Gelenek ve Gelenekselcilik
Prof. Dr. Süleyman Hayri Bolay Hocam’a Dosya İle İlgili Sorular:
Soru 1. Osmanlı Düşünce Geleneği hakkında sürekli bir genelleme/itham yapılır. O da Osmanlı alim ve düşünürlerinin yeni bir tezlerinin olmadığı; kendilerinden öncekilerin bir tekrarından başka bir iş yapmadıkları, dolayısıyla yeni özgün ve orijinal bir yönlerinin bulunmadığıdır. Öyleyse Düşünce ve tefekkürden uzak sürekli şerh ve haşiye içerisinde olduğu iddia edilen Osmanlı Devleti nasıl bir cihan devleti oldu?
Cevap 1. Önce gelenek nedir?Özelliği nelerdir? Sorularına cevap aramalıdır.
Osmanlı alim ve düşünürlerinin Osmanlı düşüncesinin bir geleneği olmadığı söylenir,durur.Bunu söyleyenlerin hangisi 600 senelik Osmanlı düşüncesi ve ilmî çalışmaları hakkında hangı araştırmayı yapmıştır? Kaç tanesi Osmanlı düşüncesinin anahtar kavramlarına göre yetişmiştir, araştırma yapmak isteseler o düşüncenin muhtevasını anlayabilecekler mi? Mesela bir dil ve anlam felsefesini anlamak için Batı’da bilhassa son zamanlarda çok gelişme kaydeden dil ve anlam felsefelerinin temsilcilerini ve felsefelerini biliyorlar mı? Yahut Batı felsefî düşüncesini birbiriyle bağlantıları içinde ne kadar tetkik etmişlerdir ve ne kadar vakıftırlar.? Ben elli senedir Batı felsefesi tarihiyle uğraşırım, benim böyle bir iddiam yoktur.Batı felsefesi iyi bilinmeden ne İslam düşüncesi ve ne de Osmanlı düşüncesi iyi anlaşılabilir? Yüzbinlerce risale ve eserin daha bir indeksi bile yapılmış değildir. Bu eserlerin edisyon kritiği yapılarak yayımlandıktan sonra bunlar üzerinde doğru çalışmalar yapılabilir.Osmanlı düşüncesi dönem dönem bölünerek gruplar halinde uzun seneler çalışmakla ancak anlaşılabilir.İnkar etmek kolaycılıktır ve bence tembelliktir.Bana soruyorlar,Osmanlıda neden Batıdaki gibi düşünce akımları çıkamamıştır?diye.İlla Batılılar gibi akımlar mı olması gerekir? Batı’da bir Molla Fenari, Hocazade Muslihiddin Mustafa, bir Kemalpaşazade , bir Muhyiddin Kafiyeci, bir Ali Kuşcu, bir Gelenbevî neden yok?
Mesela Kemalpaşazade, hem harplere fiilen katılan bir asker, hem kadı/hakim,hem şeyhülislâm yani sadrazam vekili, hem harblerin yapılıp yapılmamsı için fetva verebilen bir memur. Öte yandan 10 ciktlik Osmanlı tarihi yazan büyük tarihçi, büyük bir edip ve yazar, önemli bir dilci, sözlükcü, çok çeşitli felsefe meselelerine dair yazılmış 200den fazla risale. Sadece akıl için üç ayrı risalesi var.Bu zat aynı zamanda bir müfessirdir. Batıda böyle kaç kişi var, ve bu zatın bütün eserleri incelenip tefekkürü ve felsefî değeri ortaya konulmuş mudur.Gerçi hakkında iki felsefî tez hazırlanmış ve yayımlanmıştır, fakat daha çok araştırılması icab eder.
Batı iki büyü filozofu olarak bilinen ve Kant’ın böyle idarî cepheleri yok.Onlar sadece geniş imkanlar içinde dersler vermişler, düşünmüşler ve yazmışlardır.Kant zaten hiç evlenmemiş, bulunduğu Könisberg kasabasında üniversitede dersler vermiş, iki defa komşu kasabaya gitmiş, bir zühd tarikatına mensup anasının dizinin dibinde okuyup yazmıştır. Hegel ise kendisini Prusya imparatoluğunun resmî filozofu ilan ettirmiş, Prusya imparatorluğunu herkesin boyun eğmesi gereken bir Tanrı devleti olarak temellendirmiştir. İkisi de Hristiyanlığa teslim olmuş ve mutlak dedikleri o dini makul hale getirmek için uğraşmışlardır.
