“Tevhidi Sosyal Düşünce”

Müslüman-Türk Milletinin Cihanşumul "Yönetim Kültürü" Anlayışından Modern Kamu Yönetimi Arayışları Üzerine Düşünceler

Tabii bazı şeyler toplum içerisinde kaygı meselesidir. Aynı bizim ecdadımızda,atalarımızda, dedelerimizde olduğu gibi bir şeylerin kaygısını çeken insan ya da toplum ya da devlet olmak farklı bir şeydir. Hani biraz evvel dedik ya dedelerimizde öyleydi diye,hizmet için,bu dine hizmet için,İlahi Kelimetullah uğrunda  sayılamayacak kadar hizmetler vermişler. Ve beklide bu gün ki imkanlarımızın, şartlarımızın,hayatımızın temelini aslında bizler için atmış ecdad.

Hani baktığımız zaman bir Çin’de, bir Hindistan’da, bir İngiltere’de, Amerika’da bir şeylerin kaygısını, dünyaya yönelik olarak insanlığa hizmet, adaleti tesis etme, insanı yüceltme ve insana değer verme, sevgi toplumu olma, hoşgörü içerisinde bir şeyleri birleştirme kaygısı pek görmezsiniz. Niye? O kaygılar aslında benim ecdadıma, benim köküme ait, o yüzden 24 milyon km2 alanda hakim olunmuş. Kaç yıl? 1299-1920, 621 yıl çok büyük bir coğrafyada, birkaç kıt’a da birden hakim olmuş ecdadların torunlarıyız. O yüzden kaygılarımız doğal olarak kökümüze çekecek, dedelerimiz, ecdadımız yönünde olacak.

Bugün birilerinin hangi kaygılarla hangi topraklarda  bulunduğunu görüyoruz öyle değil mi? Demokrasi,insan hakları adıyla birilerinin bir yerlerde bulunduğunu çok rahat görüyoruz. Günde 50-60 kişinin, 50-60 canın yok olduğu ortamlarda, hangi kaygılarla birilerinin bir yerlerde bulunduğunu görüyor ve şahitlik ediyoruz. Ve bunlar bizim topraklarımız etrafında cereyan ediyor. Benim atalarımın, benim dedemin sadece bir valiyle, bir insanla yönettiği topraklarda şu an zulmün, gözyaşının hakim olduğunu, kanın oluk gibi aktığını görüyorsunuz, şahitlik ediyorsunuz.

Bizim devlet geleneğimiz, devlet olma bilincimiz o kadar köklerde ve derinlerdedir ki, Üstad Necip Fazıl bunun sürecini bir iki dizeyle çok güzel anlatır. Üstad der ki:

“Bu ne hazin ağaçtır, bütün ufkumu sarmış,
Kökü iffet, dalları taklit, meyvesi fuhuş.“
 
Nereden, nereye?

Daha önce ki devletlerimizi, daha önce ki tecrübelerimizi saymıyorum, sadece son kurduğumuz cihan devleti, imparatorluk ifadesini de kolay kolay kullanmak istemiyorum. İlla da kullanacaksak, benim ecdadımın, Osmanlı’nın adı biliyorsunuz batı kaynaklarında hep “Ottoman Empire“ olarak geçiyor“ Osmanlı İmparatorluğu“. Ama Devlet-i Ali Osman diyor değil mi ecdad kendine. Aslında imparatorluk ifadesini biz kullanmıyoruz. Batı bize yakıştırıyor. Dolayısıyla imparatorluk “emperyal“den geliyor, sömürmekten geliyor. Ama benim ecdadım hiçbir zaman sömürü anlayışıyla, sömürü yaklaşımıyla hareket etmemiş.

Fatih İstanbul’u fethediyor daha çocuk yaşta.Tabii surlardan içeri girince bütün gayri Müslim teba kapılarını, pencerelerini kapatıyor, bizi asacaklar, kesecekler, doğrayacaklar hesabına. Fatih’in ilk konuşması, yüksekçe bir yere çıkıyor ve nedir?“ Hiçbir endişe duymayın. Canınız, malınız, ırzınız, namusunuz ve dininiz, inancınız bizim teminatımız altında.“

Hemen oraya Fatih Medresesini kuruyor. Yani benim ecdadımda akılla kalb, madde ve mana hep yan yana. Selçuklu Anadolu’ya geliyor ilk olarak Nizamiye Medresesini kuruyor. Eğitim,akıl. Ama sadece şu anda batının o ihtişamlı yapısı, madde üzerine kurulmuş yapısı yok bizde. Bizde maddeyle mana hep yan yana gitmiş.

Hakikaten bakıyorsunuz, 621 yıl bir yapı kendiliğinden ya da tesadüf eseri olabilir mi arkadaşlar? Hiçbir yapı, hiçbir kurum, hiçbir organizma kendiliğinden yada tesadüf eseri  kendiliğinden vuku bulmaz ya da şans eseri devam edemez. Hayatta şans ya da tesadüf diye bir şey yoktur. Planlı, programlı tabii hepsi Yaratıcının kontrolünde ve izni dahilinde gerçekleşir.

621 yıl. Peki hangi felsefe üzerine,hangi düşünce üzerine, hangi dinamikler üzerine inşaa olmuş bu yapı hiç düşündünüz mü? 621 yıl kaç kuşak eder insan ömrünü ortalama 65-70 yıl alırsak. Düşünebiliyor musunuz, 10 kuşağın üzerinde, 10-15 kuşak benim ecdad hakim olmuş hem de bir şeylerin modelliğini yaparak, örnek olarak.

Bakıyorsunuz hiçbir imparatorluğun,hiçbir devletin dağıldıktan sonra toprakları üzerinde 46-47 tane devlet kurulmamış. Filistin’le beraber 47 devlet kurulmuş Osmanlı’nın çekildikten sonra ki toprakları üzerinde. Ve eğer,bunu batılılar kendileri itiraf ederler; “Osmanlı diğer emperyal düşüncesinde olanlar gibi bizim dilimizle, dinimizle, kültürümüzle oynasaydı,baskı yaparak bizi kendileri gibi yapsaydı,bugün Balkanlar da onlarca millet var değil mi,hiçbiri olmayacaktı.“sözleriyle.

