“Tevhidi Sosyal Düşünce”

Batı Birey İnsan Tipi İle Özgün Türk Toplumun İnsan Tipi Olan Fert'in Mukayesesi

Türkiye 21.yüzyılın ilk on yılı içerisinde yoğun kültürel, siyasi, ahlaki temelli bir değişim ve dönüşüm sürecine bağlı bir medeniyet çatışması alanını oluşturduğu gözlenmektedir. Dünyada son iki yüzyıllık modernleşmeci Batı medeniyet değerleri, ekonomi, din, aile, siyaset, eğitim konuları başta olmak üzere dünya toplumlarını yoğun bir şekilde etkileme çabası içerisinde bulunmuştur. Bu etkilemenin en önemli noktasını ise “insan” ve bu insanın düşüncesini oluşturan “sosyal bilim anlayışı” yoluyla yapıldığı belirtilebilir. Modernleşme, iktisadi anlamda “homo-economicius”, sosyal düşünce alanında ise “homo-laicus” anlayışı ile dünya toplumları üzerinde ortak bir  “insan” algısı oluşturarak, kendi hegemonik iktidarını bu şekilde evrensel bir insan tipolojisi ile sağlamıştır. Bundan dolayı Batı modern sosyal bilimler, adına “birey” dediği rasyonalist, materyalist, egoist, hırs ve haset dolu duygularla benzenmiş bu insan tipolojisini başta Türkiye olmak üzere pek çok ülkeye sosyal bilimler yoluyla aktarmıştır. Böylece bu ülkelerde insan tasarımı, Batılı değerlere göre oluşması sağlanmıştır. Bu modern sosyal bilim çalışmaları, özellikle ülkelerin üniversiteleri marifetiyle, yukarıdaki anılan duyguları yaşam tarzı haline getirmiş birey merkezli modern insanı oluşturmaya yöneltilmiştir.

Toplumun “insan” olgusu önemlidir. Toplumdaki bütün kurumlar “insan” vasıtasıyla harekete geçer, toplumsal dinamizm “insan “ unsuruyla başarıya ulaşır. “İnsanı” ve onun zihinsel inşası kontrol edilen bir toplum, başkaları tarafından sessizce sırf bu yolla başarılı bir şekilde yönlendirilebilir. Bundan dolayı “insan” toplumsal gelişme için kilit bir kavramdır. Bundan dolayı Türkiye kendi özgün sosyal bilim anlayışına göre kendi özgün kültürüne dayalı insanı inşa edebilmeli ki, ancak bundan sonra “gelişebilme” niteliklerine kavuşabilsin. Ancak Türkiye açısından bu temel öneme sahip konu Türk kamuoyu açısından hiçte önemli olarak bilinmemektedir. Ya da toplumun bunu görmemesi için bir perdeleme stratejisi uygulanmaktadır.

Ülkemizde tüm üniversitelerde sosyal bilim eğitimi verilen fakültelerimizde özellikle iktisat, sosyoloji, felsefe, psikoloji alanlarında ülke insanın düşünce dünyasını modern Batı değerlerine göre bir eğitim verilmektedir. Böylece Batı’nın insan tipi olan “birey” merkezli insan, bu bilim dalları yoluyla üniversitelerimiz marifetiyle topluma dayatılmaktadır. Böylece kendi insan tipimizin özelliklerinin hiçlendiği,  Batı değerlerine göre eğitilen “birey” ile toplum, ekonomi, siyaset, eğitim, hukuk, sanat, ticaret, sanayi, girişimcilik gibi pek çok alana insan yetiştirilmiştir. Bu yolla topluma yabancılaştırılmış bir “AYDIN “ birey tipi oluşturularak, devlet ve toplum resmi ve meşru gözüken kanallar vasıtasıyla, kendi değerlerine dayalı yönetici, düşünce adamı olan insanını bir türlü gerçekleştirememesi sağlanmış olmaktadır.  Bundan dolayı yeni süreçte Batı İnsan tipi olan “birey” ile Türk toplumunun özgün insan tipi olan (biz bunu “fert” diye adlandırıyoruz ) “fert” arasındaki farkın belirgin olarak ortaya konması gerekir ki topluma yabancılaşmamış bilim adamı, yönetici kesim ve sosyal meseleleri değerlendirmede yerli bakış ile konular ele alınabilsin.

