Akıl ve İnsan
Akıl ve insan ilişkisine değinmeden önce aklın ne olduğuna bakmak gerekir. Zira akıl, insanı insan yapan en önemli özelliktir. Bu sebeple aklın ne olduğu ile ilgili tanımları yaparak bu ilişkiyi ortaya koymak da kısmen mümkündür.
Akıl, Arapça kökenli bir kavramdır. Arapça sözlüklerde genellikle bağlamak, gerçeği anlamak, gerçeği bilmek, zihindeki güç, hafıza, idrak etmek, iyiyi kötüden ayırt etme gücü[1] gibi birçok anlamlara geldiği belirtilmektedir. Diğer yandan ıstılâhî olarak akılla ilgili İslâmî literatürde yapılmış tanımlara baktığımızda ise genelde aşağıdaki tanımların yapıldığını görüyoruz:
- “Akıl… özellikle şu üç anlama gelir: 1- Akıl, insandaki ilk fıtratın sıhhatine delâlet eder ki, bu akılla insan, güzel işlerle çirkin işleri birbirinden ayırt eder, 2- Tümel hükümlerden insanın tecrübelerle kazandığı akıl ki insan evrendeki işleri ve bunlardaki amaçları bu akılla anlar, 3- Akıl, insanın hal ve hareketlerinde, söz ve seçimlerinde övgüye layık olma durumunu ifade eder”.[2]
- “Akıl, insan zihninin bir sıfatı olup, insan bunun aracılığıyla hayır ve şerri ve diğer mahlukatı idrak eder ve anlar, iki hayırdan hangisinin daha hayırlı, iki şerden hangisinin daha ehven, zararının daha az olduğunu idrak eder”.[3]
- “Akıl, varlığı soyut olan; ancak gerçekleşme durumunda maddeyle var olduğu görülen ve insanın her “ben” dediğinde işaret ettiği yeti olup, bu akıl, Allah’ın insan bedenine bağlı yarattığı ruhanî bir cevherdir. Bu akıl, aynı zamanda kendisiyle hak ve batılın bilindiği insan kalbindeki bir nurdur… Akıl, nefis, zihin birdir; ancak bu üç güçten idrak edene akıl, tasarrufta bulunana nefs ve idrak etme gücüne zihin adı verilmiştir”.[4]
Akılla ilgili yapılmış olan bütün bu ıstılahi tanımlar gösteriyor ki, akıl, insanın hayatta iyi şeyleri yapmasını kötü şeylerden kaçınmasını, varlığı anlamasını ve anlamlandırmasını sağlayan bir güçtür.
Diğer taraftan gerek klasik İslam kaynaklarındaki gerekse de modern Batı felsefesindeki akıl tanımlarını mezcederek bir akıl tanımlaması yapan İsmail Fennî ise Lugatçe-i Felsefe adlı eserinde aklı şöyle tanımlar: “… Akıl, fikirden fikre intikal suretiyle istidlal ve tasavvurat ve kazayayı (düşünceyi ve bu düşünce sonucu varılan yargıları) tertip etmek kuvvetidir. Descartes (öl.1650) gibi bazı hükema aklı, hayır ve şerri, hak ve batılı ve hatta güzel ve çirkini temyiz (ayırt) etme kuvvetidir diye tarif etmişlerdir. Ayrıca Kant (öl.1804)’a göre ise akıl salt anlama gücü olup zihinde apriori bulunan malumatı tanzim (düzenleyen) eden bir güçtür. Ona göre (Kant’a göre) teorik (salt/saf) aklın gayesi hakikat olmak itibariyle aklın kendisidir. Pratik aklın gayesi ise iyi ve güzel ahlaktır.”[5] Bu tanımda bahsi geçen özellikle iki önemli Batı filozofuna göre ise insandaki aklın iki yönü vardır: Birincisi, akıl, zihinde varlıkları anlama ve kavramlaştırma gücü, diğeri de hayrı şerden yani iyiyi kötüden, güzeli çirkinden ayırt etme gücüdür.
Şimdi soru şu: Bu tanımları yapılan aklın insanla ne gibi bir ilişkisi vardır? Bu sorunun en kısa cevabı şudur: İşte insanı diğer canlılardan ayıran ve bu özelliğiyle onu sorumlu yapan bir temyiz gücü, bir düşünme ve anlama yetisi gibi özelliklere sahip olan akıl, bu tanımlarda ifade edilen akıldır.