Üstad Necip Fazıl söyleşi yapmak üzere, vefatından bir süre önce Suriye’de Şam’a  gidiyor. Orada söyleşisini yaptıktan sonra bir Arap kendisine bir soru soruyor. Fransızca olarak. Osmanlı’nın Arapları ezdiğinden, sömürdüğünden, Araplara eziyet ettiğinden ve kullandığından dem vuruyor. Bayağı aleyhte cümleler sarf ettikten sonra Üstad; “Bitti mi?“ diyor, “Evet.“ diyor Arap. Üstad “Eğer Türkler, benim atalarım sizi ezseydi, sömürseydi ve sizi kullansaydı şu an bu soruyu bana Fransızca değil Türkçe olarak soruyor olman gerekirdi. Şu an da kullandığın dilden sizi kimin sömürdüğü, kimin kullandığı çok açık.“diyor. Dolayısıyla benim yüzyıllarca hakim olduğum topraklarda hiçbir unsur kendi dilinden ve dininden hiçbir şey kaybetmemişken, çok kısa bir süre içinde, işte“Coğrafi keşifler“ adı altında, hâlen de devam eden bir süreçtir bu sömürü süreci, 21.yüzyılda hâlen birileri birilerinin güdümünde ve denetimindedir. 150-200 yılda sağlanacak sermaye birikimi çok kısa bir sürede,onda biri sürede, 15-20 yıl gibi bir sürede tamamlanmıştır. Güya “Coğrafi keşifler“ adı altında ‘keşfettikleri toprakları’, toprakların bütün zenginliklerini batı sömürerek kendi ülkesine taşımıştır. Bunu bilimde ve ekonomik ilerlemede kullanmışlardır.Hatta topraklarını sömürdüğü yetmiyormuş gibi binlerce insanı Avrupa’ya gemilerle köle olarak götürmüş ve kullanmıştır. 30-40 milyon yerli unsurun bulunduğu topraklarda, batının gelmesinden çok kısa bir süre sonra 3-5 milyon yerli unsur kalmıştır. Bunun adı açık bir sömürü ve asimilasyondur.

Nasıl ki bugün ata toprağı, dede toprağı diye bakarız ya Orta Asya’ya.Kökümüz. Orta Asya’dan gelmişiz at üstünde, Anadolu’ya 1071’de ayak basmışız, medeniyetin ilk aşamasını oluşturmuşuz, o tarihten itibaren bu topraklarda hakim olmuşuz, ama kökümüz Orta Asya’dır diye oraya bir naiflikle, güzel duygularla, samimiyetle bakarız ya.Birkaç yıl evvel bir konferans vesilesi ile Kırgızistan’a gitmeyi nasip etti Yaratıcı. Orada hiçbir Kırgız’a kültürel anlamda “Ben Türküm“ dedirtemedik. Diyorum ki “Ben Kırgızım,sen de Türksün.“ “Hayır,ben Türk değilim, Kırgızım.“ diyor. O topraklarda öyle asimile edilmişler öyle tepelerine binilmiş dillerinden,inançlarından,kültürlerinden uzaklaştırılmışlar ki “Ben Türküm.“deme bilinci, ortak bir düşünce hayatında birleşme fikri yok edilmiş o insanların zihinlerinden, kalplerinden, beyinlerinden. Her biri ben Kırgız’ım,ben Kazak’ım,ben Azeri’yim ben şuyum ben buyum deme noktasına getirilmiş. Bunu hangi emperyal düşünce yapmış? Komünist Rusya. Ama benim atamın 300-400-500 yıl hakim olduğu topraklarda bu yaşanmıyor.

Düşünebiliyor musunuz benim ecdad Macaristan’a kadı gönderecek,önce oranın dilini çok iyi bileceksin diyor,ki sen adalet mekanizmasını tecelli ettirmek üzere gidiyorsun oraya ve haklıyı haksızı tespit etme noktasında bir sıkıntı çıkar adalet tam tecelli etmeyebilir. Dolayısıyla oranın diline hakim olmalısın anlayışı var. Böyle bir adalet duygusu böyle bir incelik böyle bir hoşgörü ve herkese karşı eşit durabilme yaklaşımı başka nerede var?

24 milyon kilometrekarelik alanda sağlayamadığımız düşünceyi ne yazık ki bugün 780 bin km karede hiç sağlayamamış durumdayız.

Ana noktamıza çekilmişiz,alanlarımıza çekilmişiz ama yeri geliyor tarihimize küfrediyoruz.Peki hiç Tandoğan’dan geçerken MKE’nin kuruluş yılına dikkat ettiniz mi? 1453 yazar siyah bir mermer üzerinde altın rengi metalle. MKE, kuruluş 1453 yazar. Nereye göndermedir bu aslında ,İstanbul’un fethine bir göndermedir.Zamanın en ileri teknoloji kullanılan toplarını döktürüp, Fatih’in İstanbul’u fethetme çabasına doğru gider.O ilmin,fennin alt yapısını götürme olayı. PTT Ulus’ta, geçerken kafanızı kaldırıp bakarsanız“ 170 yaşında“ olduğunun kocaman yazıyla orada yazdığını görürsünüz.

Hep ahlak toplumu olmaktan bahsediyoruz,yozlaşmadan bahsediyoruz.Ama bakıyorsunuz inancımız,kültürümüz bize neyi emrediyorsa tam tersi yönde hareket ettiğimize şahitlik ediyorsunuz.Bir yerlerde çok ciddi manada sıkıntılar var.Peki bu sıkıntıların kaynağı ne?Birilerinin bu toplumun inancı üzerinde,değerleri üzerinde,kültürü üzerinde, dili üzerinde çok ciddi manada oynadığını görüyorsunuz.

Bugün alışveriş merkezine gittiğinizde,Kızılay’a gittiğinizde şöyle gözlemci olarak baktığınızda hemen hemen hiç Türkçe tabela göremezsiniz.Doğru mu?Ama daha II.Abdülhamit  zamanında,cennet mekan Abdülhamit,bütün yabancı tabelaları yasaklatmıştır.Bütün yabancı okullarda Türkçe dersini zorunlu kılmıştır.Belli aralıklarla Türkçenin yeterli öğretilip öğretilmediği noktasında çok ciddi bir denetimi yapacak olan mekanizmayı kurmuştur.Bu ne zaman cereyan ediyor?Osmanlı bitti,öldü,hasta adam,devrildi denen dönem de yapılıyor.

Yakın geçmişte hatırlarsınız Hz. Peygamber Efendimiz(s.a.v.)’e hakaret içerikli karikatürlerden dolayı ciddi sıkıntılar yaşandı.Hiç bir Müslüman ülkenin doğru dürüst bir tepkisinin ortaya çıkmadığı bir süreçle karşılaştık.Ama yine cennet mekan Abdülhamit, daha Osmanlı bitti denen dönemde,Osmanlı hasta adam üfledik yıkıldı denildiği süreçte gerçekleşen olayda;tek bir mektubuyla Fransa’da İslam’a ve Hz. Peygamber’e hakaret içeren tiyatro oyununu yasaklatacak bir iradeden bahsediyoruz.

Peki bu yapı hangi temel,hangi felsefe,hangi düşünce,hangi temel argümanlar üzerine inşaa olmuş?

