“Tevhidi Sosyal Düşünce”

Bilim Felsefesi

1.Giriş

Bilgi ve bilimin tam anlaşılabilmesi için, öncelikle insanı iyi tanımak gerekir. Aslında insan, yeryüzündeki diğer canlılardan tamamen ayrı olarak ele alınmalıdır.

İnsanın diğer canlılardan en önemli farkı da marifet elde etme özelliğine sahip olmasıdır. Marifet elde etmenin son aşaması ise, Marifetullahtır. Yaratanı bilme ve tanıma olarak tanımlanabilen Marifetullah, bilgi konusunda da nihai hedef durumundadır.

Kuran’ın ilk Ayetindeki “Oku” (Kâinatı ve varlıkları oku) emri aslında; Müşahede ve değerlendirmenin, görme ve bunun yanında sezmenin, sonra da bu hale dili tercüman kılmanın bir ifadesi olmaktadır.

2.Bilgi

Bilgi, insanoğlunun var olduğu ilk andan itibaren, olaylar ve varlıklar hakkında; düşünce, sezgi, duyu, gözlem ve deney yoluyla kavranılmaya çalışılan her türlü malumattır.

Bireyler, belirli bir çevre içerisinde bilgi alış verişinde bulunarak ve bilgiyi paylaşarak yaşarlar. Buna göre toplum, bilginin paylaşıldığı ilişkiler toplamı olarak tanımlanabilir (Oskay, 1994).

Aslında bilgi, yakin kavramıyla da doğrudan ilgili bir husustur. Yakin üç ayrı şekilde gerçekleşmektedir:

1. İlmel yakin: Araştırarak

2. Aynel yakin: Bizzat görerek

3. Hakkal yakin: Sezerek ve idrak ederek

Bilgi, eski çağlarda da kendi döneminin şartlarına göre gelişmiş durumdaydı. Aslında ilk insanın kâinat hakkındaki bilgilerle donanımlı olduğu bilinmektedir.

Peygamberlere öğretilmiş olan bilgi ve marifet, başta Kuran-ı Kerim olmak üzere vahyi kaynaklardan anlaşılmaktadır. Hatta peygamberliği konusunda kesin bilgiye sahip olmadığımız Zulkarneyn’in sahip bulunduğu bilgi donanımının da, o zamanın şartlarına göre ileri düzeyde olduğu Kuran’da açıkça ifade edilmektedir.

Tüm dünyada eski Mısır, eski Yunan, eski Çin, Mezopotamya, Hint ve Arap Yarımadaları, Türkistan, Anadolu, Avrupa, Amerika, Rusya, Uzakdoğu bilginin gelişme kaydettiği önemli yerler arasındadır (Kara, 2001).

3. Bilgi Teorileri ve Bilim felsefesi

Eski Yunan filozoflarından Eflatun’un (M.Ö. 428–347) öncülüğünü yaptığı Bilgi Teorisi veya Epistemoloji, felsefenin ana bölümlerinden biri olarak kabul edilmiştir.

Aslında bilginin niteliğini, kaynağını, sınırını inceleyen Bilgi Teorisi, Bilim Felsefesi kapsamına girmektedir (-----, 1985).

 3.1. Antik Çağ

Antik Çağ’ın meşhur bilginleri; Pisagor, Sokrat, Eflatun, Aristo bilim felsefesinde önemli gelişmelere vesile olmuşlardır.

Pisagor, bilhassa matematik alanında bilime önemli katkılarda bulunmuştur. Sayma sayılarını, yani pozitif tam sayıları bulan Pisagor sayılarla ilgili önemli çalışmalar yapmıştır. Öte yandan, felsefi bir yol oluşturduğu ve ruhun ölmezliğine inandığı belirtilen Pisagor’un Süleyman A.S’ın veziri olduğu da bildirilmektedir.

Sokrat, Atina’nın Agora denilen mahallinde, etrafında toplanan kimselere insan hakları konusundaki önemli kavram ve kuralları öğretmiştir. Bu irşadının sonucunu canıyla ödeyen Sokrat, Avrupa’da bu konuda ne ilk, ne de son olmuştur.

Eflatun’un yönelttiği; Bilgi nedir? Bilginin mahiyeti nedir? Bilginin kaynağı nedir? gibi sorular, Aristo’ya ( M. Ö. 384–322) göre, insanın doğuşta sahip olduğu “haberdar olma” veya “bilme” arzusuyla ortaya çıkmaktadır.