Burada yazının başlığındaki ikinci kavramın ifade ettiği insanın kim olduğuna bakacak olursak, bu insanı tanımlamak için mutlaka onun akılla ilişkilendirilerek tanımlanması gerektiğini görürüz. Zira doğma, büyüme, yeme, içme, görme vb. özelliklere sahip diğer canlı varlıklardan insanı ayıran en önemli özellik onun akıl sahibi bir canlı oluşudur. Diğer canlılarda akıl özelliği yoktur. Buna göre burada şu soru oldukça önemlidir. Madem akıl sadece insana mahsustur; öyleyse bu akıl insana hangi artı özellikleri kazandırıyor? İşte bizim burada üzerinde durmak istediğimiz konu da budur. Çünkü bu kadar mühim bir yeti olan akıl insana ne kazandırıyor ya da eğer kaybettirdiği bir tarafı da varsa insana neleri kaybettiriyor bu yönlerine bakmak gerekiyor.
İnsanın bilgi, değer ve bilinçli sosyal münasebetler oluşturmasında en temel yeti akıldır. Nitekim yukarıda kelime ve kavramsal tanımlarını belirttiğimiz akıl, insanın hem hemcinsleri hem de varlık hakkında bilgi sahibi olmasının ve aynı zamanda anlamlı, bilinçli davranışlar sahibi olmasının sebebidir. Bu bağlamda şu hususun da hemen belirtilmesi gerekir: Akıl, sahip olduğu ilkeler aracılığıyla insana doğru bilgilerin kriterini de kazandıran bir yetidir. Bu son özelliği neticesi akıl, klasik mantığın oluşmasının da temelini oluşturmuştur.
Burada yani akıl-insan ilişkisi konusunda önemle üzerinde durulması gereken diğer bir konu ise ilahî dinler, özellikle de İslâm açısından akıl-insan ilişkisidir.
Dinler açısından bakıldığında özellikle îlahi/semavî dinlerin muhatabı sağlıklı akıl sahibi insandır. Peygamberler, Allah’tan aldıkları bilgileri yani vahyi akıl sahibi insanlara tebliğ etmekteydiler. İslam açısından da bakıldığında Hz. Peygamber (a.s)’in tebliğinin muhatabı akıl sahibi bütün insanlardır. Zira sağlıklı akıl sahibi olmayan insanlar, bu ilahi dinlerin özellikle de İslam vahyinin muhatabı değildir. Nitekim sağlıklı akıl sahibi olmayan insan, İslam açısından sorumluluk sahibi de değildir.
Bilhassa din olarak İslam, neslin, dinin korunması gibi aklın korunmasını da hedefler. İslam akide kitaplarında din tanımlanırken dinin, akıl sahiplerine hitap eden bir ilahi kanun olduğu belirtilir. Buna göre dini, diğer bir ifadeyle İslam’ı ancak sağlıklı akıl sahibi insan anlayabilir, onun, özüne vukufiyet kesbedebilir. Bunun için İslam, muhatabı insanın aklının korunmasını birinci derecede önemli görür.
İslam’ın kaynağı olan Kur’an’a baktığımızda Allah (c.c.), yaklaşık elli kadar ayette akıldan bahseder; nitekim bu ayetlerden bazıları şunlardır:
- “Şüphesiz semâvat ve arzın yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri peşinden gelmesinde, insanların faydasına olan şeyleri denizde taşıyarak yüzüp giden gemilerde, Allah’ın, gökten indirdiği bir su ile ölmüş olan toprağı diriltmesinde, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgarları ve yer ile gök arasında emre amade bekleyen bulutları döndürmesinde elbette düşünen bir topluluk millet) için (Allah’ın varlığını ve birliğini ispatlayan) pek çok deliller vardır.”[6]
- “Kâfirlerin hali, bağırıp çağırmak dışında bir şey duymayan, yine de haykıran kimsenin (çobanın) haline benziyor. Onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir. Onun için onlar düşünmezler (akletmezler).”[7]
- “Ey iman edenler! Kendi dışınızdakileri sırdaş edinmeyin size fenalık etmekten geri kalmazlar; size sıkıntı verecek şeyleri isteyip dururlar. Gerçekten kin ve düşmanlıkları ağızlarından (dökülen sözlerden) belli olmuştur. İçlerinde sakladıkları (düşmanlıkları) ise daha büyüktür. Eğer düşünüp anlıyorsanız (eğer taakkul ediyorsanız) her halde ayetlerimizi size açıklamış oluyoruz”.[8]