Bakıyorsunuz takvimler 1258’i gösteriyor,bir erkek evlat dünyaya geliyor.Adını Osman koyuyorlar.1258 hangi yıllardır?Moğolların Anadolu üzerinde Türk ve Müslüman unsurlara baskısının,zulmünün  yaşandığı ve o medeniyetin eserlerini ortadan kaldırdığı dönemdir.Anadolu’daki beyliklerden birinde Ertuğrul Gazi’nin oğlu dünyaya geliyor.1258 Moğol zulmünün zirvede olduğu dönem, 1299’a hazırlıktır 1258.

Her Osmanlı padişahı bakıyorsunuz arkadaşlar,hani tarihte astığı astık kestiği kestik kimine Kızıl Sultan kimine deli kimine vatan haini adlandırmalarının yapıldığı Osmanlı padişahları bizde masa başı tarihçiliğiyle ele alınıyor.Ne yazık ki Cumhuriyetin İlanı’ndan sonra tamamen tarihin üzerini örten,fakat tarihi olduğu gibi yansıtan değil de masa başında olmasını istedikleri biçimde,olması gerektiğini düşündükleri biçimde bir masa başı tarih anlayışı yer alıyor.Hiçbir Osmanlı padişahının dergah bağlantısı olduğundan bahsedilmiyor.Her Osmanlı padişahın bizatihi bir dergah ile bağlantısı vardır.Bazıları da gerçekten bu dergah içerisinde sufidir,dergah mensubudur.Ve her Osmanlı padişahının muhakkak bir can yoldaşı vardır.Bazen bir can yoldaşı şeklinde Yavuz Sultan Selim’de olduğu gibi,bazen de Fatih’te olduğu gibi daha çocukluktan itibaren hocalığını yapmış bir manevi rehber bir önderin yer aldığını görüyorsunuz.

Osmanlı kuruluyor,hangi temeller üzerine kuruluyor?Şeyh Edebalı denen bir önder var.Ahi teşkilatının başındaki isim.Manevi bir rehber,manevi bir önder.Hani bugün ecdadın hangi zorluklarla,sadece kol gücüyle değil madde ve mana gücüyle fethettiği ve hakim olduğu topraklardan kalan ve şu anda üzerinde yaşadığımız toprakların madde ve mana bütünlüğüyle kazanıldığını bize miras bırakıldığını düşündüğümüzde bugün birilerinin bu topraklara hakim olmaya çalıştığını bu toprakların sahipliğine soyunduğunu görüyorsunuz.Ve ne yazık ki hangi emeller uğrunda bu toprakların üzerinde ne oyunlar oynandığını gördüğünüzde bu insanı daha çok üzüntüye sevk ediyor.Ve hep gittiğim her yerde şunu çok rahatlıkla söylüyorum;Öyle durumlara gelmiş ki bu millet ama Yaratıcı tarafından asla tarih sahnesinden silinmemiş.Batının tam anlamıyla hakim olamadığı tam anlamıyla tepesine binemediği zincir vuramadığı tek milletiz.Yani bizim sabıkamız batının gözünde çok kabarık,sicilimiz hiç iç açıcı değil onlar açısından.Dolayısıyla dünyada üç tane kritik nokta var;Orta Doğu,Kafkaslar,Balkanlar.Bunlar yüzyıllar boyu hep kaynayan hep hareketli hep fıkır fıkır dinamik topraklardır.Üçü de şu anki asli topraklarımızın çevresinde.

 2000’li yılların ortasında bir süre kalmak üzere İngiltere’ye gitmiştim,5-6 ay orada kaldım.Hakikaten adaya yaklaştıktan itibaren o bulutlarla kaplı puslu havaya doğru gidiyorsunuz,İngiltere’ye,ve anlıyorsunuz hani Güneş’i doğru dürüst görmeyen,kasvetli havanın egemen olduğu ada üzerindeki vatandaşın niye öteki kıtanın ucundan kalkıp bu topraklara göz koyduğunu anlıyorsunuz.O yüzden hep söylüyorum benim insanım adına yurtdışı deyin başka bir kültürü görme deyin hangi amaçla olursa olsun ülkesinden çıkıp dışarıdan kendi ülkesine bakmalıdır.Hani derler ya“İnsan manzaranın içindeyken gerçekten bir şeyleri göremiyor.“Ülkenin ne kadar güçlü ne kadar büyük ne kadar potansiyeli yüksek ne kadar aslında sağlam temeller üzerine inşa edilebileceğini görüyorsunuz.Kökünün çok derinlerde olduğunu görüyorsunuz.Ama bunun bu topraklara gerçekten dışarıdan baktığınızda görüyor.

Öyle yapı kurmuş ki ecdad hani devlet geleneği  ya da yönetim kültürü olarak baktığınızda hiçbir tesadüfi unsurun bulunmadığını görüyorsunuz bu yapı içerisinde.Enderun denen bir yapılanma var bugün bile beceremediğimiz 21.yy’da günümüz teknolojisinde günümüzde gelinen mesafe anlamında hâlen beceremediğimiz pek çok unsurun o yapı içerisinde başarıldığını görüyorsunuz.Aslında tam bir modern kamu yönetimi okulu Enderun.Ama ne yazık ki bu yapı bu ideal model,zamanında inanılmaz derce de etkili verimli rasyonel çalışan model,örnek alınıp bu güne uygulanması gerekirken bizim arşivlerimize bizim dışımızda herkes giriyor.Sadece biz yokuz orda.Benim değerimi,başarılı olmuş modellerimi araştırıp kendime adapte etme örnek alma model oluşturma anlamında hiç çalışmıyoruz.Kendi tarihimizi biz yazmıyoruz.Osmanlılar’la ilgili pek çok eserin ecnebiler tarafından yazıldığını görüyoruz.Ve çok ilginçtir zamanında ecnebi seyyahların ve ticaret erbabının Osmanlı topraklarında bulunduktan sonra Osmanlı’yla ilgili pek çok düşüncesinin o yapıyla ilgili düşünceleriyle ilgili bilgilerin verildiği eserlere rastlıyorsunuz.Yani ecdad bugün ekoloji deniyor çevrecilikten bahsediliyor ya da bir takım hayvan neslinin benim topraklarımda uygulandığını görüyorsunuz ya da temizlik anlayışının uygulanışını görüyorsunuz.

Adalet mekanizmasının ne kadar sağlam temeller üzerine kurulu bir vaziyette bu topraklar üzerinde uygulandığına şahitlik ediyorsunuz.Yani her padişah Yaratıcı’nın yer yüzündeki gölgesi,halifesi sıfatını taşıyor.İlahi Kelimetullah uğruna hizmet etme anlayışının şuuru var.