 

BATI MEDENİYETİNDE BİREYİN OLUŞUMUNUN TARİHSEL, KÜLTÜR KÖKLERİ

Batı medeniyetini Eski Yunan rasyonalist-materyalist düşünce geleneğinden hareketle sistemleştirdiği daha sonraları, orta zamanların sonundan itibaren de Reformasyon, Rönensans, Protestanlık, Aydınlanma felsefesi ile bu düşünce geleneğini 19.yüzyılda sadece aklı,  insan düşüncesinin merkezine alan Pozitivizmle günümüze değin dünyevici, seküler, laikçi/laisizmci sosyal düşünce yapısını oluşturmuştur. Bunu ;

  1. Modernleşme savı ile,
  2. Liberal-kapitalist, özgürlükçü ve eşitsizlikten beslenen başarılı bir girişimci tipi ile,
  3. Buna göre eski Yunan’dan pozitivizme kadarki sürece bağlı olarak gelişen modern Batı değerlerinin taşıyıcısı olarak sunulan “birey” tipolojisi ile,
  4. Bu “birey” tipolojisini oluşturucu olgu alarak Batı sosyal bilim anlayışı ve bunu üreten pozitivist bilgi geleneğine bağlı “üniversite” ile bu sağlanabilmiştir.

Yukarda anılan bu dört temel ilke Batı sistemini taşıyan, Eski Yunan’dan 19, 20, ve 21.yüzyılda da şu ana kadar uygulana gelen, batı’nın eşitsizlikçi yapı oluşturmaktan besleneni rasyonalist, materyalist, egosantrik, dininvahiysel orijinalliğinin toplumsal hayattan çıkaran Batı’nın insan tipi olan “BİREY” dir. Birey 2500 yüzyıllık Batı medeniyet geleneğinin birbirine bağlı, tesadüfî olmayan, Allah ile savaş halinde, aklı putlaştıran ve buna bağlı yaşayan, modern görünümlü ama içerdiği tema itibariyle  “irticai bir varlık” özelliğini bünyesinde barındırdığı söylenebilir. Çünkü Eski Yunan’ın materyalistik okulunun hatta idealistik olarak bilinen okulunun dahi köken itibariyle salt akla dayalı olması, bugünkü bireyinde bu anlamda akılcı olmasına yol açtığı görülebilir. Buna göre modern bireyin 2500 önceki akılcı insanın sahip olduğu zihinsel temelinin düşünce kopyasını günümüze taşımasına bağlı olarak onu,  bir irticai varlık noktasına taşımış olduğu anlaşılabilir.

 

BATI’DA BİREYİN TANIMI, BU KAVRAMIN ETİMOLOJİSİ NEDİR?

“İndividual” önceleri “bölünemeyen” yani zorunlu bir bağı ifade etme anlamına gelmekteydi. Kavramın günümüzde ise “başkalarından farklılığı(kopuşu)” ifade etmede kullanıldığını görmekteyiz.

İndividualis, M.S. 6.yüzyılda Latince “individuus” türetilmiş olduğu belirtilmektedir. Buradaki olumsuzluk sıfatı olan “in”, “dividere” de Latince “bölmek/bölünemeyen/bölünmez olan” anlamalarından gelmektedir. Latinler kelimeyi Yunanca ’da “bölünemeyen, kesilemeyen” anlamına gelen atomus’u tercüme etmek üzere kullanmış oldukları ifade edilmektedir(Özel 1994:11).

