak sekülerleşme, laiklik adı altında laisizm, devlet kapitalizmi sivil ve askeri jakoben bürokrasi yoluyla bu süreç sağlanabilmişti. Bundan dolayı, Türkiye’de eğitim, ekonomi, siyaset, Türk milliyetçiliği, İslam’a yaklaşım gibi konular, protestanik bir temel zihniyet özelliklerine göre kurgulanma süreci modernleşme ve batılılaşma yolu ile sağlanabilmiştir. Artık eski elitlerin bu alanı korumaları zorluk içine girmiş gözüktüğünden, yeni elitlere yumuşak bir dil kullanılarak light- İslam ile mevcut protestanik varlığın etkinliğinin korunması yoluna gidilmektedir.
Türkiye bu yeni dönemde bu meselere dikkatle yaklaşarak din-ekonomi- toplum alanında kendi değerleri sistemine dayalı bir sistemsel bakışı geliştirme ihtiyacı içinde bulunmasının gerekliliğinin kavramak zorundadır. Bunun ihmali halinde insanlarımızın Haclar-umreler, vatan söylemleri, serbestleşmiş başörtüsü, lüks tüketimde markalaşmacı rekabet…. gibi uygulamaları, sadece ve sadece light –İslam vasıtasıyla protestansılaşmış hale dönüştürülmüş İslami (dini) değerleri yaşayan yeni bağımlılaşma türünü ortaya koyan bir toplumu ortaya çıkabilir.
ankarameydani.com 05.12.2011 Pazartesi - 22:07