Şeyh Edebalı’ya bakıyorsunuz aslında Osmanlı’nın manevi mimarı,kumandanı.Bu devletin sağlam temeller üzerine kurulmasını sağlayan en önemli unsur.Hani bir işyerine gittiğinizde cam çerçeve içerisinde ya da duvarda asılı olarak bulunduğunu görürsünüz ya da magazinal bir şekilde “Şeyh Edebalı’nın Osman Bey’e öğüdü“şeklinde çoğumuz tamamını okumamışızdır bile.Bu devlet geleneğinin devlet düşüncesinin aslında hangi manevi köklere sahip olduğunu ne kadar derinlerde olduğunu görüyorsunuz.

Bugün insan hakları deniliyor,eşitlik deniliyor,adalet deniliyor,hak deniliyor,demokrasi,hukuk devleti deniliyor.Aslında hepsini bizatihi bu devlet 621 yıl boyunca kuşaklar boyu yaşamış yaşatmış ve örnek olmuş.

“Evlat“ diyor,“Milletine yakın olacaksın.Sırt çevirmeyeceksin.Adaletle hükmedeceksin.Hem bileğin,kılıcın,güçlü olacak hem yüreğin.Madde ve mana.Hani o meşhur laf vardır,“Kimi insanlar vardır şafak vakti doğarlar akşam ezanıyla ölürler“diyor.Hizmete yönelik olma,arkanda birilerine bir şeyler bırakabilme.Sabır diyor,alçak gönüllülük diyor,hoşgörü, sevgi,kardeşlik,kucaklama diyor.Atanı sev say diyor.

Aslında baktığınızda her bir Osmanlı padişahında,bugün 21.yy. modern yönetim anlayışında modern liderlik anlayışı vesaire süslü bir takım laflarla bir takın liderlik vasıfları sıralanıyor.Ama bakıyorsunuz her birinin Osmanlı padişahlarınca bizatihi  yaşatıldığını görüyorsunuz.

Kanuni 71-72 yaşlarında,2 kişinin yardımıyla tuvalete gidiyor,Ecdad yinede Zigetvar Seferi’ne ordusunun başında gidiyor.Bugünkü modern liderlik anlayışının hiçbir şekilde açıklayamayacağı bir davranış biçimi.

Hakim olunan topraklardan birinden geçen seneye oranla daha fazla vergi toplandığını görünce,Kanuni vergi gelirindeki artışı araştırıyor,oradaki idareciler halka baskı yapıp zulüm yoluyla mı vergileri artırdı diye.Hemen adamlarını yolluyor,oradaki yapıyı inceliyor ve gerçekten baskı ve zulüm olmadan vergi gelirlerinin arttığı yönünde bilgi almasına rağmen geçen seneye göre daha fazla olan vergi kısmını oraya,oranın imar edilmesinde,su kanallarının yapılmasında ve oraya hizmet edilmesinde kullanılması üzere geri gönderiyor.Böyle bir modelden bahsediyoruz.Bunları duyduğumuz zaman bugün her tarafımızı maddenin kuşattığı,yozlaşmanın diz boyu olduğu ve attığımız her adımda maddenin bizimle beraber yürüdüğü bir ortamda bu hikaye gibi geliyor.

Şöyle bir yönetim anlayışından söz edebilir misiniz;7 milyon altın verginin toplandığı yere yine oranın imarında,ıslah edilmesinde,hizmet edilmesinde kullanılmak üzere 21 milyon altının gönderildiği bir yönetim anlayışı.Şaka gibi geliyor.Sömürüldü denen yerlerde gerçekleşiyor bu.

Ortadoğu’ya bakıyorsunuz bugün çok büyük sıkıntıların olduğu topraklar.Pek çok dine medeniyetlik etmiş ve dünyada pek çok düşünce sisteminin kaynaklığını yapmış topraklar.Ecdad o topraklarda 400-450 yıl hakim olmuş.Bugün baktığınızda orda hangi emeller uğrunda birilerinin bulunduğunu gördükçe insan ciddi manada rahatsızlık duyuyor.

Divan-u Hümayun denen bir yapı var ve ondan hariç birde Meşvered Kurulu denen istişarenin yapıldığı bir kurul var.Modern yönetim anlayışında katılmalı yönetim deniyor,yönetime katılma deniyor,insanların fikirlerini alma,danışarak idare mekanizmasından bahsediliyor ya hepsi bizatihi benim ecdad tarafından bu topraklar üzerinde uygulanmış.

Osmanlıda  292 tane sadrazam ataması var.292 atama var ama bir sadrazam birden fazla sadrazam olduğu için 218 tane sadrazam var.Bugünkü başbakanlık aslında sadrazamlık dediğimiz mekanizma.78 tane Türk sadrazam var.Ama bunların hemen hemen tamamı 1700’lerden sonra başa geçmiştir.Yani 1700’lere kadar hiçbir Türk unsur yok sadrazamlık makamında.İtalyalısı,Arnavutu,Çerkezi,Rumu,Ermenisi vesaire var ama 1700’lere kadar Türk unsur yok.

Şu bile tartışılır,hani sosyal bilimlerde anlamayı kolaylaştırma adına dönemlere ayırma anlayışı vardır ya der ki şu tarih kuruluş şu tarihe kadar yükselme şu tarihte duraklama başlar bu bile çok ilginçtir tarih bölme anlamında,bu gün Amerika tarihi kaç yıldır arkadaşlar,250 yok değil mi 200 küsür.Çok ilginçtir benim son kurduğum cihan devletinin çöküş dönemi 300-350 sene sürmüştür.Bu nasıl bir çöküşse çöküş bile 8-10 kuşak sürmüş neredeyse.Hani hep Kanun-i zamanında başlatılır duraklama dönemi falan denir.

Ecdad öyle bir yapı kurmuş ki devşirme sistemi denen bir yapı var.Bu yapı içerisinde Hıristiyan ailenin gelecek vadeden çocukları alınıyor,yetiştiriliyor ve bugün bürokrasi dediğimiz kuruma eleman yetiştiriliyor.Çok ilginçtir Hıristiyan aileler çocuklarını kendi elleriyle getiriyor bu yapı içerisine dahil edebilmek için,hiçbir zorlama hiçbir baskı olmaksızın.

Fatih daha çocuk yaşta,yanındaki manevi rehberin ve önderin  Akşemsettin olduğunu görüyorsunuz.Akşemsettin’in hocası ise Hacı Bayram-ı Veli,Fatih’in babasının manevi rehberi.Hani II.Murat İstanbul’u fethetme düşüncesinde,topraklarımızın en önemli parçasında Bizans unsuru olmamalı düşüncesinde ama Hacı Bayram-ı Veli ne diyor orda;“Sultanım,belki sen ben göremeyiz ama şu kundaktaki küçük çocuk bide bu benim köse görebilir İstanbul’un fethini.“Kundaktaki çocuk Fatih köse de Akşemsettin.Hani işaretler,o Allah dostlarına,perdelerin kalktığı insanlara o ilham öyle veriliyor ki bu ifade kullanılabiliniyor.