Yine Antik Çağın matematikçi, gök bilimci ve coğrafyacısı olan Batlamyus, Mısır’ın İskenderiye kentinde yaşamıştır. Onun, Galaksimiz hakkında; yerin sabit, güneşin hareketli olduğu şeklindeki görüşü sonradan İslam âlimleri tarafından düzeltilecektir.

3.2. Orta Çağ

İslam medeniyetinin ilk dönemlerinde, 9. yy’da Bağdat’ta yaşamış olan El Battani yaptığı çalışmalarla trigonometriye yeni boyutlar kazandırmıştır.

Kopernik, kendisinden 6 asır önce yaşamış olan Battani’nin ortaya koyduğu Güneş merkezli sistemi söyleyebilmek için ömrünün sonuna kadar beklemek mecburiyetinde kalmıştır.

Kopernik kendisi de din eğitimi görmüş bir papaz olmasına rağmen, aslından saptırılmış Hıristiyanlık dinini bir çıkar aracı olarak kullanan Kiliseden korkmuştur. Ancak Kopernik’ten sonra yaşamış olan Galile, Batlamyus sistemini tartışabilmiştir.

El Battani ile aynı dönemde yaşamış olan Harizmi de çok büyük bir Matematikçi ve aynı zamanda gök bilimcidir. Cebir ilminin kurucusu ve logaritmanın da mucidi olan ve adım adım çözümleme (algoritma) mantığını ilk defa ortaya koymuş bulunan El Harizmi’nin ismini Avrupalılar El Logaritim şeklinde telaffuz etmişlerdir. Harizmi, Abbasi halifesi El Me’mun tarafından Bağdat’ta kurulan ve bugünkü manada bir Bilimler Akademisi özelliğine sahip olan enstitünün başına getirilmiştir. Onun, Yunan ve Hint bilgi miraslarından faydalandığı da unutulmamalıdır. Bu gayeyle, söz konusu akademide yoğun tercüme faaliyetleri sürmüştür. Harizmi, sıfırı ve Binary sayı sistemini de bulmuştur.

Türkistan’ın Farab şehrinde 870 yılında dünyaya gelen Farabi, Arapçayı ve Hukuk bilgisini Bağdat’ta öğrenmiş ve sonra Şam’a gitmiştir. Felsefe sistemi itibariyle, Aristo mantığına dayanan akılcı bir metafizik ortaya koyan Farabi, Aristo sistemini İslam inancı ile uzlaştırmaya çalışmıştır. Eflatun’un ve bilhassa yeni Eflatunculuğun kurucusu olan Plotinos’un görüşlerinden de yararlanmıştır.

Bağdat ekolünün ilmi gelenekleriyle, Hint bilgi geleneklerini birleştiren büyük Türk bilgini Biruni ise, dünya bilim tarihinin en parlak isimlerindendi. Biruni 11. yy’da Semerkant’da, Gazneli Mahmut’un sarayında yaşamıştır.

Biruni ile aynı coğrafyada ve aynı zamanlarda yaşamış İbn-i Sina tıp, fizik, astronomi, kelam ve felsefe alanlarında çok sayıda eserler sunmuştur. İslam medeniyetinin en büyük bilgini olan İbn-i Sina, Aristo’nun Metafizik ve Nefs isimli kitapları ile Farabi’nin Akıl risalesini kendisine dayanak olarak almıştır. İbn-i Sina, İslam Kültürünün motifleriyle, felsefi bir bilgi teorisi geliştirmiştir.

İslam felsefesinin diğer bir önemli şahsiyeti olarak, Farabi ve İbni Sina’dan daha farklı bir düşünceye sahip olan Gazali’yi (1059–1111) görüyoruz. Gazali, ileride doğacak olan laikleşmenin temelini teşkil eden, ‘insanın aklın sahasına müdahale ettirilmemesi’ anlayışına önceden karşı çıkmış oluyordu.

Farabi, İbni Sina ve Gazali Doğu İslam kültürünün üç büyük temsilcileri olmuştur. Bu kültür, sonraları batıya da geçecektir.

