İLMAR Yönetim Kurulu Başkanı ile röportaj
İLMAR Yönetim Kurulu Başkanı Yrd. Doç.Dr. Osman Şimşek ile İnsan ve İş Dergisi Yazı İşleri Müdürü Mahmut Savaş Küçük ve Editör Samed Kaya ile yapılan röportaj
İnsan ve İş ; Batı toplumları kendi toplumsal yapılarına göre kendi kurumlarını inşa ettiler. Biz ne batı gibi bir toplum oluşturabildik ne de kendi özümüze göre yeni yapı oluşturabildik bunu nasıl değerlendiriyorsunuz hocam?
Araf’ta kalmış bir toplum. Türkiye’de 1807, 1908, 1923, 1989 ve 2007 tarihleri oldukça önemlidir. 1807-2007 arası Türkiye’de batılı zihniyet dünyasının bir iktidar süreci vardır. 1807-1908 arası 100 yılda batı düşüncesi Osmanlı toplumunun düşünce dünyasına oturtulmaya çalışıldı. 1908’den 2007’ye kadar süreçte de buna dayalı bireyin sekülerleşmesi, bürokrat insan ilişkisi, üniversitelerin biçim alması, sanayinin gelişmesi süreci gerçekleşti. Bütün bu unsurlar ithal edilen batılı düşünceye göre biçimlendirilmiş ama 1400 yıllıkta İslam müktesebatının varlığı bulunan bir toplumdur Türkiye. Bir taraftan kökten gelen öbür taraftan ithal edilen bu düşüncenin çatışma alanı bu iki kavramdan dolayı kimlik kaybına uğramış bir Türk toplumunun oluşmasını ortaya çıkardı. Ancak 21.yy evresinde özellikle 20.yy sonundan itibaren dünyadaki medeniyet mücadelelerinin ortaya çıkması, Türk toplumunda kendi medeniyet değerlerine dönme, buna dayalı bilgi üretme varlığını olgusal olarak ortaya çıkarmıştır.
İnsan ve İş ; Hocam sizce böyle bir olgunun ortaya çıkması ne kadar muhtemel?
Sonuç vermesi için Türk aydının kendi medeniyetiyle barışık hale gelmesi lazım. Kendi medeniyetinden korkan, aşağılık duygusu içerisinde bulunan kendi medeniyet değerlerine güven duymayan aydın tipiyle bu gerçekleşmez. Medeniyetimiz bunun üzerinde yeniden inşa edilecektir. Bunun için çok çalışmak gerekir. Başta üniversitelerin kendi kültürüyle barışık bir yapı oluşturmaları gerekiyor. Dolayısıyla yeniden kendi medeniyetimizin özüne dayalı eğitim anlayışı ile medeniyetimizin kurumlarını inşa etmek zorundayız. Bu da post aydınlanma geleneğine dayalı pozitivist paradigma ile asla mümkün olmayan bir mahiyet taşımaktadır.
İnsan ve İş ; Batı toplumlarının gelişmesinde Protestan ahlakın özellikle “çalışın çalışın çalışın” anlayışı etkili oldu. Bizde de bu şekilde bir düşünceyle zihniyet dünyamızı ekonomiyle temellendirecek bir düşün eksikliği mi var sizce?
Protestan ahlakı üzerine bir çalışma kültürü açıklanmaya çalışılıyor. Bu ahlakın ortaya çıkışı 15-16.yüzyıl sürecidir. İslam medeniyeti iki günü birbirine eşit olan aldanmıştır diyor. Bir ayeti kerimeye göre “Allah her an yeni bir iştedir” yani bir çalışma felsefesi ortaya konuluyor. Bizim medeniyetimizin kök değerleri çalışma üzerine kuruludur. Hem bu dünya hem öteki dünya için çalışma başarının temel şartıdır. Dolayısıyla medeniyetlerin kökünde çalışma olan bir toplumdan yabancılaşarak çözümü başka bir kültürün çözümlemesinde aramak bir aydın yabancılaşmasıdır.
Bir lokma bir hırka anlayışı?
Bir lokma bir hırka anlayışı algılandığı gibi miskinlik edebiyatı değildir. Bir taraftan vicdani olarak ahlakımızı geliştirme, İslam ahlakıyla ahlaklanma diğer taraftan israf etmeden ihtiyacımız kadar tüketerek geriye kalanını reel ekonomiye aktarmayı ifade eden bir anlayıştır.
Baktığımızda sizin de bahsettiğiniz gibi bir aydının eksikliği aydın yabancılaşması göze batıyor. Bu bağlamda aydınların yani entelijansiyanın toplum üzerindeki rolü ne olmalıdır?