Hakikaten çok ilginçtir,Fatih daha çocuk yaşta sadrazamı çağırıyor,İstanbul’a fetih girişiminde bulunacağını söylüyor.Vezirleri fetihe ısrarla karşı çıkıyorlar ve bunun çok zor olduğunu,gerçekleşemeyeceğini ve hatta denenmesi halinde devletinde sıkıntıya gireceğini,geleceğinin tehlikeye düşeceğini ifade ediyorlar.Ama Fatih o manevi gücü,o iradeyi,hedef belirlemeyi ve o hedefe ulaşabilmek için madde ve mana kullanılması gerektiğini hocası Akşemsettin’den çoktan öğrenmiş.Dolayısıyla büyük bir kararlılıkla ,büyük bir iradeyle İstanbul’u fethetmek üzere karar alıyor.Tabii ki sadece manevi anlamda desteklemekte yetmiyor.Dönemin şartları gereği ne yapılması gerekiyorsa savaş taktiği olarak,araç gereç olarak hepsi bir araya getirilip harmanlanarak İstanbul’un fethedilmesi sağlanıyor.

Bakıyorsunuz Ulubatlı Hasan’da fetih ruhunu görüyorsunuz.Surlara bayrağı ilk diken Ulubatlı Hasan var ya işte o Ulubatlı Hasan fetih ruhunu simgeliyor.

Akşemsettin Kur’an ve sünnet kaideleri doğrultusunda maneviyatı,inancı,manevi rehberliliği simgeliyor.

Fatih’e bakıyorsunuz adaleti,liyakati,ileri derecede yöneticilik vasıflarını görüyorsunuz.

Bu simgeler göz önüne alındığında İstanbul’un Fethi kediliğinden,şans eseri bir vaka değildir.Çağ kapatıp çağ açan bir olgudur.

Kanun-i vefat ettiğinde bir ahşap sandık getiriyorlar ve  “bu nedir?“diyor dönemin şeyhülislamı.Padişahımızın ölümü halinde bununla beraber gömülmek üzere vasiyeti olduğu söyleniyor.Bizim dinimizde ölüyle beraber herhangi bir eşya hele ki değerli bir eşya gömülmesi geleneğinin bulunmadığını hatırlatıyor ve izin vermiyor şeyhülislam.İçinde ne olduğuna bakmak istiyor.İçinde değerli bir eşya varsa asla izin vermeyeceğini  söylüyor.Kendisine uzatılırken sandık kapağı açılıyor ve onlarca kağıt mezarının üzerine saçılıyor.Dikkatlice baktıklarında görüyorlar ki yöneticilik adına attığı her adımı her kararı şeyhülislamın fetvası doğrultusunda aldığına dair belgeler.Hepsi çok şaşırıyorlar.Şeyhülislam ise hıçkırıklara boğularak ağlıyor ve“ Koca Süleyman sen bu dünyada kendini kurtardın biz ne yapacağız acaba.“diyor.Yani atılan her adımda İlahi Kelimetullah için bir fiil,bir politika,bir çaba olduğunu görüyorsunuz.O yüzden diyebiliyorsunuz “Hiçbir şey şans eseri gerçekleşmemiş.“diye.

Aynı zamanda her Osmanlı padişahının bir zanaatkarlık yönü var.II.Abdülhamid marangozdur,Kanun-i şairdir gazel şampiyonudur,Yavuz Selim sarraftır.Aynı zamanda her Padişahın daha çocukluktan itibaren hem uhrevi bilgilerle hem dünyevi bilgilerle donatıldığını görüyorsunuz.

Osman Bey vefat ediyor,devletin kurucusu olarak adledilir ama tam bir devlet olma hüviyetine oğlu Orhan Bey zamanında geçilmiştir.Paranın basılması gibi devlet olma temellerini Orhan Bey zamanın da atmıştır Osmanlı.Ama Osman Bey de beylik olan Osmanlı’yı devlet olma yolunda o sağlam temeller üzerine inşa eden maddedir.Mana olan hocası ve kayınpederi Şeyh Edebalı’dır.

Orhan Beyin kardeşi yani Osman Bey’in diğer oğlu Alaaddin Bey derviştir.Hani birden fazla erkek evlat olabiliyor padişahlığa hakkı olan ama her birisinin yapısı farklı olunca birisi farklı bir tercihte bunuyor ve derviş oluyor.Daha uysal daha dindar daha yavaş olan Alaaddin,daha cevval daha idarecilik vasıfları olan Orhan Bey.Dolayısıyla Alaaddin Bey kendiliğinden devrediyor padişahlık hakkını Orhan Bey’e.

Osman Bey vefat ettiğinde mirasından bir zırh,bir okluk,bir at koşumu,bir tahta kaşık ve misafirlere ikram edilmek üzere iki sürü koyun,ticari amaçlı değil misafirleri ağırlarken etinden sütünden faydalanılan iki sürü koyun,bulunuyor.

Hiçbir Osmanlı padişahı Hacca gitmemiştir daha doğrusu gidememiştir.Hanedan soyundan sadece Cem Sultan gitmiştir,o da padişah olmamıştır.Kardeşiyle olan meselesi döneminde o tarafta bulunduğu için Hac farizesini yerine getirmiştir.

Fatih dergaha girme talebinde bulunuyor birçok kez hocasından redd cevabı alıyor.Bir kere daha istiyor hocası yine redd cevabı verince cevabını sert bir uslupla soruyor.Hocasından şu cevabı alıyor;“Evlat sen dergaha girer de bizim aldığımız manevi hazzı alırsan gözün padişahlık,taht,ihtişam,güç… hiçbirini görmez hepsini bırakır dergaha yerleşirsin.Sen madde olansın senin işin devleti yönetmek.Sen aklınla,kılıcınla,gücünle devletin başında olacak olan,devleti yönetecek olan insansın.Biz manayız.Sana,yanında bulunarak,her türlü manevi gücü vererek destek olacağız.Sen maddesin biz manayız.Mana sosyal olan aslında hedefi belirleyen.Aslında İstanbul’un fethedileceği düşüncesini Fatih’in aklına ve beynine nakşeden Akşemsettin.Akşemsettin gayeyi belirleyen,sosyal olan;Fatih bu hedefi gerçekleştirmek üzere çaba gösteren madde.Toplar döktürerek,gemileri kızaklarla kaydırarak,stratejiyi,politikayı,savaş sanatını kullanarak bu hedefe ulaşma gayretini gösteren maddedir.