Her şeyden evvel şunu belirtelim ki Türk millî tarihi ile Batı toplumlarını izah kalıpları birbiriyle hiç bir zaman uzlaşamaz. Onların tarihi hürriyeti elde etme mücadeleleri ise bizimki de hürriyetleri siyasette,inançta ve diğer sahalarda idare ettikleri topluluklara hediye etme ve onları koruma tarihidir.Onların ki sömürme ve ezme tarihi bizimki ise sömürgecilere karşı ülkeleri, bölgeleri koruma tarihidir.Bu gün de arkası gelmeyen haçlı zihniyeti ve seferleriyle mücadeleler bunun en güzel örneğidir. Bu bakımdan Batı’nın Eski Çağ, Orta Çağ,Yeni Çağ(Kölelik-feodalite ve kapitalist sömürme) diye tasnif ettiği tarihi dönemler,bizim, İslâm’ın ve doğu devletlerinin tarihiyle uyuşmaktadır.dolayısıyla her şeyde Batı’ya endekslenip her şeyimizi onlara göre değerlendirmek mecburiyetinde değiliz. Artık bu aşağılık duygusunu üzerimizden atmalıyız.Bu da ancak kendimize, kendi tarihimize, kültürümüze ve fikir hayatımıza dönmek oradaki doğruları ve değerleri ortaya koymakla mümkün olacakatır.
Mesela, Muhyiddin Kafiyeci, bir “Zeydun Gâimun” gibi iki lklimelik bir isim cümlesi üzerine 113 farklı yorum yapmış. Var mı böyle bir dil felsefecisi Batı’da. Ben bu yorumların 40 kadarını tercüme ettim, “Osmanlıda Düşünce Hayatı ve Felsefe” adlı kitabıma aldım.Fakat ötekileri mânaca anlayabilmiş değilim. Çünkü maalesef ben o kültüre ,o kavramlara ve düşünce sistemine göre yetişmedim.Dolayısıyla onları tercüme edemedim
Şerh ve haşiye Batı’da da var.Fakat adları değişik.Her şerh veya haşiye tekrar demek değildir. Mesela Kemalpaşazade’nin Tehafüt Haşiyesi, tamamen özgün olup bilimsel ve felsefî zihniyetle yapılmıştır. Bazıları istedikleri kadar ona felsefî değil desinler.Onlar öyle söylemekle eser değerinden kaybedecek değildir. Mesela Şeyh Bedreddin’in Vâridat’ı 15-20 sayfalık bir metin.Buna büyük boy 119 varaklık yani aşağı yukarı 300 sayfalık bir şerh yazan Şeyh Yavsî, sadece yazara methiye mi düzmüş, yoksa varlık ve bilgi felsefesi mi yapmış? Hangi felsefeci bunu merak edip de okumuş ve değerlendirmiştir.?
Eskiden Osmanlıda ilim de ,felsefe de,sanat da hiçbir şey yok, diyen bazı marksistlerimiz bile artık tv kanallarında çıkıp, biz böyle demiştik,ama bilim,felsefe ve sanatın olmadığı bir cihan devleti 600 sene nasıl yaşadı, ve dünyaya nizam verdi? Biz yanlış düşünüyoruz diyebiliyorlar.?Bunlarsız aslında hiçbir devlet ayakta duramaz.Bu sebeple milletin,tarihini ve ecdadını sevenlerin geleceğimizi aydınlatabilmemiz için yakın ve uzak düşünce hayatımızı ciddî surette tedkik etmeleri icab eder.
