12 Haziran Seçimini Nasıl Bir Sosyal Düşünce Yöntemi İle Okumalıyız
Türkiye’deki 12 Haziran seçimlerini tek bir faktör merkezli değil de, çok yönlü olarak ele alınıp değerlendirmeye ihtiyaç duyulmaktadır. Toplum üzerinde etkili olan parametrelerin toplam etkisinden hareketle sosyal meseleleri değerlendirmek, ”sistem”ik bakış ile mümkün olabilmektedir. Sadece tek bir faktöre gereğinden fazla önem vererek örneğin ekonomi/ kimlikler/bireysel haklar ve özgürlükler … bunun üzerinden kalkarak sosyal bütünü değerlendirmek, toplum hakkında yetersiz hatta hatalı bilgilerin üretilmesine yol açabilmektedir. Hele bu konu sosyal bilimler olursa önem daha artmaktadır. Çünkü toplumun yönetiminin sorumluluğu gerçekte sosyal bilimlerin omuzları üzerindedir. Yanlış/hatalı ya da yetersiz öncül/lerle yola çıkıldığında toplum hadiselerini değerlendirme, çözüm üretme de ve sonuca ulaşmada, işin içinden çıkılmaz bir hal alınabilmektedir. Bu da bir toplumu ve onun tüm unsurlarının geleceğini tehdit altına alınması ifade etmektedir.
Türkiye’de sosyal bilimlerin Türk toplumunun sosyal meselelerine çözüm üretmede çeşitli tıkanıklıklar yaşadığı öteden beri bilinmektedir. Bunun ana nedenleri arasında sosyal bütün üzerinde “sistem”sel düşünme yerine parçalı düşünme ve bu parçalı düşünceden hareket ederek, genellemelere gitmek istek ve tercihi yatmaktadır. İlkinin adı yani sosyal meselelere “sistem” merkezli bakmaya bütüncül yaklaşım olarak değerlendirmesine karşın, parçalı düşünceye ya da tek bir olgudan hareketle bütünü değerlendirme yöntemine de pozitivist bakış denmektedir.
Türkiye başta Fransa olmak üzere Batı medeniyetini ihtiva eden ülkelerden oldukça farklı medeniyet, kültür ve zihniyet anlayışına sahiptir. Türkiye’de sosyal bütüne ve onun meselelerine bakmada, aydınının ve onun bilgi üretme yönteminin Batı pozitivist-modernist sosyal düşünce yaklaşımı ile değerlendirilmeye sürüklenmesi, Türk toplumunun kültürel, sosyal, siyasal alanlarında pozitivistçi bilgi ile çözümlemelere girmesi anlamına gelmektedir. Bu yöntem ise Türk toplumunun sosyal dokusunu, kurumlarını oluşturan kültürel ve zihniyet dünyasını hatalı okumaya yönlendirmektedir. Oysa Türkiye’nin sosyal, kültüre ve siyasal dünyasını mümkün olan en gerçekçi biçimde okumayı sağlayacak sosyal düşünce yönteminin bütüncül bakış açısı ile üretilen bilgiden kaynaklanabildiği söylenebilir. Ancak Türkiye’deki aydınların (kendisini sağ kesim/sol/liberal/dindar olarak tanımlayan) ekserisi, pozitivist sosyal düşünce okumaları ile Türkiye’nin toplum yapısını değerlendiren fikirler ortaya koymuş olduklarından, genelde başarılı bir sosyal bakış açısı ve buna dayalı değerlendirmeleri gerçekleştirilemediği söylenebilir. Böylece bizzat aydınların ekserisi tarafından yeterince toplum gerçeğini(toplumun özgün dinamiklerinden hareket ) ifade etmeyen okumalara bağlı bir Türkiye değerlendirmesi ortaya çıkmaktadır. Bu yönüyle de başta sosyal, kültürel, siyasal ve ekonomik merkezli sorunlar daha da büyümektedir. Oysa aynı sorunlara bütüncül bakış açısının ürettiği sosyal düşünce yöntemi ile yaklaşıldığında, pozitivist yöntem ile elde edilen bilgiden çok daha farklı sonuçlar ortaya çıkabilmektedir. Çünkü pozitivist sosyal bilgi/düşünce yöntemine göre; pozitivist sosyal düşünce-kapitalizm- liberalizm etkileşimi açısında toplum da hakim unsur jakobenik gücü elinde