İstanbul kuşatılıyor,uzunca bir süre kale düşmüyor. Asker huzursuzlanmaya başlıyor umutsuzluk hasıl oluyor.Orda yine en büyük manevi unsur Akşemsettin devreye giriyor.Hani bugün modern tabiri var ya motivasyon;insanın bir şeye olan inancını artırma,o yönde davranmasını sağlamaya yönelik çaba olarak tanımlanabilir motivasyon modern tabirle.Ama ecdad zamanındamotivasyon sadece maddesel bir anlam ifade etmiyor,manayla birleşik insanın hem beynine hem de kalbine hitabediyor.Hani baktığınız zaman bu ihtişamlı yapının bu ihtişamlı sürecin niye bu kadar sağlam temeller üzerinde ve bu kadar uzun olduğunu anlıyorsunuz.Asla tesadüfi ve şans eseri olmadığını görüyorsunuz.

Bu gün bu topraklar üzerinde bir yılbaşı çılgınlığını geride bıraktık.Ailelerden tutun iş yerlerine kadar,eğitim kurumlarına kadar,sokaklara kadar,alışveriş mekanlarına kadar…İnsanların geleceği,toplumların geleceği bu günlerden inşa ediliyor.Kültür diyoruz,küreselleşme denen olgu içerisinde tek tip hakim bir kültürün insanların beynine ve kalbine nakşedilmeye çalışıldığını görüyoruz.Toplumları kendi öz ve değerlerinden uzaklaştırıp nasıl isteniyorsa ve nasıl yönlendiriliyorsa öyle davranmaya iten tek tip bir kültür oluşturuluyor,eğitim sistemlerinden tutun uygulanan ekonomik modellere kadar.Sosyal ve kültürel hayatımıza kadar bir yozlaşmışlık görülüyor.Hakikaten şu bir hafta içerisinde benim inancımda,kültürümde,değerlerimde,geçmişimde asla bulamayacağınız unsurların toplumun aile denen,toplumun en temel yapısı içerisine nakış nakış işlendiğini ve işlenmeye çalışıldığını görüyorsunuz.Aile kurumu da yetmiyor eğitim kurumlarında bu zihniyetin gencecik beyinlere ilmek ilmek işlendiğini görüyorsunuz.Buda yetmiyor tüketim çılgınlığının bireylere dayatıldığını görüyorsunuz.Bir müddet sonra isteseniz de istemeseniz de kendinizi bu döngü içerisinde hareket eden varlıklar olarak buluveriyorsunuz.Misal alışveriş merkezlerine gittiğinizde hemen girişte kocaman bir çam ağacı görüyorsunuz.Evlerde elli santimlik,üzeri ışıklarlarla donatılmış plastik çam ağaçlarını benim insanımın kültürüymüş gibi sunulduğunu ve benim insanımın da bunu hiç sorgulamadan,araştırmadan kabullendiğini hem de en temel aile kurumundan itibaren uygulamaya koyulduğunu görüyorsunuz.Hani bu toplumun hangi ilkeler,hangi manevi paradigmalar üzerine kurulduğunu düşününce şaşırtıcı bir çılgınlık olduğunu seziyorsunuz.

Artık bugün şu yok;iki tane ordu geldi,şu meydanda karşılaştılar,savaş neticesinde şu taraf yendi bu taraf malub oldu,bir anlaşma yapıldı şartlarda şudur şeklinde orduların,devletlerin güç mücadelesi kalmadı.Gizli savaşlar veriliyor artık.Savaşlar teknolojiyle,bilimle,ahlakla,kültürle,inançla,ekonomiyle gerçekleştiriliyor.Artık bir yerin zapttedilmesiyle o yere değerlerinizin adapte edilmesi dönemi yok.Kendi değer ve inanç sisteminizi bireylere ya da toplumlara el altından sunarak sizin gibi olmasını sağlayarak fethediyorsunuz zihinleri,kalpleri,beyinleri,bireyleri ve toplumları.

Benim ecdadımın bir takım kaygıları,düşünceleri vardı.Bu dine hizmet,bu dini yayma düşüncesi,adaleti,hoşgörü ve sevgiyi temel alan bir yapı kurma endişesi vardı.Ama bugün baktığınızda bu endişelerin çok uzağında bir sosyal yaşantı,bir kültür erozyonu var.Uygulanan ekonomik modeller vesaire göz önüne alındığında ne geçmişin gibi olabilme ne de bugünkü ideal aldıkların gibi olabilme süreci yaşanıyor.Ne o geçmişteki değerleri esas alan bir yaşayışımız bir kurumsallaşmamız var ne de bize doğru olarak dayatılan batı gibi bir yaşayış tarzımız var.Ne onlar gibi olabilmişiz ne de kökümüz gibi kalabilmişiz.Ortada,ne olduğu belli olmayan bir zihniyet dünyası,bir iç dünya ve ortaya çıkan kurumlar.

Hep batının bir takım kavramları,yapıları sağlam temeller üzerine kurduğundan ve bu temeller üzerinde kurumsallaşabildiğinden bahsederiz.Ne demek kurumsallaşma?Zihniyet dünyanızdakileri ve onun kriterlerini esas alan yapılar kurabilme ve bu yapı içerisinde keyfiliğin olmadığı bir düzen inşa edebilmektir.Mesela “Hukuk Devleti“ neyi ifade eder,keyfiliğin olmadığı kurumsallaşmış bir yapıyı ifade eder.Atlan adımların kişiye göre değil oluşturduğunuz sistemli temel kaideye göre atıldığı devlet yapılanmasıdır.

Ecdadın ne kadar kurumsallaşan sistemlerinden görüyoruz.Enderun mektebiyle,devşirme sistemiyle,tımar sistemiyle hem sosyal hayatı hem kültürel hayatı hem ekonomiyi hem tarımı hem güvenliği ve askeri hayatı aynı anda düzenleyen bir mekanizma kurduğunu görüyorsunuz.Basit bir yapı değil.Aynı zamanda bunu çok geniş bir coğrafyada gerçekleştirdiğini görüyorsunuz.Bu kolay bir yapı değil.Çok güçlü bir devlet geleneğimiz,potansiyeli çok yüksek bir zihin ve kalp dünyamız var.Ama ne yazık ki Osmanlı’nın son dönemlerinden itibaren yöneldiğimiz ve önek aldığımız batının yeni ve genç Cumhuriyet’le beraber tek rota olarak belirlendiğini görüyorsunuz.Hiç alternatif düşünmeksizin en iyinin en güzelin onlarda olduğu düşüncesiyle hiç ayrıt etmeksizin dili,kültürü,inancıyla alıp kullandığımız bir süreçten bahsediyoruz.Olması gereken bu mu?Sadece bilimiyle teknolojisiyle kendini ıslah etmede daha ideal daha ehil yapıları kurmada kullanabileceğin yönlerini model almak varken her şeye çare olan bir reçeteymişçesine her şeyiyle ayrıt etmeksizin alıp kullanmaya çalışıyoruz.