Osmanlılar düşünce ve tefekkürden şerh ve haşiye yazmaktan başka bir şey yapmamışlardır, demek kendi alimlerimize yapılabilecek en büyük bühtan ve hakarettir.Bunu söyleyenler de cahilliklerinden bunu söylerler. Ahmedî gibi şairin “İskendername”sine 8750 beyitlik manzum eserine bir bakanlar bile hangi felsefe meseleleri ele alınmış ve bu meseleler halka bu yoldan nasıl ulaştırlmıştır? Şerh ve haşiye yazmak için o kitaplardaki fikri seviyeyi üst seviyede kavramak için kültür ve tefekkür düzeyine sahip olmak gerekmez mi.Biz prof. Olarak o metinleri okuyup anlamakta güçlük çekiyorsak veya anlayamıyorsak bu, bizde bir noksanlık olduğunu ortaya koymaz mı?
Bugün sadece Süleymaniye yazmalar kütüphanesinde 500.000 civarında yazma eserden bahs ediliyor.Bunlara Anadolu şehirlerindeki ve bölge yazmaeserler kütüphanelerinde eserleri de ilave etmek lâzımdır.Bunların bir kısmı mükerrer nüshalardır.Muhteva itibariyle mükerrer olanlar vardır. Bunların içinde şer ve haşiye olmayan hiç mi özgün eser yoktur. Şimdiye kadar el atıldığını pek görmediğim Müneccim Başı Ahmed Dede’nin “Âdâb-ı Mutalaa” risalesi konusu ,muhtevası ve işlenişi bakımından tamamen orijinaldir. Bu risalenin 15 sayfalık bir tahlili tarafımdan yapılmış ve “Türk düşüncesinde Gezintiler” adlı kitabıma alınmıştır.
Soru 2. Osmanlı Fikir Tarihinde, felsefî bir geleneğin olmadığı yönünde temellendirilmemiş bir kanaat yaygındır. Zira henüz Osmanlı’nın felsefe ve hikmet külliyâtı üzerinde yeterince araştırma mevcut değildir. Özellikle de 13. yüzyıl ile 18. yüzyıl arasındaki beş asırlık bir zaman dilimi henüz gerçek anlamda bakir bir alan olarak yeni bilim insanlarının incelemesini beklemektedir. Siz bu konuda neler söylemek istersiniz
Cevap 2. yukarıda bazı şeyleri söyledim.13.asır başlarında vefat etmiş olan Fahreddin Razi, bizde sadece bir müfessir olarak tanınır.Buna bağlı olarak kelamcı yönü üzerinde de kısmen duruluyor. Ama Bazı Müslüman ve Batılı felsefeciler Fahreddin Razî’yi büyük filozof olarak kitaplarında inceliyorlar.Mesela Osman Emin Şahin adlı Mısırlı bir felsefeci 1972 de Paris’te bir kitap neşretti: L’originalité Créatrice de la Philosophie Musulmane, Maisonneuve kitabevi,1972.(Müslüman Felsefesinin Yaratıcı Orijinalitesi) bu kitapta yazar, İbni Sina’ya ve benzerlerine yer vermemiş,ama Gazalî’ye ve Fareddin Razi’ye orijinal filozoflar olarak geniş yer vermiştir. İcî,Taftazanî, Cürcânî, Sadreddin Konevî(ö.1274) gibi daha niceleri yeterince incelenip değerlendirilmemiştir.Bunların kitapları Osmanlı medreselerinin temel kitab idi.
Taftazânî’nin bilgi felsefesinin Batıdaki bazı filozoflarla mukayese edilebileceğini ve Konevî’nin varlık anlayışının Heidegger ile mukayese edilebileceğini Hilmi Ziya Bey söylüyor.Mesela Ali Kuşcu gibi bir matematikçi ve astronomun Nâsır-ı Tûsî’nin “Tecrîd’ül-Kelam”ına yazdığı geniş bir şerh var: “Şerh-i Tecrîd’il-Kelam”.Bu kitabı okuyan ve Batı felsefesini asıl kaynaklarından inceleyerek iyi öğrenmiş bir arkadaş geçen hafta bana şunu söyledi: bu kitabı okuduktan sonra Heidegger’in eserleri bana gazete makalesi seviyesinde görünmeye başladı.” Şerh deyip geçiyoruz, şerhleri küçük görüyoruz. Sadr’üş –Şeria Ubeydullah bin Mes’ud el-Mabûbî”nın bir risalesi var: “Mukaddemât-ı Erbaa Risalesi.” Bu zatın “et-Tavdîh fî Şerhi’t-Tenkîh” adlı eserinde Mutezile’nin ve Eş’arîlerin “Hüsün-Kubuh/iyilik ve kötülük”le ilgili fiillerin ortaya çıkmasındaki şartları ve bunların neticelerini tartışmakta kullanılmak üzere dört öncülden ibarettir.Aslında bu risale iki sayfalık bir risale. Bu risalede ahlak ontolojisi yapılıyor.Ahlakî fiilin mesela “vurmak” mastarından itibaren nasıl meydana geldiğini inceliyor.