14. yy’da Kuzey Afrika ülkelerinde ve Endülüs’te yaşamış olan İbnü Haldun ise, daha çok Tarih Filozofu olarak dikkat çekmiştir. Aslında İlkçağ’da tarih felsefesi hemen hemen yok gibidir. Antik dönemin filozofları tarihe fazlaca ilgi duymamışlardır. Ya da Augustinus gibilerin tarihle ilgili felsefi görüşleri teoriden ileri gidememiştir. İbn-i Haldun, tarih felsefesini ampirik bir temel üzerine kurmaya çalışmıştır. Hiçbir imparatorluğun sürekli olamayacağını ve parçalanmaya mahkûm olduğunu ifade eden İbn-i Haldun, bunalım dönemlerinde insanların kendilerine neden, niçin, nasıl gibi soruları sormaya başladıklarını ve böylece tarih bilinci oluştuğunu belirtmiştir.

3.3. Yeni Çağ

15. yy’da, Semerkant’da yaşamış olan Timur’un torunu Uluğ Bey de, devrinin en büyük bilginiydi. Uluğ bey’in yanında çalışan ve önemli eserleri bulunan Ali Kuşçu ise, Fatih’in davetiyle Semerkant’dan İstanbul’a gelerek, çalışmalarını burada sürdürmüş ve böylece fen alanındaki gelişmeler İstanbul medreselerinde yepyeni bir canlılık kazanmıştır.

Fatih devrinin önemli bir başka bilim adamıda Sinan Paşa’dır. Sinan Paşa Fatih’e hocalık yapan çok genç bir dahiydi. Genç yaşta Paşa unvanı alan bu bilim adamı kıskançlık sebebiyle sürekli olarak Fatih’e şikâyet edilmiş ve onun hakkında iftiralarda bulunulmuştur. Bu yüzden zaman zaman cezalandırılmış olan bu bilim adamı Fatih’ten sonra da başarılı çalışmalarını sürdürmüştür.

İstanbul’un fethinden sonra Avrupa’ya açılan ilmi gelenek, şüphesiz ki Rönesans’ın doğmasını hazırlayan en önemli etken olmuştur. Bu tarihi süreçte, bilgi alanındaki gelişmeler giderek bir yarış halini almıştır. Bu yarış, 17. yy’dan itibaren Avrupa’da sömürgeciliğin de verdiği itici güçle önemli buluşlara yol açmıştır.

Spinoza (1632–77), her şeyin birkaç aksiyomdan üretilebildiği bir çeşit geometriye dayalı düşünce sistemini kurmuştur. Bu düşünce tarzı giderek bilgide laikleşmeye yol açmış ve her şeyin, maddi hususların sonucunda oluştuğuna inanılmaya başlanmıştı. Zaten felsefi manada laiklik de, insanın aklın sahasına müdahale ettirilmemesini öngörmektedir.

Fizik sisteminin mekanik dalındaki gelişmeler de, Avrupa’da materyalist dünya görüşlerinin yayılmasında etkili olmuştur. Nitekim kâinatın mekanik izahını yapmaya çalışan ve hatta İncil’in mekanik tefsirini de yapmaya kalkışan Newton ile diğer bazı bilim adamları Batı’da materyalist dünya görüşlerinin artmasına yol açmıştır.

3.4. Yakın Çağ

18. yy’da da, Avrupa’da önemli gelişmeler olmuştur. Bu yüzyılın sonlarında Avrupa’da önemli bir dönüm noktası durumundaki Fransız İhtilalının öncülerinden J. J. Rousseau, Montesquieu ve Voltaire gibi ustalar bilim felsefesinde önemli gelişmelere vesile olmuşlardır. Bunlardan J. J. Rousseau, aynı zamanda bir metotçu ve gözlem yöntemi hakkında önemli tespitlerde bulunan bir eğitim bilimcisiydi. Rousseau, “okullarda derslerin soyut olmaktan kurtarılarak somut hale getirilmesi” fikrini savunmuştur.

Böyle öncüler sayesinde de, dünya yeni bir çağa (Yakın Çağ) girmiş ve insan hakları konusunda önemli gelişmeler olmuştur.

Avrupalılar, tarih boyunca bir takım insani haklarını hep fiili mücadele ile kazandıkları için, elde etmek istedikleri hususları hep aynı şekilde kazanmayı başarmışlardır. Ancak onların sömürgeci ruhu genlerine işlemiş olmalı ki, eski sömürge insanlarının haklarını da gasp etme konusunda gözlerini kırpmamaktadırlar.