Son Osmanlı mebusan meclisinde 11 tane bakanlık var.Genç cumhuriyetin ilk meclisinde de 11 tane bakanlık var.Hani redd-i miras yapıyorduk,masabaşı tarihçiliğiyle onları sanki başka bir medeniyetin köküymüş gibi anlatıyoruz ilginçtir.

Bu yapı içerisinde Hz. Peygamber’in içlerinden çıktığı millete dahi nasip olmayan hizmetler Yaratıcı tarafından bu millete nasip edilmiştir. Bir noktaya kadar geliyorsunuz oradan sonra maddeyle açıklayamadığınız bir yerde tıkanıp kalıyorsunuz.Yani işin içine maddesel unsurlarla açıklayamayacağınız başka unsurlar giriyor.

Bu gün kültür emperyalizminin ve kültürel değerleri başka kültürlere empoze etme sürecinin en önemli ayağını film sektörü oluşturuyor.Bakıyorsunuz “Avatar“diye bir film yapıyorlar Yahudilerin Kabala inancının söylemini görüyorsunuz ya da “Piyanist“denen filmde Yahudi propagandası yapıldığını görüyorsunuz ya da “Cesur Yürek“diye bir filmde İngiliz kültürüne dair mesajlar görüyorsunuz.

Benim tarihimde hangi sayfayı açsanız onlarca vakayı görüyorsunuz.Sevgiyi,adaleti,hoşgörüyü,kahramanlığı görüyorsunuz orada.Adam ta dünyanın öbür ucundan ülkemi zaptetmeye Çanakkale’ye geliyor ama o topraklarda ilk anıtı İngilizler dikiyor.Çok yakın bir tarihte bizim şehitliklerimiz düzenli bir hale getiriliyor.Ta öteki kıtadan her sene Anzaklar geliyor buraya atalarını yadetmeye.Çok gariptir benim vatanımı işgal etmeye geliyorlar dünyanın bir ucundan hiçbir eser yok ortada.Halbuki Japonlar Hiroşima vakasından sonra 1980’lere kadar olan 30-40 yıllık süreçte kendilerini çok iyi yenileyip kendi kültürlerinden de  kopmamışlardır.Aynı zamanda batının ve Amerika’nın lider olduğu pek çok sektörde onlarla mücadele edecek seviyeye geldiklerini de görüyorsunuz.Ama benim ülkem Cumhuriyet’in kurulduğu tarihten bu yana sürekli karışıklıklarla,iç çekişmelerle,kısır döngülerle uğraşan bir yapı içerisindeyim.

Çanakkale Savaşı’nı maddeyle bir yere kadar açıklıyorsunuz bir yerden sonra madde yetmiyor bunu açıklamada.250 bin şehit verdik.Aslında ülkenin geleceği olan genç beyinlerin,okumuş kesimin,alimin yok olduğu bir savaş.İngiliz general beş çayını bu topraklarda içeceğini söylüyor,o kadar kendinden emin.Zamanın en yüksek askeri teknolojisiyle donatılmış bir ordu bir donanma ama başaramıyorlar.Yaratıcı nasip etmiyor.

Sadece Çanakkale’de gerçekleşen bir vaka değil,Türk tarihinin yönetim geleneğinin kurduğu devletlerin her aşamasına bakın,hep en sıkıntılı dönemlerde,yok olunmak üzere denilen dönemlerde görünmez bir el devreye giriyor.Bir şeyleri maddeyle bir yere kadar açıklayabiliyorsunuz sonrasını izah etmekte sıkıntıya düşüyorsunuz.

Hani o kötülediğimiz,redd-i mirasta bulunduğumuz,“Tez kafası vurula“şeklinde emirler veren,dediğim dedik olarak gösterilen Osmanlı padişahlarının her birinin mükemmel bir şekilde manevi hayatla bütünleşmiş bir halde devlet idaresini gerçekleştiren kişiler olduklarını görüyorsunuz.Bu muhteşem yapı o yüzden yüzyıllar boyu sürüyor.Ama bugün liderlik vasıflarına ve yönetim anlayışlarına baktığınızda salt maddeyle kuşatılmış bir yapı içerisinde hareket eden bir anlayış,ahlaktan yoksun zihniyetler ve ne olduğu belli olmayan bir takım yapılanmalar.

Toplum olarak ecdadın yani kökümüzün,değerlerimizin hiç araştırılmadan,kolaycılığa kaçarak o hakim kültürün bir parçası olma yönünde kabul edildiğini ve bu yönde adımlar atıldığını görüyorsunuz.

Kendi alanımızın en iyileri olmalıyız.O yüzden herkes kendi kalbinden başlamak üzere güzel olacak,kendini güzelliklerle donatacak ve güzel olanlar güzel şeylere talib olacaklar.Bu şekilde güzellikler dairesi genişleyecek.Herkes yaptığı işi en iyi şekilde yapmaya çalışacak.Hani liyakat diyoruz ya;işin o işi en iyi yapana,ehline verilmesi.Ne zaman ki liyakat elden gitmiş ondan sonra Osmanlı devlet yapılanmasında sıkıntılar ortaya çıkmıştır.

