19. Eğitim Şurası, Yeni Türkiye ve Bir Kısım Milli Eğitim Bürokrasisi
Türkiye özellikle 2007 yılından sonra yeni bir dönem girmiştir. Bu dönemi “Yeni Türkiye” olarak ifade edile gelmektedir. Eski Türkiye , Cumhuriyet üzerinden pozitivist düşünce ve buna bağlı siyasal anlamda laiklik üzerinden laisizimci, jakoben, sekülerdir. Ekonomik bakımdan ise liberal-kapitalist, eğitim anlamında da, pozitivist düşünce anlayışına bağlı pragmatis seküler, dünyacılığı benimseyen bir eğitim anlayışına sahipti. Osmanlının İslam sosyal düşünce merkezli topluma olmasına karşı, 1923’ün Yeni Türkiye’sin de ise ; Pozitivist ve laisizmci sekülarist anlayış, Cumhuriyetin kazanımları olarak belirginlik kazanmıştı. Burada bu pozitivist Cumhuriyet; insan, toplum ve kurumsal zihniyetini “ pozitivist eğitim sistemi”ne göre kurgulamıştı. Yani başta köy enistitüleri üzerinden olmak üzere Türk eğitim sistemi, bu zihniyete göre biçimlendirilmişti. Buna göre;
- devlet aklı
- eğitim sistemi,
- bürokrati yapı,
- devlet kurumları,
Hep bu pozitivist eğitim sistemine göre düşünce, eğitim,kurumlar, dini inanışlar, sanayi, modern Türkiye’nin “insanı”nı kurgulanmış,yeniden Batı’lı değerlere göre inşa edilmişti. Demek ki “1923’ün Yeni Türkiye”si pozitivist eğitim sistemine göre tüm yapısını kurmuştur.
2007 sonrası oluşan “Yeni Türkiye” ise henüz eğitim sistemini, 1923 Yeni Türkiye”sinin Osmanlı’daki eğitim anlayışını saf dışı bırakarak, Batı metoduna dayalı pozitivist eğitim zihniyetini aldığı gibi , yapısal bir zihniyet dönüşümünü gerçekleştirememiştir. İşte bu noktada 19.eğitim şurası önemli bir merhale olarak görülebilirdi.
19.eğitim şurası kararlarına bakarak 28 şubat sürecinin dayatmaları ile ortaya konan gelişmeler, din dersinin ilkokullarda zorunlu yapılması,Osmanlıca Türkçesinin Anadolu imam hatipler ve sosyal bilim liselerinde zorunlu hale getirilmesi gibi bazı gelenek merkezli değişikliklerin yapılması bu 28 şubat laisizimci/jakoben etkinin berteraf edilmiş gibi gözükmesi ifade edilebilse de, kanatimizce bu şura, başarılı bir şura olarak değerlendirmekten uzak gözükmektedir. Neden?
Çünkü;
Bir eğitim sisteminin takip etmiş olduğu metod, o toplumun aydınını , öğrencisini, bürokratını, kurumları ve topyekün insanını inşa eder. Oysa 1923 Yeni Türkiye’sinde eğitim metodu pozitivist olup, bu eğitim metodu; Müslüman Türk halkına karşı laisimci , jakoben devlet faşizmini demokrasi kılığında uygulayan bir aydın, bürokrat, sanayici, yönetici insan tipini inşa etmiştir.
2007 Yeni Türkiye’si ise kendisini “ 1923Türkiye’si”ne göre “Yeni “ilan etmesine karşın, aynı eğitim pozitivist eğitim metodunu takip etmeye devam etmektedir. Bunun orta vade de ortaya çıkaracağı sonuç ise” pozitivist muhafazakar Müslüman “ tipi olacaktır ki bu ise “Yeni Türkiye” değil 2007 üzerinden “Yeni Batılılaşma” olarak karşımıza çıkabilir.
İşte bu yönüyle 19.eğitim şurası, eğitim metodunu pozitivizminden İslam’ın eğitim yöntemi olan bütüncül/birlikçi eğitim metodolojisine geçişi öne çıkarması ve bunu 21.yüzyıl üzerinden yeniden ihya eden bir bakış açısı ile ele alarak;
eğitimi, öğretmeyi,öğretmeni, aydın inşasını, öğrencisini ve kurumlarını bu bakış açısıyla ele aldığını ifade etme gereği bulunmaktaydı. Ancak şura metodoloji farklılığına hiç değinmeden şekli uygulamalar üzerinde bir dizi değişmeye giderek, yüzde 50 den fazla oy almış iktidarın düşük görünümlü bir faaliyeti olarak bu şurayı ele almak zorunluluğu bulunmaktadır.