Materyalist görüşlerin giderek arttığı 19. yy’da, Darvin tarafından ortaya atılmış olan bir hipotez, insanı fizyolojik bir tekâmülün son evresi olarak varsaymıştır. İnsanın ilkel bir hayattan, kültürel hayata geçiş evresi yaşadığını da iddia eden bu hipotez, bilim felsefesinde ortaya çıkmış olan menfi gelişmelerin esas temelini oluşturmuştur.

Fizyolojik hayata ait bir teori (Evrim Teorisi) haline gelen bu hipotez ve benzeri görüşler sosyal alana da yansımıştır. Nitekim Kapitalist Gelişme Teorisi diye ortaya çıkmış olan Marksizm’in, sosyal hayattaki son evre olduğu iddia edilmiştir.

Öte yandan Auguste Comte’nin Pozitivist Felsefe adını verdiği fikirleri de aklı merkez kabul ediyor ve aklın kabul etmediği hususları reddediyordu.

Avrupa’da büyük buluşların pratik hayata intikal eden sonuçlarının insanlığı mutluluğa eriştireceğine hemen herkesi inandırmıştı. Sömürge yaptıkları yerin insanlarına refah götürdüklerini bile iddia eder hale gelen Avrupalılar, kendi insanlarına dahi refah sağlayamadıklarını anlamada gecikmediler.

Aslında Avrupa’nın sosyal Darvinci, materyalist, rasyonalist ve liberalist düşüncesi içerde sınıf çatışmaları, dışarıda ise sömürgeciliğin itici gücünü oluşturmuştur.

Bilim ve teknolojideki hızlı gelişmenin ya küresel demokrasinin alt yapısını oluşturacağı ya da bilgi tekelini ellerinde bulunduranların diktatörlüğüne yol açabileceği ifade edilmektedir. Nitekim teknolojinin alabildiğine geliştiği ve dünyanın tek kutuplu hale getirilmeye çalışıldığı 20. yy’ın sonlarında İslam dünyasına yönelik baskılarda artış olmuştur. Bu durum, şüphesiz Ortadoğu’daki insanların uyanmasına vesile olmuştur. Ancak, İslam dünyasındaki dağınıklık sebebiyle, Ortadoğu’da yaşanan sıkıntıların bir süre daha devam edeceği anlaşılmaktadır.

Başka bir sorun da, sürekli gelişmekte olan teknoloji karşısında İslam dünyasında oluşan menfi psikolojidir. Nitekim Müslüman ya da İslam’a temayülü olan kimseler, “hele İslamiyet teknoloji ile bir test olsun da!” gibi yanlış düşüncelere meyledebilmiştir. Aslında Müslümanlar başta Afganistan olmak üzere, Lübnan’da da teknoloji ile sınanmıştır. Ancak Batılılar bu başarıları boğmaya çalışmaktadırlar.

4. Bilim Felsefesindeki Yeni Paradigmalar

20. yy’ın ilk yarısında iki ayrı Dünya Savaşı yaşanmış olan Avrupa’da, aynı yüzyılın ikinci yarısında Materyalist, Darvinist, Pozitivist, Rasyonalist ve Liberalist dünya görüşleri sorgulanmaya başlamıştır.

Bilim felsefesindeki yeni çalışmalar sonucunda, pozitivist bilgi anlayışı sarsılmış ve nihayet hakikati anlama konusunda aklın dışında sanat, ahlak ve sezgi gibi hususların varlığı kabul edilmiştir. Nitekim Bergson; “hakikatin sadece akılla değil, sezgi ve insiyakla kavranabileceğini” ifade etmiştir. Öte yandan, “bilgiyi akılla düşünce arasında uyum sağlama çabası” olarak gören Einstein ortaya koyduğu İzafiyet Teorisi ile de, materyalist dünya görüşlerini sarsmıştır. Rodinson ise, bütün bu akımların aslında İslam’a karşı ortaya atıldıklarını ve sonuçta yenik düştüklerini ifade etmiştir.