- “Allah onlara şiddetli bir azap hazırlamıştır. Ey inanan akıl sahipleri! Allah’tan ittika edin. Allah size gerçekten bir uyarıcı (kitap) indirmiştir”.[9]
- Ve “Şayet kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık (şimdi) şu alevli cehennemin mahkumları arasında olmazdık” diye ilave ederler”. [10]
Bu ayetlerden anlaşılacağı gibi Allah (c.c.) insandaki aklın insan için büyük bir nimet, iyiyi kötüden ayıran, insanı derinliğine düşünmeye sevk eden büyük bir güç ve yeti olduğuna dikkat çeker. Buradan hareketle şunu da söyleyebiliriz: İslam’a göre akıl, Allah’ı ve yarattıklarını anlamada insana verilmiş en önemli nimet, en kıymetli yetidir. İslam’da bu temiz, başlangıçtaki safiyetini koruyan akıl, varlığı yoktan yaratan Bir Yaratıcı’nın yani Allah’ın varlığına insanı ulaştırabilir. Bu sebeple İslam, bütün insanların Tek Bir Allah’a ulaşmayı aklıyla başarabileceğini söyler. Dolayısıyla İslam dininin uygulamaya yani ibadetlere dönük olan veçhesi hariç, Allah’ı bulma ve ona inanma noktasında herkesin eşit olduğunu söyler. Bu durum şunu gösteriyor: Akıl, özü itibariyle daima saf bir iyiliktir. Aklın bu özelliğine İslam’da en büyük iki ehl-i sünnet kelam mezhebinden birisi olan Maturîdilik mezhebinin kurucusu olan İmam-ı Ebu Mansur-ı Maturidi’nin düşüncelerinde açıkça yer verdiğini görüyoruz. Ancak hem Doğu hem de Batı bilim ve felsefesinde akıl-insan önemli bir yer tutan problem alanıdır. Özellikle akıl konusunda İslam filozof ve kelamcılarından Kindî, Farabî, İbn Sina, Hasan’el Eş’ari ve özellikle Maturîdi gibi birçok düşünür, bu konuya oldukça önem vermişlerdir.
Burada yani akıl-insan ilişkisi noktasında pek çok İslam bilgini ve düşünürünün önemli fikirleri vardır; ancak biz bu yazımızda, yazımızın ve konumuzun sınırlı olması nedeniyle bu bilgin ve düşünürlerden özellikle İmam-ı Ebu Mansur-ı Maturidi’nin (öl.944) akıl konusundaki fikirlerine kısa da olsa yer vermeye çalışacağız.
İmam-ı Maturidi’nin düşünce sisteminde akıl, önemli bir yere sahiptir. O, öncelikle aklı şöyle tarif eder: “Akıl, güzellikler ve kötülüklerin kendisiyle bilindiği (bir güçtür)..”[11] Yine ona göre insanda bulunan akılda her iyi işin iyi, her kötü işin de kötü olduğuna dair potansiyel bilgi vardır.[12] Ayrıca Maturîdî, bilginin sağlam duyu, doğru haber ve aklın tefekkürü ile elde edilebileceğini; ancak aklın dışındaki iki bilgi kaynağının ölçütünün de yine akıl olduğunu söyler ki zaten Maturîdî’ye göre; akılların verdiği hükümler birbirlerini nakzetmez; zira akıl sahiplerinin görüş ayrılığına düşmesi ya akıllarının ilmi tefekkür seviyesine ulaşamaması veya kendilerinin ilmi tefekkür şartlarını tamamıyla yerine getirememeleri nedeniyledir”[13]
İmam-ı Maturîdî, Allah’ın insanı yaratırken onun tabiatına birbirine zıt iki özellik verdiğini söyler. Ona göre insan tabiatına Allah tarafından yerleştirilen bu iki özellikten birisi insanın dünyevi ve şehevi şeylere olan meyli duygusu ki, bu duygu insana bütün menhiyatı güzel gösterir. İnsanın tabiatına yaratılırken yerleştirilen diğer özellik yani diğer yeti ise akıldır. Maturîdî’ye göre akıl, insana iyiye uymasını, çirkin ve kötü işlerden sakınmasını ayrıca kötüye olan eğilimine de karşı çıkmasını ister. Ona göre bu akla aynı zamanda akl-ı selim denir. İşte bu akıl neyi güzel ve neyi çirkin kabul ediyorsa bu esastır.[14]