Ben bu risaleyi tercüme ettim, ama metin o kadar yoğun ki hiçbir şey anlaşılmıyor. Yani fikrî seviyem ometni olduğu gibi okuyup anlamaya yetmiyor. Mutlaka bir şerhi ile tercüme etmek lâzım. Osmanlı müelliflerinden bir çok kimse bu risaleye şerh yazmışlar.bunlar arasında 38,48 vs.varak(yaprak) yani 96 sayfa olan şerhler var. Kaç kişi bunlarla ilgilendi? Bunlar üzerinde hangi tezler hazırlandı? Bilmiyoruz. Bütün bunlar genişce araştırılıp yorumlandıktan sonra hangi akımların ve hangi geleneklerin hakim olduğu ortaya çıkabilir.
Yine 1420 senesi civarında vefat etmiş olan Bayburtlu ……… bir mütefekkirin belağata dair 800 sayfalık bir eserini Mısırlı bir alim tahkikini yaparak neşretmiş.Belağat demek dil ve anlam felsefesi demektir. Bunun örnekleri pek çoktur.Bereket versin Araplar bu eserlerin edisyon kritiklerini yaparak bir kısmını neşrediyorlar.Yoksa hiç haberimiz olmayacaktır.
Kim veya kimler bu eserleri biliyor veya inceliyor, tahlilini yapıyor veya tahlilini yapabiliyor mu? Bunları becerebiliyorsak o zaman düşünce hayatımızdaki gelenek halkaları da muhtemelen ortaya çıkacaktır.
Soru 3. Osmanlı’nın bilim ve tefekkür hafızası olarak söyleyebileceğimiz Süleymaniye Kütüphanesi’nde onlarca kitap katalogunda bulunan binlerce felsefe ve mantık eserini bulunmasını nasıl yorumluyorsunuz
Cevap 3. Bugün sadece Süleymaniye yazmalar kütüphanesinde 500.000 civarında yazma eserden bahs ediliyor.Bunlara Anadolu şehirlerindeki ve bölge yazma eserler kütüphanelerindeki eserleri de ilave etmek lâzımdır. Meselâ Konya bölge yazma eserler Kütüpanesi, Kayseri Raşid Efendi Kütüphanesi, Tire kütüphanesi, İstnabulda üniversite, Köprülü, Millet, Topkapı, Ayasofya müze kütüphanesi Millî kütüphane, İsam ve Ankara İlahiyat fakültesi Kütüphanesi gibi kütüphanelerde pek çok yazma eser var.Bunların bir kısmı mükerrer nüshalardır.Muhteva itibariyle mükerrer olanlar da vardır. Bunların içinde şerh ve haşiye olmayan hiç mi özgün eser yoktur.? Bir başka misal olarak zikretmek icab ederse, şimdiye kadar el atıldığını pek görmediğim Müneccim Başı Ahmed Dede’nin “Âdâb-ı Mutalaa” risalesi konusu ,muhtevası ve işlenişi bakımından tamamen orijinaldir. Süleymaniyede Üç ayrı nüshası olan bu risalenin 15 sayfalık bir tahlili tarafımdan yapılmış ve “Türk düşüncesinde Gezintiler” adlı kitabıma alınmıştır. Bu tarz yapılacak onbinlerce eser vardır.Bunların hepsi, milletini,dinini ve kültürünü seven kimselerin yani hakiki milliyetçilerin himmetini bekliyor.