Toplumlarda model, özgün, önder insan kavramı son derece önemlidir. Aydın üzerinde durmamızın temel nedeni model insandır. Bir toplumun kalkınmasının üç tane temel parametresi vardır. Bir idealist gençlik, iki çağa yön veren özgün bilim üretimi yapmak, üçüncüsü de model insandır. Model insan yani aydın ideal gençliğe düşünce itibariyle hedef koyar. Onun eylemlerini davranışlarını motive eder. Buna ilaveten toplumun maddi birikimiyle bilime katkısı olur. Model insan yani aydın kişi, ideal insan inşa ederek teknik ve sosyal manada bilimin gelişmesine aynı zamanda bunu taşıyacak olan gençliğin idealist bir çizgide aktive olmasına zemin hazırlar.
İnsan ve İş ; Model insan mı gençliğin harekete geçmesini sağlıyor ve gençliğin düşüncesi şekilleniyor yoksa gençliğin talebi doğrultusunda mı aydın fikir inşası için harekete geçiriliyor?
Bizim medeniyetimizde kültür alttan ve üstten etkiyle harekete geçer. Sadece üstten etkiyle toplum inşası cabası olursa jakobenizm olur. Batıda
olduğu gibi sadece alttan etkiyle olursa da Spartacus’ün köle isyanı yapılanması ortaya çıkar. Bizim medeniyetimiz bütüncül bir metodolojiye sahip olduğu için üstten, kültürün değerleri nitelikli insanlar tarafından inşa edilerek, alttan da buna yönelik talebin oluşmasıyla arz ve talebin bir araya getirilmesi neticesinde bütüncül bir sistem oluşur. Bu da toplumun dinamik bir dengesinin oluşmasını sağlar. Bunun için aydın önce bu fonksiyonun kendi farkına varmalı, model rotacılık için toplumun çığırını açacak yapının bilgiden geçtiğini bildiği için bilgili gençlerin yetişmesi ve buna dayalı bilginin sunulması aydının iki yönlü ana görevidir. Bu noktada aydın son derece kişilikli biri olarak önce kendinin farkına varacak sonra bu farkına varışın üzerinden sosyal sorumluluğu ifade eden gençliğin bilginin ve daha sonra kurumların inşasını düşünmelidir. Çünkü bütün toplumlar aydın, üniversite ve sosyal düşünce ekseninde bunların birbirleriyle dengeli harmonisi şeklinde sosyal sistemi oluşturmuşlardır. Bununda aktif öznesi insandır. 21. Yy’da yeni bir Türkiye’nin inşa edilmesi için kendi medeniyet değerlerine dayalı öncelikle aydının inşa edilmesi gerekir. Bu aydının da sosyal sorumlulukların ötesinde ideal bir gençlik yetiştirmesi gerekir.
İnsan ve İş ; Bugün gençliğin taleplerine baktığımız zaman en önemli talep olarak özgürlük kavramı karşımıza çıkıyor. Bu konuda düşünceleriniz nelerdir?
Özgürlük zamanımızın en önemli sosyal patolojik kavramıdır. Sosyal rahatlığı ifade eden kavramdır. Kime göre özgürlük. Neye göre özgürüm ben? Hristiyanlığa göre özgürlük mü? Yahudi İsrail'e göre özgürlük mü? Müslüman Türk'e göre özgürlük mü? Modernleşme bakımından bakarsanız üçünün de özgürlüğü modern kapitalizm açısından sonsuzdur.
İnsan ve İş ; Hocam özgürlüğü bu şekilde kategorize edebilir miyiz? Evrensel değil midir özgürlük?