Ortaçağ sürecinde Batı’da “İndividualis ve individual  “asli bölünmezlik” anlamında kullanılırken kavram 17.yüzyıl Avrupa’sın da “tek”, “yalnız başına yapabilen” , “kendi kendine yetebilen” kişi arayışında kullanıldığı görülmektedir. Kavram İtalyan şehirlerinde özellikle Floransa’da ilk ilkel kapitalist hareketlerin başlamasına bağlı olarak Jacop Burckhardt, İtalyan şehirlerindeki başta ticari olan koşulların bireysel karakterlerin yetişmesine elverişli olduğunu belirtmesine bağlı olarak “bireyciliğin” maddi nedenlerden ötürü “uyanmasına” yol açtığı ifade edilebilir(Özel 1994: 12).

De Tocqueille bireycilik terimini şöyle izah etmektedir:

“Bireycilik, yeni bir fikrin doğurduğu yeni bir ifadedir.  Babalarımız sadece benlik(egoizm)e aşinaydılar. Egoizm, insanı her şeyi kendi kişiliğine bağlamaya ve kendini dünyadaki her şeye tercih etmeye götüren, ihtiraslı ve abartılı bir benlik aşkıdır. Oysa olgun ve sakin bir duygudur bireycilik, cemaatin her üyesini hemcinsi olan yaratıklar kitlesinden ayrılmaya niyetlendiren bir duygu: aile ve dostlarından uzaklaşır; öyle ki, kendine bu şekilde küçük bir çevre kurduktan sonra, gönüllü olarak büyük toplumu kendi haline terk eder… Bireycilik demokratik kökenlidir ve şartların eşitliği ile aynı oranda yayılma tehlikesi vardır”. 19.yüzyılda Lamennais bireyciliği sadece fizik dünyayı tanıyan, manevi dünyayı hiç umursamayan, düşünceyi madde üzerinde yoğunlaştırarak Avrupa’nın bu birey anlayışını ve bireyciliğini “aklıselime” yönelmeye davet etmekteydi(Özel 1994: 14).

19.yüzyıl içerinde Saint-Simon’un öğrencileri de Aydınlanmanın bireyi yüceltmesine onun sosyal atomlaşmasına yönelik eleştirilerde bulunmuşlardır. Çünkü birey, bireyciliğe bağlı olarak;

  • Her toplum üyesini kendi çevresindeki kitleden tecrit etmeye yönelmektedir,
  • Aile ve dostlarından ayırmaktadır,
  • Büyük toplumu terk edip yani “biz” anlayışından uzaklaşarak, bir başına kalmasına neden olan kasıtlı davranış üretir hale gelebilmekteydi. Bu oluşan bireycilik durumu, bireyin kısa vade de toplum hayatındaki daha önceleri erdem olarak gördüğü şeyleri artık balatalar hale dönüştüren bir noktaya getirebilmektedir. Uzun dönemde ise bütün diğer erdemlere saldırarak onların yıkılmasına yol açarak bireyin artık salt bencilleşmesi sağlanmış olunmaktadır.

Tocqueville, bireyciliğin maddeci-rasyonalist çizgide oluşturmuş olduğu birey, artık bencil zihinle, atalarını unutmakla kalmadığı gibi, torunlarıyla olan bağıda kopartılmıştır. Böylece bu birey çağdaşlarından ayrılmış, yalnız kalmış bir insan tipidir(Özel 1994:15).

Friedrich List ise bireyin bireyciliğin oluşumda etkin olana serbest ticaret ve laissez-faire anlayışını savunanlara karşı “kosmopolitizmin, materyalizmin, partikularizmin ve özelliklede bireyciliğin “milli toplumun refahının bireysel servet kazanıma feda edilmesi” olarak görerek, bireycilikten hareket eden birey olgusunu aşağı bir dil ile ifade etmektedir.(Özel 1994: 16).