bulunduran yapının gücü korumasının sağlanması esastır. Bu zihniyete göre kutsal unsur güç olup buna göre söz konusu güç; siyasal anlamda seçkinciliği, etnisite duygusunu geliştirmeye duyarlılık taşıyan ulus-devleti, ekonomik anlamda tekelci kesimler arasında rekabeti, gelir dağılımı farklılığını besleme, laikliği, aydın-halk farklılaşmasını, sekülerizmi dinamik tutmaktadır. Oysa Türk toplumun özgün sosyal düşünce sistemini oluşturan “”bütüncül anlayış”a göre toplumda esas olan şey “adalet”tir. Yani “güç” sistemine karşın “adalet” anlayışını merkeze alan bir sosyal düşünce kavrayışı ortaya çıkmaktadır. Bu ise seçkinsizliği, anti-jakobenliği, değer-toplum bütünleşmesini, sosyal adaletçi ekonomik sistemi, etnisite yerine farklılıkları bilerek bütünleşmeyi esas alan sosyal bütünlükçü/birlikçi devlet anlayışını ortaya çıkarmaktadır. Bu iki farklı bilgi ile Türk toplumunu okuma da, aynı meselelere oldukça farklı sosyal çözümler getirmeyi ifade etmektedir. Türkiye’de mevcut iki ayrı sosyal düşünce yönteminin farklılaşma ekseninde, en son seçimin değerlendirmesine geçebiliriz.
Türkiye’de görülen sosyal düşünce farklılığına dayalı değerlendirme süreci 12 Haziran seçimlerinin öncesinde ve sonrasında da gözlemlenmiştir. 12 Haziran öncesinde pek çok bilim adamı resmi kişiliğindeki sosyal bilimcilerin medya da çeşitli söyleşilerde iktidardaki partinin yüzde elli oy almasına ya da her iki kişiden birisinin oyunu almasına pek ihtimal vermediklerini, seçim sonucundaki tabloya göre TV kanallarında itiraf etmişlerdir. Yani sosyal süreç üzerine hatalı okuma yapmış olduklarını zımnen de olsa belirtmiş olmaktadırlar.
Seçim sonrasındaki yorumlarda TV kanalarında ise bu kesimlerce; demokrasilerde üç kez iktidara gelmek ve yüzde elli oy almayı “diktatör”leşme olarak ifade etme sığlığına sığınmışlardır. Oysa birinci partinin 21,5 milyona yakın insanın kendi isteği ile vermiş olduğu oy dikkate alınmayarak bu durumu diktatörleşme şeklinde bilimsel analize konu edilmesi, tepeden bakış bilgisine dayalı, halkı küçümseyen “kibir”şuur altı duygusunu besleyen pozitivistçi yaklaşımı ifade eden bir anlayışla ancak açıklanabilir. Aydının bu pozitivistçi yöntem değerlendirmesine karşın toplum ise, iktidar partisine bütünleşmeci sosyal sistem yönteminden hareket eden bir açısından bakarak, yerel ya da kendi milli ve manevi değerler birliğinden esinlenen bir kavrayış ile oy vermiş olduğu anlaşılmaktadır.
Bu reel durum ile bunu değerlendiriş de, pozitivistçi düşünen aydın ile toplum kesiminin farklılığı, Türkiye’ki pozitivistçi sosyal düşünce aydınının, Türkiye’nin bu gerçeğini yerinden/özgünlükçü bakış ile görme körlüğünü yaşadığı ortaya çıkarmaktadır.
Sonuç olarak 12 Haziran seçimlerinin toplum tarafında verilen mesajı bütüncül bilgi ve düşünce anlayışından hareket edildiğinde, geliştirilen yeni demokrasi anlayışının sağlanabilmesi durumundan dünyaya yön veren liderler arasında yer alan bir ülke ve onun liderleri arasından birisinin de, Türkiye’den çıkabileceğini de vurgulamakta olduğu söylenebilir. Bu yönüyle Batı’nın büyük bir endişe içine girdiği, seçim sürecini izlemesinden de anlaşılabilmektedir. Öte yandan gelensel değerlerden yani bir milli + manevi duruş birlikteliğinden uzaklaşılması durumunda özden kaçınıldığı için toplum tarafından ciddi ikazlar da bu seçimde ilgili kesimlere verildiği gözlenmektedir.