Osmanlı’yla ilgili ne kadar çok eser olduğundan bahsettik.Neden bu kadar çok eser var Osmanlı’yla ilgili,çünkü toprakları üzerinde kırk altı,kırk yedi tane devlet kurulmuş.Dolayısıyla her ülke belli bir dönemdeki tarihine bakarken Osmanlı’ya bakmak zorunda.Kendi tarihi aslında Osmanlı.Yeri gelmiş 300-400 sene Osmanlı o topraklarda hakim olmuş,kendi tarihi aslında Osmanlı tarihi demek.Bir diğer sebep ise bugün küresel güç diyoruz ya Osmanlı,tarihinin küresel gücü aslında,adına küreselleşme denmese ve o gün küreselleşme olmasa dahi.Bir de Osmanlı inancı,değeri,adaleti,İslam’ı temsil ediyor.Dolayısıyla batı dünyasıyla İslam’ı,Osmanlı’yı mukayese etmek üzere pek çok eser ortaya çıkıyor.Bakıyorsunuz bizi anlatan eserlerin çoğu ecnebi kökenli ama kendi pencerelerinden anlatıyorlar.Kendi istedikleri gibi aktarıp anlatıyorlar.Misal haremle ilgili kitaplar yazıldığını görüyorsunuz.Hani bugün araştırmacı gazetecilik var ya adam bir yere giriyor şak fotoğrafını çekiyor falan filan.O günlerde senin bırak hareme girmeyi sarayın bahçesinde bulunman bile imkansız.Öyle haremdekilerle mülakat yapmaya röportaj yapmaya geldik diyebileceğin bir yapılanma değil harem.Harem denen yeri bu denli az bilmelerine rağmen orayı padişahların zevk ve sefa alanı ve padişahın cinsel arzularını tatmin etmek için oluşturdukları alanlar olarak gösterme çabaları var.Oysa harem bir eğitim kurumudur.Kendi sapık düşüncelerini,cinsel dürtülerini Osmanlı yapılanması içerisinde Osmanlı eğitim kurumunun bir parçası olan harem dairesinde harem yapılanması içerisinde varmış gibi gösteriyorlar.Cesur Yürek filminde gördüğünüz sapıkça ilk gece hakkını benim kültürümde göremezsiniz.Hatta bazı padişahların altı gümüş çivili ayakkabılarla dolaştığını,çünkü harem denen yerde padişahın annesi,eşleri,kız kardeşleri,kuzenleri gibi hanedan soyunun kadın unsurları gibi pek çok kadın unsur var ve bu ayakkabı sesini duyan kadınların orayı boşaltıp namahrem unsurların karşılaşmaması ya da bir araya gelmemesini sağladıkları bir yaklaşım var.Bu ne naifliktir.Saray kültüründe yetişen hanımefendilerin devletin her yerine dağılarak evlenme adabını tüm devlet topraklarında öğrettikleri de biliniyor.O değerlerin topluma bizatihi yaşayarak öğretilmesi yaklaşımıdır bu.

Yavuz Sultan Selim,Türk ve Müslüman unsurlara yapılan eziyetin son bulması için Şah İsmail ile yapılan savaşından sonra bir süre saraya çekilip beklemiştir.İşaret bekliyor,hangi yönde ne tarafa doğru hizmette bulunulacak fetihlerimiz hangi yönde olacak diye bekliyor işareti.Niye babası batıya Zigetvar Seferi’ne çıkarken Yavuz doğuya yöneliyor.Can yoldaşı Hasan Can aynı zamanda manevi rehberidir.Yavuz ondan bir işaret bekliyor,fetih hareketini ne tarafa doğru gerçekleştireceğiz diye.Ama bir türlü o işaret gelmiyor.Her gün Hasan Can’a rüya görüp görmediğini soruyor.Ancak rüya kime nasip oluyor,kapı ağasına nasip oluyor.Onun ismi de  Hasan.Onun rüyasını duyunca Yavuz aslında üzülüyor,demek ki biz daha o manevi olgunlukta değiliz diye,bizim kapı ağamıza bunu nasip etti şeklinde üzülüyor.O rüyanın ardından Mısır seferine çıkılıyor.Yani atılacak her adımda bir hizmet anlayışı bir şuur bir manevi işaret ve hizmet bilinci var.Keyfi olarak hadi şurayı fethedelim hadi şurayı alalım anlayışı yok.

Otuz üç yıllık taht döneminde II.Abdülhamid’in inanılmaz büyük hizmetlere imza attığını görüyorsunuz.İstibdad dönemi,Kızıl Sultan dönemi diye anılan dönemin hükümdarının aslında bu günkü Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini attığını görüyorsunuz.II.Abdülhamid’in 33 yıllık ilm-i sisiyasetiyle,diplomasi kurnazlığıyla devleti nasıl bir arada tutarak devletin ömrünü uzattığın,etrafını aç kurtlar gibi saran batılı devletlerin zaaflarını nasıl kullandığını,ne kadar büyük eğitim hamleleri attığını devletin ömrünü uzatarak Türküye Cumhuriyeti’nin kurulmasını sağladığını görüyorsunuz.

Ama cennet mekanın 33 yıl diplomasi kurnazlığıyla bir arada tuttuğu devletin macera perest bir grup tarafından mirasyedi bir şekilde 10 yılda elden çıkarılarak devletin yıkılma sürecine sokulduğunu görüyorsunuz.Vatan haini denilen Vahdeddin’in Kurtuluş Savaşı’nı bizatihi başlatmak üzere,kişisel,maddesel kaynaklarını Atatürk’e verdiğini belgelerden okuyorsunuz,kulaktan dolma bilgilerle değil.Ama hiç yakışmayacak bir şekilde,dedesinin bin bir zorlukla bir arada tuttuğu bu toprakları İngiliz zırhlısına binerek gözyaşlarıyla terk etmek zorunda bırakıldığına şahitlik ediyorsunuz.

Hani devlet geleneği diyoruz,devletin hangi temeller üzerine kurulduğunu söylüyoruz.Oysa şimdi bazı şeylerin içi o kadar çok boşaltıldı ki insanlar birbirlerine çok rahat vatan haini ya da başka kavramları kullanabilir hale geldi.Kof,içi boş kavramlar.Bir şeyler özünden,manevi benliğinden o kadar uzaklaştırılmış ki hayrete düşüyor insan.

Amacı olan,hizmet ehli olan,kalp güzelliği olan,maddeyle bunu bütünleştiren,kaygıları olan ve bu yönde devlet,medeniyet kurmuş bir ecdadın torunları olduğumuzu asla unutmamalıyız.Bu kaygıları hep içimizde,kalbimizde ve beynimizde barındıracağız.Öğrenciysek öğrenciliğimizin hakkını vereceğiz,hocaysak hocalığımızın hakkını vereceğiz,amirsek amirliğimizin,memursak memurluğumuzun,komşuysak komşuluğumuzun,hangi sosyal rolü üstleniyorsak onun hakkını veren,nerden geldiğini unutmayan,şuurlu bireyler olacağız.

Son söz olarak şunu yine söylüyorum;bu toplumun,bu milletin,bu devletin hem aklıyla hem de kalbiyle madde ve manayı tek vücutta taşıyabilen insan modeline ihtiyacı var.Çünkü bu insan modeli geleceği inşa edecek zihniyet olgunluğunu oluşturacak.İlk cümlede de ifade ettiğim gibi gelecek bugünden inşa edilen bir yapıdır aslında.Tarihte olup bitmiş hadiselerden oluşmuş bir süreç değildir.tarihi iyi okumak aslında geleceği salam temeller üzerine model olacak şekilde inşa etmeninde ilk adımını oluşturur. Diyor ve teşekkür ediyorum.

Yazarın Son Makaleleri

Sosyal Ağlarda Paylaş

Twitter Facebook Google+ E-mail

Kategoriler

Son Yazılar