Türkiye’de eğitim sisteminin temel sorunu metodolojiktir. Yani eğitim sistemi şu anda hala pozitivist olup bu sistem ise İslam’ı dışlayan, Türk milletinin milli ve manevi değerini özünü uygun ele almaya karşı dirençli bir bakış açısını ortaya koymaktadır. 2007 Yeni Türkiye iddiasının 19.şura kararları ile böyle bir metodolojik dönüşümü ifade etmemesi, esasında açıktan ve gizliden 1923 Yeni Türkiye zihniyetinin batılılaşma anlayışının eğitim üzerinden hala devam ettiğini ortaya koymaktadır. Bu yönüyle de hem Ergenekoncu hem de paralel yapı zihniyetinin anlayışını besleyen eğitim metodolojisi, “2007 Yeni Türkiye” sürecinde de varlığını devam ettireceği anlamına gelmektedir. Buna göre bu şuranın böyle bir şeyin devamını sağlamayı ortaya çıkaracağı unsurlardan birincisi metodoloji dönüşümün olmamasıdır.
İkinci nokta ise eğitim fakültelerinin pozitivist varlığının 19.şura karalarında hiç konuşulmamasıdır. Çünkü eğitim fakülteleri doğrudan pozitivist bir eğitim metodunu benimsediklerinden, bu fakültelerden hemen hemen her alanda pozitivist eğitimden geçmiş olarak mezun olan öğretmenlerimiz, ağırlıklı olarak ( inanç manasında öz itibariyle akaid konusunda) İslam ile Türk toplumunun milli ve manevi müktesebatıyla sorunlu bir akılcılıkla yetiştirilip, topluma eğitici olarak gönderilmektedir. 1923 Yeni Türkiye’sinin eğitim zihniyeti ise bu eğitim fakültelerinin dinamiğiyle; batılılaşmayı, laikliği, laisizmi,faşizmi ve oligarşizmi ortaya çıkaran bir demokrasianlayışını benimseten bir eğitim anlayışıyla 28 Şubatçılığı meşrulaştırır, jakobenliği,laisizmi modernlik üzerinden meşrulaştırarak, kendi varlığını buna göre açıklamıştır. Bugün bu eğitim fakültelerin pozitivist eğitim metodolojisiyle, 2007 Yeni Türkiye’sinin kendi zihniyetine göre kurgulanmasını beklememek gerekir. Bu eğitim fakültelerinin öğretim ve eğitim metodolojisi, akademisyen varlığının toplam zihinsel müktesebatının pozitivist birikime göre oluştuğundan, buralardan ancak en fazla olarak pozitiivist muhafazakar eğitimcileri çıkarabilir ki bu da yine ancak yeni Ergenekon zihniyetini yeni paralel yapıların zihniyetinin oluşumuna yol açabilir. Buna göre metod konusunda 19.şura bu noktalarda dönüşüm/değişim alanına yönelmediğinden, yeni bir kültür dönüşümünün, bu haliyle beklememeyi ortaya çıkarmaktadır. 19.şuranın bu eksikliği “Milli Eğitim Akademisi”nin kurulması ve buranın eğitiminin de geleneksel Bütüncül Eğitim Sistemimize uygun olarak yapılmasının planlanmasına yönelik ihtiyacı ortaya çıkarmaktadır.
Bu şura kararları şeklen İslam değerlerini benimseyen bir bakış açısı ortaya koysa dahi bu noktada bu şekilselci değişmeler bile, bir kısım milli eğitim bürokrasisinin pozitivist mantıkla icra makamında yer almış olmaya devam etmeleri görülmektedir. Okulların müfredatını uygulamaya koyan bazı birimlerdeki bu pozitivist mantığa sahip bürokrasinin, bu şuranın anti pozitivist gözüken kararlarını, ne kadar sağlıklı olarak uygulamaya koymaya yönelik bir akışın içinde olacağına dair şüpheleri de beraberinde getirmektedir. Bu nokta da örneğin karma eğitim den vazgeçilmesine yönelik bir toplumsal bakış açısı olmasına karşın, bu konularla ilgi bürokratik birimlerin kendilerince kazanımlarını kaybetmeme mücadelelerine devam edeceği beklentisi de eğitim-medeniyet –batılaşma ilişkisinin kimin tanımına göre anlam bulacağı, merakla gözlenmektedir. Bu noktada 2007 Yeni Türkiye zihniyetinin inşa edici eğitim bütüncül aklının daha öze uygun, yerli, özgün ve birlikçi bir bakış açısından konuya yaklaşmaları gereği bulunmaktadır. Aksi takdir de Türkiye herhangi bir ülke olmadığından eğitim zihniyetinin metodik dönüşümünü yeterince önemde dikkate alınmayan bir süreç, yeni dönemde zaten alt yapısında var olan pozitivist akıl ve bürokratik taban ile yeni Ergenekon yapılanmalarını ve yeni paralel yapıların pozitivist eğitim süreci içinden çıkmaları zor gözükmemektedir.