İmam-ı Maturîdî’nin insanın yaratılıştan getirdiği eğilimleri ve bu eğilimlerini kontrol edecek yetisi konusundaki düşünceleri şöyledir: Allah, insanı meyilleriyle (eğilimleri) birlikte yaratmıştır; ancak ona bu eğilimlerini kontrol edecek güçte bir akıl da vermiştir. Bu akıl iyiyi ve kötüyü (hüsnü ve kubhu) idrak edebilir ve insandaki bu akıl, insanı meyillerinin sürüklediği yönde gitmekten koruyabilir.[15]
Yine İmam-ı Maturîdî’ye göre akıl, insanın, daha önce de işaret edildiği gibi, Allah’ı tanıma ve bilmesinde en büyük gücüdür. Bu durum Maturîdî düşüncesinde şöyle belirtilmektedir: “… Ancak akıl ile Allah’ın sayısız nimetlerini, varlıkların yaratılışındaki hikmet ve gayeyi, özellikle bu yaratıkların bir mucidi, bir yaratıcısının bulunmasının zorunluluğu açısından, kudreti sonsuz bir yaratıcıya, Yüce Allah’a delalet ettiğini bilmemiz ve dolaysıyla da Kâdim Varlık’la hadis varlıkları birbirinden ayırmamız mümkün olur… Yine bu akıl ile insan Peygamberlerle sihirbaz ve sahtekarları birbirinden ayırt eder…”[16] Bu konuyu ayrıca bizzat İmam-ı Maturîdî şöyle belirtir: “… Akıl sahibi herkes için Allah’ı bir olarak bilme ve Allah’ı tanıma gereklidir ve şirk de aklen haramdır…”[17] Yine ona göre “Allah’ın hitabı akıl sahiplerinedir. Aklı olmayana Allah’ın hitabı da yoktur…”[18] Bütün bu açıklamalardan anlaşılacağı gibi İmam-ı Maturîdî’ye göre akıl, insanı kötülüğe, şirke, yanlışa yönlendirmez aksine insanı hep iyiye, doğruya ve hakka yönlendirir. Ancak bütün bu iyiliklere kaynak olabilecek akıl, hakkın ve iyinin bilinmesinde ve uygulanmasında bir alet, bir vasıtadır. Nihayet İmam-ı Maturîdî insandaki bu akıl yetisinin de bazı konularda yönlendirmeye ve irşada da ihtiyacı olduğunu belirtir. Zira onun özellikle bu son konudaki düşüncesi şöyledir: “İnsanların sadece akıllarını kullanmak veya bilenlere danışmak ya da tüm kabiliyet ve yeteneklerini kullanarak içtihat etmek suretiyle her an karşılaştıkları türlü problemlerini çözmeyi başardıkları farz edilse dahi, peygamberlerin gönderilmesinin yine de kendileri için büyük bir nimet, kıymetli bir yardım olduğunda şüphe yoktur. Bu, Allah’ın onlara büyük bir lütfu ve ihsanıdır. Bunu inkâr etmek cehalettir, ahmaklıktır, lütfun ve ihsanın değerini bilmemektir…”[19]
Bu son kısımda ve daha önce belirtildiği gibi İmam-ı Maturîdî’ye göre akıl, pek çok iyi şeyi idrak etse de, özü itibariyle hep iyi olsa da onun da yine bilmediğini bilenlere sorması, danışması gerektiğini vurgulamaktadır. Zira bugün akla itimad ettiğini söyleyen pek çok kimsenin aklıyla yaratıcı arasındaki bağı kopardığını görürüz.
Sonuç olarak şu tespitleri yapabiliriz:
- Öncelikle akıl, insana Allah’ın lütfettiği en önemli özelliktir. Akıl, insanı diğer canlılardan ayıran ve ona varlığı anlama ve varlık üzerinde düşünme, onu bilme gücü veren bir özel yetidir. Zira akıl sayesinde insan yeri, göğü ve arasındaki tüm varlıkları incelemeye, anlamaya çalışır, hatta onlardan hareketle onları var eden Bir Yaratıcı’nın bulunduğunu kavrar.
- Akıl, Allah’ın insanlara verdiği en özel, en ayrıcalıklı yetidir. İnsan, aklı vasıtasıyla tabiatı, soyut ve somut varlık alanlarını tanır. Akıl, insanın her türlü keşfinin, icadının ve gelişmesinin temelinde yer alır. Ayrıca bu akılla insan, iyiyi kötüden ayırt eder. Bu akıl sayesinde insanlar arasında sağduyu, müsamaha, adalet tesis edilir ve bencil taassubun farkına varılır. Akıl sayesinde insan varlık hakkında doğru bilgi üretir, o bilgileri hayata geçirir. Ancak hemen ifade edelim ki akıl burada bütün bunlar için bir alet, bir vasıtadır.