Sonuç itibariyle Vico’nun “vahşet, tamah ve hırs “olarak belirttiği bireyci “şer”,  esasında tüm modern demokratik düşüncenin altında kendi mülkiyetini sağlamaya yönelik olarak belirtilir. Bu durumda İvan İllich’e göre modern üretken kurumların  “hasetçi bireyciliği”  hem büyütüp hem de gizlediğine dikkat çekmektedir. Bu ekonomi üzerine düşünceye odaklanmış bireycilik anlayışı, bireyin kıskanç olmasını modernleştirerek onu “büyütüp maskelemekte” olduğu söylenebilir(Özel 1994:20-21).

Bu noktada Türk -İslam medeniyetinin insan tipi olan “fert”  ise bambaşka bir açılımdan hareket ederek, kendi özgün sosyal hayatını, toplum anlayışını, toplum kurumlarını, devlet algısını hep buna göre kurduğu söylenebilir.

 

TÜRK-İSLAM MEDENEİYETİNDE “FERD”İ OLUŞTURAN KÜLTÜREL KÖKLERİ

İslam medeniyetinde ve Türk kültüründe fert olarak değerlendirdiğimiz insan,  “ins” kökünden gelir.  İslam inancına göre insan unutmak manasına gelen ”nisyan” anlamında değerlendirilir. Çünkü insan Zariyat Suresi 56.ayetine göre (Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım)    yeryüzünde bulunmasının ana amacı Allah’a kulluktur.  İnsanın esasta buna göre yaratıldığına göre bunu unutması dünyada var olma gerekçesinin ana temasını yok etme anlamına gelebilmektedir. Bundan dolayı ilahi cezaya maruz kalabilir. İnsanın dünyada var olmasına yönelik asıl amacını unutmaya çok yatkın bir varlık olması onu bu noktadan tanımlamayı ele almaktadır. Yani insan tanımı tamamen ontolojik vahiy merkezli, anti materyalist bir mahiyet taşımaktadır. İnsanın  “kulluk” üzere tanımlanması sosyal hayattaki bütün pozisyonlarını bu manevi hayatın sınırlarına göre biçimlendirmesi kendisinden istenmektedir( Şimşek 2012: 57). Buna göre bu insan, materyalist merkezli hareket edemeyeceği gibi, dünya da maddi, ekonomik çıkarı temel hedef olarak almaması da gerekmektedir. Yine bu insan, kulluk olgusunu ortaya koyabilmesi için diğerkâm, dayanışmacı, sosyal insan olma özelliklerini de kendisinde barındırması gerekmektedir. Bütün bunlar “fert” ile “birey” insan tiplerinin zihinsel, duygusal oluşum farklarını ortaya koymaktadır. Buna göre özgün Türk toplumunun insan tipini, Batı insan tipi olan birey ile mukayesesini aşağıdaki tabloya da ortaya koyulmuştur;

Tablodan da anlaşılacağı üzere Batı’nın “birey” insan tipi ile Türk toplumunun insan tipi olan “fert” arasındaki tarihi, kültürel, sosyal farklılıklardan kaynaklanan “benzeşmezliklerin” dikkate alınarak, Türkiye’nin yeni dönemde kendi özgün sosyal düşünce dünyasına göre üniversitelerinde “fert” tipolojisine dayalı bir insan inşası ve eğitim anlayışını uygulaması gereği bulunmaktadır. Bunun yapılmaması durumunda ise  “Birey” zihniyet kültürel kökenli insanın Türk-İslam değerlerine EKLEMLEŞMESİ çerçevesinde kalınması halinde Türkiye;

-   ne medeniyet inşa edebilir,

-   ne İslamı özüne uygun olarak anlayabilir,

-   ne milli kültürün bütüncül mantığını kavrayabilir,

-   ne milli girişimcisini ve milli sanayisi inşa edilebilir,

-   ne “aile” sini koruyabilir,

-   ne etniklik konusunu bilimsel ölçüler çerçevesinde doğru anlayalabilir,

-   ne gençliğini muhafaza edebilir,

-   ne kamu yönetimi ne de yerel yönetimlerini toplumsal denge, ve adalet üzerine kurulabilir,

-   ne bağımsız teknolojik yapısını oluşturabilir.