Özgürlük evrensel değildir. 21.yy medeniyetler çağında farklı milletlerin farklı özgürlük anlayışları vardır. En azından batı medeniyetiyle bizim medeniyetimizin mutlak surette farklı özgürlük anlayışları vardır. Batı medeniyetinde, modernite çerçevesinde özgürlük bu noktada kendi bireysel haklarının korunması esasına dayanır. Yani kapitalist değerlerin korunması
muhtevasında bir anlayış ortaya konulur. Bizim medeniyetimizde özgürlük tüketim bağlamında veya liberalizmin ortaya koymuş olduğu "Bırakınız yapsınlar, Bırakınız geçsinlerci" bir özgürlük anlayışı şeklinde ele alınamaz. Bizim medeniyetimizde özgürlük, insanın arzu ve tutkularından arınmasını ifade eder. İnsanın ruhunun hürleşmesidir. Batı medeniyetindeki özgürlük meta merkezlidir. Kapitalizm kültürünün toplumda yaygınlaşabilmesi için buna dayalı toplam talebi arttırmaya yönelik bir özgürlüktür. Yani özgürlüğün ekonomik boyutudur. Bizim medeniyetimizde ise insan açısından özgürlük ontolojik temellidir. İnsanın ruhunun özgürlüğü esastır. Kötü bütün duygulardan, kin, haset, kibir, ikiyüzlülük, öfke, cimrilik gibi insan homoeconomius ahlakına dönüştüren bütün bu kötü vasıflardan arınmayı ifade eden özgürlüktür. Bu özgür insan cömerttir, ekonomik manada antitekeldir, siyasal manada adalet merkezlidir. Girişimcilik manasında sömüren değildir, paylaşandır. Yani biz merkezcidir. Dolayısıyla liberal kapitalizm, özgürlük üzerinde eşitsizliği ortaya çıkarır. Liberal kapitalizm, kişilerin ekonomik davranış kabiliyetlerini geliştirmesi üzerinden insanların bağımlı işletme bağlarını getiren ve eşitsizliği yaygınlaştıran bir özgürlüktür. Bu eşitsizlik aynı zamanda sömürüyü ortaya koyar. Demek ki kapitalizm ve liberalizm eşitsizlikten beslenen bir sistem. Liberalizm de özgürlüğü tüketim kültürü üzerinden ele aldığına göre modernite insanı bizatihi özgürleştirme adına modern bir köle haline getiren bir sistemdir.
İnsan ve İş ; Hocam son olarak, tüm konuştuklarımız çerçevesinde İdeal gençlik nasıl olmalı ve bu ideal gençliğin talepleri neler olmalı?
Türkiye’nin şu anki gençliği batıyı tehdit eden bir potansiyele sahip. Bu noktada bu gençliğin sekülarize edilmesi lazım. Arzu ve isteklerin emrine sunulması lazım ki “Büyük Türkiye” gerçekleşmesin. Onun için en büyük kültür politikaları an itibariyle Türkiye’deki gençlik üzerinde uygulanmaktadır. Yabancı maddeler, pornografi, sosyal medyada ki uyuşturucu yaklaşımlar ve zararlı maddelerin yaygınlaştırılması gibi hem ruhi hem fizyolojik uyuşturucular gençliğe özgürlük adı altında sunularak toplumunun dinamik gelişiminin önü tıkanmaya çalışılıyor. Bu sosyal politika üzerinden kurulan sosyal bir tuzak olarak karşımıza çıkmaktadır. Buna karşılık medeniyet değerlerimizin ideal gençliğini üretebilmesi için bir takım önlemler alınması gerekmektedir. Behemehâl ideal gençliğe medeniyetin tarih şuuru verilmesi lazım, iki din şuuru verilmesi lazım, üç medeniyet değerlerine bağlı ahlak şuuru verilmesi lazım, dördüncüsü dil şuurunun verilmesi lazım. Bütün bunlar medeniyetin örülü olduğu eğitim sisteminde verilmelidir. Bu noktada gençlik bakanlığı, aile ve sosyal politikalar bakanlığı, başbakanlık, kalkınma bakanlığı gibi kurumların Türk toplumunun medeniyet değerlerinin üzerine, Türk-İslam medeniyetinin değerleri üzerinden yeni bilgi üreterek bu gençliği behemehâl eğitme zarureti vardır. Gençlik şu anda hedefsiz durumda ve gençliğe hedef üretilmesi lazım. Gençlik kendi arzu ve isteklerini özgürlük adı altında idealize eden bir dünya tasavvuruyla yönlendiriliyor. Gençlik hem kendisinin hem de medeniyetin taşıyıcısı olarak kendi hayatını iki yönlü zarara sokmak üzere. Dolayısıyla tüm bunlarla birlikte gençliğe bir öte dünya şuuru verilmesi lazım. Bu dünyada yaptıklarınla ilahi olarak sorumlu olma şuurunu bilinçlere yerleştirilmesi lazım. Çünkü herkesin başına polis veremezsiniz. Ekonomi ve kültür teslim ettiğimiz bu gence her an polis zoruyla bunlara sahip olunamaz. Dolayısıyla vicdan dediğimiz şuur, ilahi şuur geliştirmesi lazım. Bu yönüyle manevi değerleri bir araya getiren, kendi tarihsel şuuruna hayranlık duyan, saygı duyan, onu aşağılamayan, ona güven duyan, sosyal düşünce sistemine inanan milli bir bilincin geliştirilmesi lazım. Bu da bir taraftan devlet bir taraftan bu değerlerden hareketle sivil toplum kuruluşlarının görevi haline gelmektedir. Yine özellikle bu noktalarda akademisyenlerin önce kendilerini sonrada gençliği eğitme zarureti bulunmaktadır.