Batı medeniyeti ile ilgili olarak Toynbee, “bir medeniyet ölüme giderken, değişen şartlara hiç değişmeyen tepkiler göstermeye, kendini tekrarlamaya başlar. Ölümü esnasında da, diri bir grup ortaya çıkar ve eski medeniyetin enkazı üzerinde tamamen farklı bir ilhamla yeni bir medeniyet kurulur. Bu yeni medeniyetin yapacağı iş; insanları bedenin değil ruhun hazlarına alıştırmaktır” demiştir (Sorokin, 1972).

19 ve 20. yy’da geçerli olan sanayi eğitimine ait paradigmalar da değişmektedir. Nitekim günümüzde öğretme değil öğrenme merkezli bir eğitim anlayışı geçerli olmaktadır. Artık eğitim zaman ve mekânla sınırlandırılamaz hale gelmiştir. Ayrıca öğrencinin daha üst yeteneklerini ortaya çıkarıp geliştirmek için uygun öğrenme ortamları oluşturmayı öngören, tamamen farklı bir eğitim paradigması geçerli olmaktadır.

Öte yandan DNA şifresini çözen Francis Collins, 2008 yılının Mayıs ayında yaptığı bir açıklama ile bilimsel çalışmaların insanı Allah’a ulaştırdığını ifade etmiştir. Kendisinin önceden ateist olduğunu belirten bu meşhur bilim adamı, şifreyi çözdüğü anda Allah’ı hissettiğini söylemiştir. İnsan geninin şifresini çözmenin kendisine Allah’ın eserini görme fırsatı verdiğini söyleyen Collins, “önemli bir buluş yaptığınız zaman bilimsel coşku anı yaşarsınız, çünkü bir keşif yapmışsınızdır. Keşfedilen şey öyle bir şeydir ki, bunu daha önce hiçbir insan başaramamıştır. Fakat Allah onu her zaman biliyordu” demiştir.

Steave Jons adındaki meşhur İngiliz Biyolog ise, Darwin’in Evrim Teorisini tamamen ortadan kaldıracak bir bilimsel açıklamayı 2008 yılının Ekim ayında tüm dünyaya duyurmuştur. Bu bilim adamı insan formunun hiç değişmediğini ve sonsuza kadar hep aynı şekilde devam edeceğinin bilimsel açıklamasını yapmıştır. Bütün zorlamalara rağmen, aslında dünyada taraftar bulamaz hale gelmiş olan bu teorinin ortadan kalkmasını sağlayan son noktayı da bu İngiliz bilim adamı koymuş olmaktadır.

Diğer bir önemli gelişme de, Fizik alanında tüm dünyadaki meşhur bilim adamlarının büyük bir dayanışma içerisinde 2008 yılı Eylül ayında İsviçre’de başlattıkları, insanlık tarihindeki en büyük deneydir. 15 yıl sürebileceği ve yüzyılın deneyi olarak açıklanan bu araştırma, Kâinatın oluşumundaki Büyük Patlama (Big Bang) anını deneysel olarak oluşturmayı ve kâinatın yaratılışındaki sırrı açıklamayı amaçlamaktadır.

Yüzyılın deneyi ile kâinatın yaratılışı esnasında, henüz proton ve nötronlar oluşmadan önce ortaya çıktığı düşünülen daha küçük parçacıklar, bir lahza için de olsa yeniden oluşturulmaya çalışılmaktadır.

Çok kapsamlı bilgisayarlarla izlenen bu deney ile saniyenin milyarda birine kadar inilerek, bu anın bir lahza öncesine gidilmiş olacaktır. İşte bu sonsuzluğa yaklaşmak gibi bir durumdur. Aslında bu deneyle kâinatın yaratılışındaki, metafizik boyuttan fizik boyuta geçiş anı simüle edilmek istenmektedir.

Bu deneyin sonucunda beklenen hedefe ulaşılamasa da, maddenin yapısıyla ilgili hususlarda ve kuantum fiziğinde çok büyük gelişmeler olacağı açıktır.

Başka bir gelişme de, günümüz dünyasına hâkim olan kapitalist ekonominin sebep olduğu büyük krizdir. Dünya ekonomisine yön veren bir avuç kapitalistin faiz, borsa ve döviz oyunlarıyla piyasaları allak bullak ettikleri bu dönemde, son yüzyılın en büyük krizi yaşanmaktadır.