Çünkü bütün bunlar toplumun özgün kültürüne bağlı inşa edilen  “İNSAN” unsuru ile gerçekleştirilir. Oysa “birey” özelliklerine dayalı insan, Türk toplumunun özgün insan tipi değildir. Türkiye Modernleşme, Batılılaşma yolculuğunda modern insan tipi olan materyalist değerlerle zihni örülen bireyi, sessizce kabule ederek, modernleşmiş ve batılılaşması istese de istemese de, fark etse de etmese de 1807 sonrasında aşama aşama oluşturulmuştur. Bundan dolayı Türk insanı zihinsel arka planında materyalist birey anlayışına bağlı olarak eğitilmiş olduğundan bırakın liberal ve marksist düşünceyi savunan insanını, milli ve muhafazakâr insan dahi manevi değerlerini birey materyalist anlayışına göre oluşturur olmuştur. Bu durum ise günümüz light İslam insan tipini, seküler /liberal Türk milliyetçisini ortaya çıkarmıştır. Bu  “birey” tipine bağlı olarak, Türk toplumun muhafazakâr değerlerini yaşarken, vatanını seven duyguları taşırken dahi Batılı bir anlayış çerçevesinde kalmaktadır.

Sonuç olarak yeni dönemde Yeni Türkiye oluşturabilmenin ana hareket noktası özgün eğitim anlayışı ile kendi insan tipine dönüş ile başlamaktadır.

İlk ve orta eğitimde bu mantıkla yetişen toplumumuzun gençlerine üniversitelerde toplumun yöneticilerini eğitin sosyal bilim fakültelerinde Batılı iktisat, sosyoloji, felsefe, psikolojinin inşa ettiği “birey” eğitimine karşın aynı anda mukayeseli olarak özgün iktisat, sosyoloji, psikoloji, felsefe eğitimlerinin de “ Fert” algısı üzerinden verilmesi gereği bulunmaktadır. Böylece toplumun yöneticileri sadece bireyden hareket eden bir mantıkla değil de “fert “ kültürel arka planına sahip bir eğitimi de almış olurlar. Türkiye’nin sosyal gelişmesinin arkasındaki temel nokta burada meydana gelecek dönüşüme bağlı gözükmektedir. Çünkü fert, Türk toplumunun milli ve manevi bütünlüğünü geliştiren milli karekteri ve milli şahsiyeti oluşuran özgün eğitim sistemi ile ortaya çıkabilmektedir(Şimşek 2012: 93).

Toplum insanla dönüştüğüne göre  “birey” zihniyetine sahip  iktisatcı, sosyolog, felsefeci, psikolog, siyasetci, bürokrat, girişimci, diplomat, kamu ve yerel yönetici ile ”fert” zihniyetine sahip bu meslek ve birim mensuplarının bir birinden farklı davranış üretmeleri, toplumda ne kadar farklı uygulamaları ortaya çıkarabilir acaba?

 

Kaynaklar:

Mustafa Özel;Birey, Burjuva ve Zengin, İz Yayınları, 1994, İstanbul.

21. Yüzyıl Türkiye’si İçin Milli Eğitim Felsefesi ve Milli Eğitim Politika Zihniyeti”   Yeni Türkiye’nin Yeni Gerçekleri, Din, Laiklik, Eğitim, Finans, Liderlik ve Özgün Sosyal Düşünce”, Editör: Osman Şimşek, Otorite Yayınları, 2012, Ankara.

Protestan Modellemesi Çerçevesinde Türkiye’de Laikliğin Sosyal Fonksiyonu, Yeni Türkiye’nin Yeni Gerçekleri, Din, Laiklik, Eğitim, Finans, Liderlik, ve Özgün Sosyal Düşünce”, Editör: Osman Şimşek, Otorite Yayınları, 2012, Ankara.

 
 

Yazarın Son Makaleleri

Sosyal Ağlarda Paylaş

Twitter Facebook Google+ E-mail

Kategoriler

Son Yazılar