- Diğer taraftan Allah’ü Teâla Kur’an-ı Kerim’deki birçok ayette sadece inananlara değil bütün insanlığa hitaben kâinat ve kâinattaki varlık düzenine akıllarıyla yönelmelerini ve bunlardaki hikmeti anlamaya çalışmaları gerektiğini bildirir. Bu konudaki akıl-insan ilişkisi sadece inananları kapsamaz; aksine bütün insanları kapsar; bu sebeple İslam’a göre bütün insanlar kâinatın yaratıcısının Bir Allah olduğuna akılları vasıtasıyla ulaşabilirler.
- Bugün Doğuda ve Batıda geçmişten bugüne dek adından söz edilen bütün bilgin ve düşünürler akıl ve insan ilişkisi üzerinde durmuşlardır. Bizim burada bu yazımız çerçevesinde üzerinde durduğumuz ve görüşlerine dikkat çektiğimiz isim İslam akide sisteminin ehl-i sünnet anlayışı bağlamındaki iki önemli kurucu imamından İmam-ı Mansur-u Maturîdî’nin akıl hakkındaki düşünceleridir.
- İmam-ı Maturîdî, akla eserlerinde büyük bir önem atfetmiştir. O, insanın yaratılışında kendisine verilen kötü ve yanlış şeylere yönelimine mukabil akın verildiğine dikkat çekerek bu aklın insana Kur’an ve sünnetin yanında hep olumlu telkinde bulunduğunu söyler. O, böyle bir akla sahip insanın her türlü ferdi ve toplumsal anarşi ve kaostan uzak duracağını, akl-ı selimin İslam toplumlarının bir takım sapkın akımlara yönelmelerine mani olacağına vurgu yapar.
Nihayetin nihayetinde şu hususun atını çizerek belirtelim ki, akıl sonuçta bir alet, bir vasıtadır. Onu Kur’an ve sünnet çerçevesinde kullanmak bir mümin Müslüman için sayısız faydayı havidir. Aksi takdirde, aklı araç değil amaç yapan anlayış, o aklı inkârına kaynak yaparsa bu alet olan akıl bu kez, isyanın ve inkârın kılıcı olur ki, buna göre de akıl özünün ve hikmetinin dışına çıkarılmış olur.
Akıl-insan ilişkisinde esas olan Kur’an ve sünnet ışığında insanın, aklın saf özünün gereğini kavraması ve mucibine göre hareket etmesidir.
* Prof. Dr., Gazi Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Felsefe Bölümü
[1] El-Feyruzâbâdi, el-Kâmüs el-Muhit, Beyrut-1987, s. 1336; Luis Maluf, el-Müncid, Beyrut-1973, s. 520; Arif Erkan Arapça-Türkçe Büyük Sözlük, İstanbul-2006, s. 788
[2] Abdü’l Emir el-Asam, el-Mustalah el- Felsefi İnde’l-Arab, Kahire-1989, s. 240, 282-283
[3] Hüseyin Remzi, lügat-ı Remzi, İstanbul-1305, s. 880
[4] Eş-Şerif Ali b.Muhammed b. El-Cürcanî, et-Tarifat, s. 151-152
[5] İsmail Fenni, lügatçe-i Felsefe, İstanbul-1341, s. 582
[6] Bakara suresi, Ayet (164)
[7] Bakara suresi, Ayet (171)
[8] Al-i İmran, Ayet 118
[9] Talak suresi, Ayet 10
[10] Mülk suresi, Ayet 10
[11] Ebu Mansur el-Maturidi, Kitab et-Tevhid, Ankara-2003, s. 207
[12] A.g.e., s. 157
[13] Nureddin es-Sabunî, Maturidiyye Akaidi, (çev: B. Topaloğlu), Ankara-1978, s. 55-57; Kemal Işık, Maturîdî’nin Kelam Sisteminde İman, Allah ve Peygamberlik Anlayışı, Anlara-1980, s. 48
[14] M. Saim Yeprem, İrade Hürriyeti ve İmam Maturîdî, İstanbul-194, s. 291
[15] A.g.e., s. 301
[16] Kemal Işık, a.g.e.,s . 49-50
[17] Maturîdî, Te’vilâtü’l-Kur’an, Beyrut-2004, C.1 s. 190
[18] A.g.e., C.5, s. 168
[19] Kemal Işık, a.g.e.,s . 109-110