Bu krizin ilk başladığı yer ve kapitalizmin de esas merkezi olan ABD’nin Merkez Bankası ‘efsanevi’ eski Başkanı Alan Greenspan, “40 Yıldan fazla süredir bu sistemin iyi çalıştığını zannediyordum. Bankaların ve finans kuruluşlarının ödeme gücü bulunmayan çok fazla sayıda kişiye emlak kredisi verirken, üstlenilen büyük riskleri analiz edememesinden şoke oldum” demiştir.

Dünya Bankası Başkanı Robert Zoellick de krizin hemen akabinde yaptığı açıklamada; “mevcut piyasa sisteminin çöktüğünü ve bunun yerine yeni bir sistemin kurulması gerektiğini” söylemiştir. Zoellick daha sonra yaptığı bir açıklamada da kontrollü kapitalizmden söz etmiştir. Zoellick göreve ilk atandığı sırada bir açıklama yapmış ve gelişmekte olan ülkeleri zorlu zamanlara hazırlıklı olmaları konusunda uyarmıştı. Aslında onun krizden sonra yaptığı açıklamalar, aynen eski ABD Merkez Bankası Başkanı’nın yaptığı gibi bir itiraftır.

2008 yılı Kasım ayında İnsan Hakları evrensel Bildirgesi’nin 60. yılı nedeniyle düzenlenen konferansta konuşan Prof. Ionna Kucuradi ise, serbest pazarın insan hakları için bir tezat olduğunu ifade etmiştir.

Şahsi menfaat, acımasız rekabet ve ‘bırak yapsınlar’ anlayışına dayalı Vahşi Kapitalist Sistem ticari hayatı yalan ve yaldızlı reklamlarla adeta sihirbazlığa çevirmiştir.

Rahmetli Cemil Meric’in dediği gibi, “Liberalizm; hür bir kümeste hür tilki rejimidir”.

Paradan para kazanmayı ön plana çıkaran, gerçekte olmayıp sadece kâğıt üzerinde; panolarda, bilgisayar ekranlarında gözüken sanal varlıklar gerçek iktisadi varlıkları tüketmiştir. Ancak günümüz tabiriyle ‘piyasa oyuncuları’ artık bu oyunu kaybetmeye başlamıştır. Yaşanan bu felaketin sorumluluğu tamamen vahşi kapitalist düzene ait bulunmaktadır (Temel, 2008).

Yüce Mevla Haşr Suresi’nde, “Servet sırf zenginleriniz arasında dolaşan bir güç ve iktidar aracına dönüşmesin” diye buyuruyor.

Tüm dünyada hissedilen bu büyük ekonomik kriz etkisini sürdürürken, Markizimle ilgili kitaplar başta ABD olmak üzere dünyada yeniden ilgi görmeye başlamıştır.

Marksistlerin savundukları husus, artık Kapitalizmin sonuna gelindiğini ve sınıf farklarının ortadan kalkarak Sosyalist düzene geçileceği tezidir.

Ancak Marksizm’in sebep olduğu, yakın geçmişte yaşanan acılar henüz zihinlerde tazeliğini korumaktadır. Aslında insanlık bir arayış içerisindedir. Tüm bu yaşananlar ve gelişmeler de insanları doğruları bulmaya sevk edecek gibi görünmektedir.

 

Kaynaklar

Ülgener, S. 1984. Darlık Buhranları ve İslam İktisat Siyaseti, Mayaş Yayınları, Ankara.

Oskay, Ü. 1994. İletişimin ABC’si, Simavi Yayınları, ABC Dizisi:9, 1985. Yeni Türk Ansiklopedisi, Cilt 4, Sayfa 1425, Ötügen Yayınevi, İstanbul.

Kuşpınar, B. 2001. İbn-i Sina’da Bilgi Teorisi, Sayfa 19–22, Milli Eğitim basımevi, Ankara.

Şahin, M. A, 1992. İlim ve Bilim, İlim ve Bilim kavramlarının Tahlili, TÖV Yayınları, İzmir.

Kara, K. 2001. Bilgi ve İletişimin Stratejik Önemi, YYÜ. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı 2.

Sorokin, P. 1972. Bir Bunalım Çağında Toplum Felsefeleri, Bilgi Yayınevi, Ankara.

Temel, A. R. 2008. Vahşi Kapitalizmin İflası, Altınoluk Dergisi, Sayı: 273.

Yazarın Son Makaleleri

Sosyal Ağlarda Paylaş

Twitter Facebook Google+ E-mail

Kategoriler

Son Yazılar